Göynem – Beyşehir

İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

İsrâiloğullarının İnançsızlığı

Posted by Site - Yönetici Mayıs 2, 2010

buzağıya tapar,İsrâiloğullarının İnançsızlığı

İsrâiloğullarının İnançsızlığı

Bu kıssanın aslı şudur: Mûsâ Aleyhisselâm, Tur’dan kavmine döndüğünde: Onları buzağıya tapar halde gördü. Bunun üzerine kardeşi Harun Aleyhlsselâm’a ve Samiri’ye söylenmesi gerekenleri

söyledi.  Buzağıyı yakıp  (külünü)  denize  savurdu.   Isrâiloğulları taptıklarına pişman oldular.

Kasem olsun ki” dediler, “eğer bize merhamet etmez de rabbimiz, mağfiret buyurmazsa herhalde hüsranda kalanlardan olacağız  dediler. Allahü Teâlâ Hazretleri, Mûsâ Aleyhisselâm’a, İsrail oğullarından bazı insanları, yanına alıp; buzağıya tapmalarından dolayı kendisinden özür dilemeleri için, Tur’a getirmelerini, emretti. Mûsâ Aleyhisselâm, kavminin seçkinlerinden yetmiş kişiyi seçti. Tura çıktıklarında, Mûsâ Aleyhis-selam’a:

Allah’dan, zatının kelâmını işitmemizi iste,” dediler. Mûsâ Aleyhisselâm, bunu Allah’dan istedi. Allah kabul etti. Dağa yaklaştıklarında, nurdan bir bulut direği üzerlerine vaki oldu, bütün dağı kapladı. Mûsâ Aleyhisselâm, o buluta yaklaştı ve içine girdi. Kavmine:

-“Girin! Sizde girin,” buyurdu. Onlar da girdiler. Allahü Teâlâ Hazretleri, Mûsâ Aleyhisselâm ile konuştu. Ona emir ediyor ve nehiylerde bulunuyordu. Allahü Teâlâ, Mûsâ Aleyhisselâm ile bir kelime konuştuğunda, Mûsâ Aleyhisselâm’ın yüzünde bir nûr beliriyor ve şimşek gibi çakıyordu. O yetmiş kişiden hiçbiri Mûsâ Aleyhisselâm’m yüzüne bakamıyordu. Mûsâ Aleyhisselâm ile beraber Allahü Teâlâ’nın “yap” ve “yapma” deyişini işitiyorlardı. İsrail oğullarının seçkinleri, Allahü Teâlâ’nın kelâmını işittiler, ama yine Allah’a inanmadılar. Ve dediler ki:

Ey Mûsâ! Biz Allah’ı açıkça görmedikçe asla inanmayacağız. Konuştuğun Allahı görmek istiyoruz!” Bunun üzerine onları yıldırım çarptı. Hepsini yıldırım çarptı ve ölü bir halde yere düştüler. Bir gün ve bir gece bu halde kaldılar. İsrâiloğullarının bütün seçkinleri ölünce, Mûsâ Aleyhisselâm, ağlamaya başladı. Mûsâ Aleyhisselâm, ellerini semâya kaldırıp Tazarru’ ile dua etmeye başladı:

-“Yâ İlâhî! Ben İsrâiloğullarından yetmiş kişi seçtim ki, tevbelerinin kabul edildiğine dair benim şahidlerim olsunlar diye. Şimdi ben İsrâiloğullarma dönünce onlara ne diyeceğim? Sen, bu seçkin insanları, bu gün helak ettin. Keşke bunları, buzağı ashabı (buzağıya tapanlar) ile beraber daha önce helak etmiş olsaydın. (Mûsâ Aleyhisselâm, dua etmeye devam etti:)

Rabbim” dedi; “dileseydin bunları ve beni daha evvel helak ederdin. Şimdi bizi içimizden o süfehâ’nın ettikleriyle helak mi edeceksin? O sırf senin fitnen; sen bununla dilediğini dalâlete bırakır, dilediğine hidâyet kılarsın. Sen bizim velîmizsin, artık bize mağfiret buyur, merhamet buyur; sen ki hayr’ul-gâfırîn’sin.

…. ve bize hem bu dünyada bir hasene yaz, hem âhirette. Biz sana cidden tevbe ile rücûa geldik.” Buyurdu ki:

“Azabım! Onunla dilediğimi Mûsâb kılarım, rahmetim ise herşeye vâsidir. İleride onu, bilhassa onlar için yazacağım ki; korunurlar ve zekât verirler. Hem onlar ki, âyetlerimize imân ederler Mûsâ Aleyhisselâm, durmaksızın Rabbine yalvardı, yakardı. Allah, Mûsâ Aleyhisselâm’ın duasını kabul etti. Onları diriltti. Ruhlarını yeniden kendilerine verdi. Mûsâ Aleyhis¬selâm, İsrâiloğullarının buzağıyı mabud edinmelerinden dolayı tevbelerinin kabulünü istedi. Allah:

-“Ancak onlar, kendi nefislerini öldürürlerse tevbelerini kabul ederim,” buyurdu.

(Âlimler) buyurdular: Mûsâ Aleyhisselâm, Tur’a ilk gidişinde Rabbini görmeyi istediğinde ölmedi. Çünkü, Mûsâ Aleyhisselâm’ın o zaman yere düşmesi, sadece bir baygınlıktı. Baygınlık ise ölüm değildir. Lâkin bu bir bayılma olduğuna şu ayeti kerime delildir:

-“Vaktâ ki Mûsâ mîkatımıza geldi ve rabbi onu kelâmıyla taltif buyurdu. (Mûsâ aleyhisselâm)

Yârab” dedi, “göster bana, bakayım sana.” Allahü Teala buyurdu :

Len terânî. (Beni katiyyen göremezsin) ve lâkin dağa bak… Eğer yerinde durursa, demek beni göreceksin

Derken  rabbi  dağa  bir tecelli  buyurunca,   onuun  ufrâ ediverdi. Mûsâ da baygın düştü. Sonra vaktâ ki ayıldı:

Sübhânsın.” Dedi; “sana tevbe ile döndüm ve ben mü’minlerin evveliyim. 7/143″   Bu âyette Mûsâ Aleyhisselâm kendisine gelmesini ayılıp kendine gelince,” kelimesiyle ifade edilmektedir. Bu kelâm, Mûsâ Aleyhisselâm’ın baygın düştüğüne delildir.

İkinci kere Tur dağına Özür dilemek için çıktıklarında kavmi Allahü Teâlâ’yi görmek istediğinde öldüler. Bu, Mûsâ Aleyhisselâm’ın Allahü Teâlâ’yi görme isteğinin ona olan aşk, .şevk, muhabbet ve ona muhtaç olmasından; kavminin (İsrâiloğullarının seçkinlerinin) Allahü Teâlâ’yı görme istekleri ise, Allah’ın varlığına ve birliğine inanmamalarından ve yalanlama cüretinden ileri gelmesindendi. Onlar, gerçekten doğruyu bulmak için Allah’ı görmek istemediler. Onların görme istekleri, yanıltmak içindi. Onlar, Allahü Teâlâ’nın cisimlere benzediğini zannettiler. Onlar, cihetlerde (altı yönde) herhangi bir cismi gördükleri gibi Allahü Teâiâ’yı görmek istediler. Allahı herhangi bir mukabile koyarak görme, muhaldir. Allah cihetlerden münezzeh olduğu için, cisim gibi görülmez, (1/140)

Bu âyeti kerime, Allah’ın görülmeyeceğine delil değildir. Hatta belki bu âyet-i kerime, Allah’ın görüleceğini (ru’yetullah’ı) isbât etmektedir. Bundan dolayı o yetmiş kişi Allahü Teâlâ’yı görmek istediklerinde, Mûsâ Aleyhisselâm, onları bundan menetmedi. Ve böylece onların, Allah’ı görmeleri için Allahü Teâlâ’ya dua etti.

Allahü Teâlâda onları bundan nehyetmedi. Belki: “Ve lâkin dağa bak… Eğer yerinde durursa, elemek beni göreceksin. buyurdu. Bu tasavvur edilene taalluk etmektedir.

Bazı âlimler ve hikmet sahibleri, Allahü Teâlâ’nın dünyada görülmemesinin (ve cennette mü’minler tarafından görülmesinin) sebeb ve hikmetlerindeki inceliği şöyle beyan ettiler.

Birincisi: Çünkü dünya, düşmanlarının yurdu ve kâfirlerin cenneti olmasındandır.

İkincisi: Eğer mü’min, Allah’ı görmüş olsaydı, kâfirler, mü’minlere şöyle derdi:Eğer ben Allahı görmüş olsaydım, elbette ona ibâdet ederdim. Eğer mü’min ve kâfir bütün insanlar, Allahı görmüş olsalardı, birinin diğerinin üzerine bir meziyyeti olmazdı.

Üçüncüsü: Gayba (görülmeyene) muhabbet, görülene muhabbet gibi değildir. (Görülmeyen daha çok aranır ve istenir).

Dördüncüsü: Dünya maîşet yeridir. Eğer halk, Allahı görebil¬miş olsalardı, iş ve güçlerini bırakırlardı. İşler tatil olurdu.

Beşincisi: Bu görme, basiret (kalb) gözüyle olurdu, baş gözüyle değil. Melekler, mü’minlerin kalblerinin saflığını görsünler diye.

Altıncısı: Allahü Teâlâ’nın değerinin tam takdir edilmesi içindir. Zîrâ her görülen şey gerçekten azîz ve yücedir.

Yedincisi: Allahü Teâlâ dünyada görülmemesi, kullara bir rahmettir. Çünkü insanlar, bu dünyada kıskanç olarak yaratıl¬mışlardır. Eğer Allah, bu dünyada görülebilseydi, mü’minin kalbi, başkası da görebilecek diye çatlardı. Tıpkı Mûsâ Aleyhisselâm’ın görmeyi istemesi üzerine, dağın kıskanarak, paramparça olması gibi.

Âyet-i kerimede şuna işaret vardır: Allahü Teâlâ’yı aşikâre görmeyi istemek; Allahü Teâlâ’nın zâtına taarruz ettiği için gaflettir. Allah’ın zâtından gafil olmaktır. Sû-i edebi gerektirir. Edebsizliktir. Allah’ın hakkına hürmetsizliktir. Bu, uzaklık ve şekâavetin bulunduğuna işarettir. Allahü Teâlâ’nın azamet ve izzetinin, gadab ve kahretmesiyle onları, ızdirap, deprenme ve yıldırım aldı. Allah adaletini izhâr etti. Sonra Allah, sırra yol olması için onların üzerine, kovadan boşalırcasına rahmetini saçtı. Hizmet ve kulluk şekli üzerine Allah:

Sonra şükredesiniz diye sizi ölümünüzün ardından yeniden diriltmiştik,” buyurdu Allah, fazlü keremini izhâr etti. Bu vuslatın alâmetlerindendir. Saadetin delâleti, kurbet (yakınlık) lutuflanna yakın olarak, izzet mükâşefelerinden uzaklaşmaktır. Kim halini düzeltir de cehalet lisanı itlâk etmezse (mükâşefelere nail olduğunu, gizlemezse), belki eve kapısından gelmiştir ve onun suâl ve cevâbıyla edeblenmelidir.

Mesnevide buyuruldu:

Kemâl sahiblerinin önünde edebi terkedersen, vücûdun şehvet ateşine odun olur.

Hakk’in   nuru  seni   aydınlatmadığı  için  güzelliğini  körlere arzedersin.

Hakikat âleminde dilediğin gibi hükmedebilmen için, elbette nefs-i emmâreyi öldürmen lâzımdır.

Kuşeyri (k.s.) Hazretleri buyurdular:

Nefisleri öldürmek şekliyle yapılan tevbe bu ümmette neshedilmiş değildir (hükmü kaldırılmadı). Ancak şu var ki İsrâiloğulları, nefislerini (canlarını) aşikâr öldürürlerdi. Bu ümmet (ümmet-i merhume) ise nefsi emmârelerini gizli olarak öldürürler. Allah’a varmanın ilk yolu, bu güzel maksad için Allah’a adım atmak ve Allah için nefisten çıkmaktır, buyurdu.

insanlar, İsrâiloğullarının İnançsızlığın tevbelerinin gerçekten çok zor olduğu düşüncesine kapıldılar. Bunun bir kere olduğunu düşündükleri gibi. Bu ümmetin havass ehli, her lahzada nefislerini öldürmektedirler. Denildiği gibi:

Ölen kişi, Ölümüyle istirahata kavuşmuş değildir. Gerçek ölüm hayatta olanların ölümüdür.Mesnevide buyuruldu: Nefse galebe etmek için kuvvet ve tevfiki Hak isterim ki, kaf dağı gibi nefsi emmârenin vücûd binasını iğne ile yani kuvvet ve gayrı alet ile koparmaktır. Düşman saflarını yaran arslanlığı kolay bil. Asıl arslan nefsini kırandır.


Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri Tercümesi cilt 1

Dipnotlar:

1- El-AYâf: 7/149

2-El-A’râf: 7/155,156

3-El-ATaf: 7/143

4-El-A’râf: 7/143

Bir Yanıt to “İsrâiloğullarının İnançsızlığı”

  1. cemil alay said

    yarabbi vucudumuzu şehvet ateşine odun olmaktan muhafaza eyle amin doslarının yüzü suyu hürmetine amin nekadar kiymetli ilimlere kavuşuyoruz mevlam gayretinizi artırsın yönetici kardeşim allah gayretinizi artırsın amin

    Beğen

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.