Göynem – Beyşehir

İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Archive for the ‘Allah’ Category

“ALLAH ” ismi kullanımı bir hayli azaldı !!!

Posted by Site - Yönetici Mart 9, 2016

Allah'tan Başkasının Adına Yemin

“ALLAH ” ismi kullanımı bir hayli azaldı !!!

Evden ayrılırken geride kalanlara “Allaha ısmarladık”, “Allah’a emanet olun” denilirdi !!!
Şimdi “haydi ben kaçtım”, “bay bay”, “hadi öptüm!” denilir oldu…!!!

İşe gidenlere “Allah işini rast getirsin”, denilirdi !!!
Şimdi “bol kazançlar!” denilir oldu !!!

Şaşırdığımızda “Sübhânallah” denilirdi !!!
Şimdi “vaaavvv” denilir oldu !!!

Sevindiğimizde “Elhamdülillah” denilirdi !!!
Şimdi “olleeeyyy” denilir oldu !!!

Başımıza bir musibet geldiğinde “Allah’ın dediği olur!”, “Innâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn [biz Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz] denilir !!!
Şimdi “hay aksi!, “bu da nereden çıktı!”, “bittim!”, “mahvoldum!” denilir oldu !!!.

Bize iyilik yapana “Allah razı olsun”, “Allah ne muradın varsa versin!” diye dua edilirdi !!!
Şimdi “sağol!” denilir oldu !!!

Bir işle uğraşanlara “Allah kolaylık versin!” denilirdi !!!
Şimdi “kolay gelsin!” denilir oldu !!!

Yeni evlenenlere “Allah bir yastıkta kocatsın!” denilirdi !!!
Şimdi “mutluluklar!” denilir oldu !!!

Sınava girecek olanlara “Allah zihin açıklığı versin!” diye dua edilirdi !!!
Şimdilerde “başarılar!” denilir oldu !!!

Geleceğe dair planlar yapılırken “Inşallah”, “Allah izin verirse”, “Allah kısmet ederse” denilirdi !!!
Şimdilerde sanki gelecek bizim elimizdeymiş gibi fütursuzca konuşur olundu veya “umarım”, “tahminim o ki” gibi neidüğü belirsiz ifadeler kullanır olundu !!!

Günah işlediğini gördüğümüz kimselere “Allah ıslah etsin”, “Allah affetsin”, “Allah hidayet etsin” denilirdi !!!
Şimdi lanet okur olundu !!!

Kötü bir şeyden bahsederken “Allah korusun”, “Allah esirgesin” denilirdi !!!
Şimdilerde “kapa şu şom ağzını!” denilir oldu !!!…..

Bu listeyi uzatmak çok mümkün !!!
Dikkat etmeye vesile olması duasıyla
Allah’a emanet olun.
.

Posted in Allah, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

ALLAH’A DARILMAMAK

Posted by Site - Yönetici Kasım 26, 2015

Futuhu`l Gayb – Abdulkadir Geylani

ALLAH’A DARILMAMAK

Allah’a (CC) çok darılıyorsun; O (CC) senin Rabbın (CC) olduğu halde onu töhmet altına almak istiyorsun. O’nun (CC) her işine itiraz ediyorsun, zorla bağlanıyorsun.
O’na (CC) bağlılığın yolu zulüm ile oluyor. Halbuki O’na (CC) candan inanman ve teslim olman lazım. Rızık babında sıkı olma, geniş ol. Zengin olursan herkese dağıt;
fakir olunca da sabırlı ol. Gün olur, güçlük gider, bela kalkar. Yaptığın bir yana kalır. Bilmez misin her şeyin bir vakti var, o gelince olacak olan olur…
Şunu bil ki; malın çoğu bela getirir, çok isteme azla yetin. Bela biter, güçlüğün sonu var, biteceği gün var. Sen yalnız sabırla bekle.
Bela vakitleri değişmez, yalnız onun içinde afiyetler olur, onu gör. Bela anında ümitsizlik iyi olmaz. İmanla onu iyi gör. Fakirlik hali zenginliğe çevrilmez, ona sabırla tat kat. Hile yoluna kaçma, doğru ol, samimi ol…
Hakk’a (CC) karşı edepli ol. Sukûtu, sabrı sev, buna devam et. Haz al. İlahi fiillere uymaya çalış. Allah’ın (CC) emir ve fermanına karşı kalbinden bir şey geçerse tevbe et. Şayet Hakk’ı (CC) töhmetleyen bir kusur ettinse nadim ol.
Şunu iyi öğren ki; Hakk (CC) kapısından başka kapı yoktur. O’ndan (CC) kaçmak mümkün olmadığına inan ve hak işlerden intikam almanın imkansız olduğunu bil.
Günah yapmak yalnız seni körletir. Hakk’a (CC) yapacağın taarruz, yalnız tabiatını karartır. İntikam hissi kullar arasında caridir. Vazife, bir kul tarafından verilmişse, ondan kaçınma olabilir.

Her şey, bu dünya alemine çıkmadan çok evvel yaratılmıştır. Onların kârını,
zararını Allah (CC) bilir. Herşeyin ilki, sonu ona malûm, bir şeyin doğuşunu gördüğün gibi gün olur batışının da seyredersin. Allah (CC), yaptığını iyi bilir,
yapacağı iş ona göre kolaydır. İşlerinde asla tenakuz bulamazsın. Yaptıklarında yersizlik göremezsin. Boş iş yapmaz. Lüzumsuz şey yaratmamıştır, yaratmayacaktır.
O’na (CC) noksanlık izafe etmek caiz değildir. İşlerini beğenmeyen kişinin aklına şaşılır.
Herşey biter, yeter ki beklemeyi bilesin. Bekle zorla bekle!.. Kendini sabra alıştır.
Nefsini, şahsi arzularını yen, onları emirlerine uymaya çabala. Kendini bütün varlığınla sabır aleminde yok et!.. Bekle, bir gün hepsi biter, yok olur gider.
Herşey zamanla zıddına döner. Gün geçtikçe işler değişir. Evvela kış, ardından yaz gelir. Bir zaman gündüz arkasından gece sarar. Akşamla yatsı arası: – “Gündüz olsun…” Dersen olmaz. Belki daha kararır, ışık olmaz. Taa, şafak atıncaya kadar, karanlık devam eder.

Boynunu yüce emirlere eğ.. Allah (CC) için, iyi düşün, iyi sabret. Senin için olmayan sana gelmez. Sana nasip olmayanı kimse eline tutuşturamaz. Hayatım pahasına da olsa, sana yemin ederim ve sonra kendiliğinden açılır. O zaman istediğin hiç olur.
İstesen de istemesen de ortalık aydın olur, her yer aydınlığa kavuşur…
İşin hikmet tarafına aklın erince, işlerin kendiliğinden yürüdüğünü görürsün. Ne isteğinle gündüz gece olur, ne de aksi olur. Çünkü güneş emrinde değil. Dünya senin fermanınla dönmüyor. Rüzgar emrinle esmiyor.
Duan, her zaman alemde makbul olmaz. Çünkü burada istenenlerin çoğu, zamansız ve yersiz isteniyor. Ama yine dua et, her an Allah’a (CC) yalvar, ancak duan kabul olmayınca Allah’a (CC) sitem etme!..
– “Niçin kabul olunmadı…” Diyerek şaşma… Zamanı gelince olan olur, burada bir şey olmazsa öbür alemde sana sevap olur. Ama bağırıp çağırırsan, mahcup olursun… Derim ki: Daima dua edeceksin… Çünkü her şeyden evvel sen bir kulsun. Allah’ın (CC) emirlerine uymaktasın. Allah-ü Teala (CC) Hz.leri:
– “Bana dua edin, kabul ederim.
Buyuruyor. Diğer bir yerde de:
– “Allah’tan (CC) fazilet isteyin.”
Deniyor. Bu mevzuda daha bir çok ayetler vardır…

Duan her zaman duyulur ama, ihtiyacın kadar verilir. Sonrası öteki aleme kalır. İhtimal ki her arzunun bu alemde yerine gelmeyişi bir hikmet icabı ve senin hayrına olmaktadır. Sonra, her olan şey, Allah’ın (CC) kaza ve kaderine uygundur.
Arzun yerine gelmeyince Hakk’ı (CC) itham etme!.. Kabul olmadı diye ümitsizliğe düşme!.. Daima dua et. Kârın olmasa bile zarar da etmezsin. Hemen olmasa bile, bir zaman sonra olur.

Bir Hadis-i Şerifte şöyle buyruluyor:
– “Kıyamet günü hesap defterinde insan, yaptığı ibadet haricinde bir çok iyilik bulur. Bunları bilemez, sorar, ona şöyle denir: ‘Bunlar dünyada kabul olmayan dualarının karşılığıdır. Kader-i İlahi icabı orada yerine getirilmedi fakat sana mükafat olarak burada veriliyor’.”
En azından halin, zikir olmalı. İhtiyacını O’na (CC) aç!. Başkasına bir şey deme!..
O’nu (CC) tevhid ederek, her derdini arzet… Duanın kabul edilmesi işini Allah’a (CC) bırak….
Tekrar hatırlatmak yerinde olacak… Sana iki yoldan başka yol yoktur ve olamaz.
Gecen de gündüzün de aynı. Sağlığın da hastalığın da öyle. Darlık olsun genişlik olsun değişmez. Ki o: Dua ve sabırdır, yani rıza…
İyi zamanda, darlıkta genişlikte hep böyle ol…
O iki hali biraz açalım:
En iyisi, benlik davasını bırakıp, Hakk’a (CC) bağlı olmandır. Tıpkı, bir ölü gibi Hakk’a (CC) karşı iradesiz halde kalman… Bir süt çocuğu gibi, tam teslim olmandır.
Senin için hak fiil ve irade önünde, topçu önündeki top gibi olmak var. İlahi irade böyle çevirir. Bu halinle sana, nimet gelirse şükür edersin… Şükür ettikçe de nimetin artar. Çünkü Allah (CC):
– “Şükür ederseniz nimetinizi arttırırım.
Diye vad ediyor. Darlık baş gösterince de sabredersin. Bu da senin için bir nimettir.
Darlık zamanı, sabreder; günlerin Peygambere (SAV) salât ve selâmla geçerse daha ne istiyorsun… Bu; Allah’ın (CC) sana en büyük nimetidir. Her kula nasip olmaz, bu ayetin:
– “Allah (CC), sabırlı kullarla beraberdir..
Mealinde buyurulan yüce manasında bu bapta kayıt vardır.
Allah (CC), kullarına yardımıyla koşar; sebatını verir. Nefse, şeytana galebe çalması için kula yardımcı olur… Bir ayette:
– “Eğer, Allah’tan (CC) yana olursanız o da size yardımcıdır. Dizlerinize kuvvet verir.” Buyuruluyor…

Nefsine muhalif ol; Allah’tan (CC) yana olmuş olursun. Allah (CC) yoluna muhalif olan herşeye muhalif ol. Hakk (CC) emirlerini itirazla karşılama, kabul et, darılma.
Nefsine muhalif ol; Hak fiillerin içine düş, onlarda kaybol… Bunu yaptığın takdirde hak için mücahid sayılırsın. Nefsin her başını kaldırdığında Allah’ın (CC) emriyle vur. Onun karşısında kalkanla dur. Bu kalkan; sabır, muvafakat, sükûn, hak emirlere teslim olmaktır. Bunları yapabildiğin an, Hakk Teala (CC) sana en büyük yardımcıdır.
Bütün bunların sonunda, bir de büyük rahmete ermek vardır, ona “SALÂVAT” derler. Bu makam Peygamberlere (AS) hastır. Bu “SALÂVAT” onlarındır. Sen bir günahkar olduğun halde günahların bağışlanıyor, Nebiler (AS) için verilen sevaptan hisse alıyorsun. İşte bu manayı ifade eden bir ayet-i kerime:
– “Onlara musibet veya bir bela karşı geldiği zaman, ‘biz Allah (CC) içiniz, dönüşümüz O’nadır (CC)’.” Derler. Onlara Rabb’larından (CC) salavat olsun. Rahmet onlaradır. Hidayete eren onlardır.
Buraya kadar anlatılan yaşamak zorunda olduğun iki halin ilkiydi.

İkincisine gelince: Sen Rabb’ına (CC) yalvardıkça ona yaklaşmış olursun. Allah’ın (CC) emirlerini tut. Senin yalvarmak hakkındır, ayrıca vazifendir. Hakk’a (CC) tazarru ve niyaz ettikçe, bu vazifeyi yerine getirmiş olursun.
Sakın dualarına yanlış şey girmesin. Bu mühim vazifeyi Hakk’a (CC) imanla yap!..
Duanı aziz bir yolcuyu uğurlar gibi yap. Çünkü dua, Hakk (CC) katında sana yer hazırlar…Şunu tekrarlamakta fayda görüyorum. Duana derhal icabet olunmazsa hemen bağırıp çağırmaya kalkma. Dua hem kabul olunur, hem de olunmaz. Her ikisi de senin için musavi olmalı. Sonra bu olanlardan ibret almalısın… Sakın haddi aşanlardan olmayasın. Çünkü baş vuracak kapı yoktur. Sakın, nefsinin iyiliğini veya kötülüğünü bilmeyen zalimlerden de olmayasın. Allah (CC) seni helak eder. Hiçbir şey bu helak işinden Hakk’ı (CC) alıkoyamaz. Geçmiş ümmetleri de helak etti.
Şöyle ki; dünyada içinden çıkılmaz bela ile öldürür, kıyamet günü en kötü azaba sokar…

Kaynak : Futuhu`l Gayb – Abdulkadir Geylani

Posted in Abdülkadir Geylani, Allah, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | Leave a Comment »

Allah’ı Sevmeye Dair Şer’i Deliller.

Posted by Site - Yönetici Şubat 18, 2015

Allah'tan Başkasının Adına Yemin

Allah’ı Sevmeye Dair Şer’i Deliller.

Muhammed ümmeti, Allah’ı ve Resulünü sevmenin farz olduğunu savunup bu görüşte fikir birliği etmişlerdir.

Var olmayan bir şey nasıl farz olur? Ve sevgiye bağlı olup da onun meyvesi olan taat ve ibadet nasıl olur da sevgi ve muhabbet ile açıklanır?
İbadet ve taatin olması için önce sevginin olması gerekir. Çünkü kişi, ancak sevdiği için her şey yapar.
Allah ‘ı sevmek konusunda birçok ayet -i celileler nazil olmuştur. Bunlardan bir kaçı:
Allah onları, onlar da Allah ‘ı severler
(Maide sures i, ayet : 54)
İman edenlerin Allah’a olan sevgisi her şeyden daha çoktur.
Bu ayet -i celileler, muhabbeti ve muhabbetin farklı olduğunu ispat eden delillerdir. Allah sevgisini ispat eden bu ayet -i celilelerden başka Resulullah Efendimizin söylemiş olduğu hadis -i şerifler de çoktur.
Resulullah Efendimiz birçok hadis -i şeriflerde muhabbeti imanın şartı olarak bildirmiştir.

Bir gün Ebu Rezm-i Ukayli, Resulullah Efendimizin yanına gelip imandan sordu. Sevgili Peygamberimiz (S.A.V.) şöyle buyurdu:
İman, Allah ve Resulünün senin için her şeyden daha çok sevimli olmasıdır.
Yüce Allah buyuruyor ki:
“De ki: “Eğer babalarınız, analarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, kabileleriniz, elinize geçirdiğiniz mallarınız ve zarara uğramasından korktuğunuz bir ticaret ya da hoş landığınız evleriniz sizin için Allah’dan, O’nun Peygamberinden ve O’nun yolundaki cihaddan daha sevgili ise, artık Allah ‘ın emri gelinceye kadar bekleyin.” ”
(Tevbe sures i, ayet : 24)
Bu ayet -i celile tehdit ve inkarı reddetme konusunda nazil olmuştur.

Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
Allah ‘ı sevmeyi emretmek hususunda, “Ey insanlar! Yüce Allah’ın size ihsanda bulunduğu sayısız nimetlerine
karşı O’nun seviniz. Ve beni de Allah sevdiği için seviniz.

Sahabelerden birisi diyor ki:
“Arkadaşlarımızdan birisi Hz. Muhammed’in huzuruna gelerek şöyle konuştu : “Ey Allah’ın Resulü!… Ben, seni çok seviyorum.
Hz. Muhammed (s.a.v.):
– O halde fakirliğe razı olup ona hazırlan .
Adam:
– Ben, Yüce Allah’ı da çok seviyorum.
Hz. Muhammed (s.a.v.):
– O halde, belalara da katlanmayı kabul et .” diye buyurdu .
Sevgili Peygamberimiz, sahabelerden Musa’ya bakıp sırtında deriden yapılmış bir örtü görünce şöyle buyurdu:
Hz. Allah ‘ın, iman nurunu kalbine doldurduğu şu adama bakınız. Çünkü onu, anne ve babasının arasında dolaşıp onların sofrasını en iyi yemekler hazırlayarak güzel muamele ve harekette bulunduğunu gördüm. Allah ve habibi Muhammed’in sevgisi onu gördüğünüz bu ahlaka sahip kıldı.

Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
” İbrahim peygamber (A.S.), ruhunu almaya gelen Azrail’e (A.S.) şöyle dedi:
Bir dost , hiç dostunun canını alıp da öldürür mü?
O sırada Hz. Allah şöyle seslendi:
Hiç dostun, dostuna kavuşmasını çirkin gördüğünü duydun mu?
Bunun üzerine İbrahim (A.S.):
İşte, şimdi canımı alabilirsin.” dedi.
Bu makama ancak bütün varlığıyla Allah’ı sevenler kavuşabilirler. İbrahim (A.S.), Allah’a kavuşmasına bu fani hayatın engel olduğuna kanaat getirince gönülden ölüme razı olup ruhunu ölüm meleğine teslim eder. Böylece Allah’a kavuşmak zevkine erişir.

Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
Allah’ım!.. Bana sevgini, seni sevenin sevgisini, beni sevgine yakınlaş tıracak her şeyin sevgisini nasip et ve senin sevgini benim için soğuk sudan daha sevimli kıl.

Adamın biri, bir gün Peygamberimiz (S.A.V.) in yanına gelerek şöyle sordu:
Kıyamet ne zaman kopacaktır?
Hz. Muhammed (s.a.v.):
Kıyamet yolculuğuna yolluk olarak ne hazırladın?
Adam şöyle cevap verdi:
Fazla namaz kılmış veya oruç tutmuş değilim. Fakat Allah ve Resulünü çok s everim.”
Hz. Muhammed (s.a.v.):
Her kişi, sevdiği ile beraber haşrolunur ve sevdiğine kavuşur.” buyurdu.

İslam büyüklerinden Has an Bas ri diyor ki:
Rabbini bilen, O’nu sever, emirlerine itaat eder. Dünyanın hiçbir kimseye yar olmadığını bilir, ondan yüz çevirir. Çünkü mü’min gaflet içinde bulunmaz, dünya ağına düşmez, boş işlerle uğraşmaz, düşündüğü vakit üzülür.

İslam büyüklerinden birisi diyor ki:
“Bir gün İsa Peygamber, yolda yürürken benizleri solgun, perişan üç kişiyle karşılaştı. Onların dertlerini sorduğunda o üç kişi, dertlerinin, perişan durumlarının sebebinin cehennem korkusu olduğunu söylediler.”
Bunun üzerine İsa (A.S.) onlara:
“Korkunuz yersiz. Hz. Allah korkanları cehennem ateşinde yakmayacağına dair söz verdi.” dedikten sonra yoluna devam etti. Sonra İsa Peygamber, öncekilerden daha perişan ve acıklı bir durumda olan üç kişiye daha rastladı. Bunlara dertlerinin ne olduğunu sordu. Onlar da dertlerinin, perişan hallerinin tek sebebinin cennet aşkı olduğunu söylediler. Bunun üzerine İsa Peygamber onlara: “Umut ett iğinize kavuşacaksınız. Çünkü Hz. Allah, umut ettiğinizi size vereceğine dair vaadde bulunmuştur.” dedikten sonra oradan ayrıldı.
Biraz ileride durumları diğerlerinden daha acıklı ve perişan olan, yüzleri adeta nur kesilmiş olan bir başka üç kişiyle karşılaştı. Bunlara da dert lerini sorduğunda onlar:
“Bizim derdimiz, cehennem korkusu veya cennet arzusu değildir. Bizim derdimiz Allah aşkıdır. Biz Allah’a olan sevgimizden dolayı bu hale geldik.” dediler. Bunun üzerine İsa Peygamber onlara üç defa: ” İşte Allah’ın yakın kulları, gerçek dostları...” dedi.

Ashabtan Zeydoğlu Abdülvahid diyor ki:
“Bir keresinde kar üzerinde duran bir adam gördüm. Ona: “Üşümüyor musun?” dedim. O bana: “Allah sevgisi ile meşgul olan bir kimse, soğuğu duymaz.” dedi.”

Yine ashabtan Muazoğlu Yahya diyor ki:
Sevgi ile yapılan hardal tanesi kadar ibadet , bana göre, sevgisiz yapılan yetmiş yıllık ibadetten daha hayırlıdır.

Allah sevgisi hakkında sayılamayacak kadar çok eserler ve deliller vardır.
Bu açıkça ortadadır. Asıl kapalı olan gerçek anlamıdır.

 

Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam Gazali

Posted in Allah, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kimya-i Saadet - İmam Gazali, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

Allah’ın Zâtı hakkında düşünce caiz mi?

Posted by Site - Yönetici Kasım 10, 2013

Allah'ın Zâtı hakkında düşünce caiz mi,Kalp,Allah,,kuran,quran,coran,muhammad,Kalbimiz Allah Dedikçe…,Quran-on-heart-shaped-pillow-red

Allah’ın Zâtı hakkında düşünce caiz mi? 

Allah’ın Zâtı hakkında düşünce caiz mi?   Hayır…Bizim aklımız, Cenab-ı Allah’ın zâtını algılayamaz. Cenab-ı Allah’ın zâtını idrak edemeyiz.

Cenab-ı Allah cisim, cevher ve araz olmadığından, zâtının hakikatini aklımızla idrak mümkün değildir.

Tarife gitmemektir evlâ.

Tarife gelir mi hiç Mevlâ

Bu hususta düşünceye varmak bile caiz değildir. Allah’ın büyüklüğünü ve kudretini nimetlerinde ve yaratıklarında tefekkür edebiliriz. İnsan, kendi varlığının mahiyetini bile hakkiyle bilip anlayamazken Allah’ın varlığının hakikatini idrak etmeye güç yetirebilir mi? Beşerin bilgisi ve aklı Cenab-ı Allah’ın zâtının hakikatini kavramaktan âcizdir.

Ziya Paşa ne güzel buyurmuşlar:

Idrâk-i meali bu küçük akla gerekmez.

Zira bu terazi o kadar sıkleti çekmez.

Akıl nasıl Onun zâtını anlasın ki?
0, araz değildir.
O, cisim değildir.
O, cevher değildir.
O. suret ve şekil değildir.
O. mahdut değildir.
O, Bir şeyin parçası ve cüzü değildir
O. bileşik değildir.
O, sınırlı değildir.
O, cins ve keyfiyet ile vasıflanmaz.
O, mekandan münezzehtir,
O, doğurmamıştır,
O, doğmamıştır,
Onun bir benzeri yoktur,
O, tarife gelmez,
0. renk değildir.
Onun üzerinde zaman geçmez.
Ona hiçbir şey benzemez.

Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 4/348.

Posted in Allah, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

Allah’ın Varlığı Ve Akıl

Posted by Site - Yönetici Aralık 11, 2012

Allah,.

Allah’ın Varlığı Ve Akıl

Allâhü Teâlâ hazretlerine şirk koşmayan ve aklî delillerle Allâhü Teâİâ hazretlerinin varlığını ve birliğini bilenler yani tevhîdi kabul edenler, kavimler, cehennemden çıkarlar.

Bunlar şer’î iman ile iman etmeseler, hiçbir hayır işlemeseler ve Allâhü Teâlâ hazretlerinin peygamberlerinden herhangi bir peygambere tâbi olup iyilik yapmasalar ve böylece yanlarında şer’î iman olarak zerre kadar iman olmasa bile (fetret devrinde yaşayıp hiçbir peygamber işitmeden ve görmeden, aklî delillerle Allâhü Teâlâ hazretlerinin varlığını ve birliğini kabul edenler) Erhamu’r-rahimîn (merhamet edenlerin en merhametlisi) olan Allâhü Teâlâ hazretlerinin şefaatiyle cehennemden çıkarlar.

Bunu bil.

Muhakkak ki bu incelik, garabettendir. Bunu şeyhim allâme hazretleri, sadık keşif yoluyla bana ifâde ettiler.

Yine Bari olan Allâhü Teâlâ kendisine rahmet etsin Molla Fenârî hazretlerinin “Tefsîrü’i-Fatiha” isimli kitabında da bu böyledir.

Allah’ım! Bize mağfiret kıl. Rahmet et! Sen Erhamu’r-rahimîn (merhamet edenlerin en merhametlisi)sin. Amin.

Kaynak :Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 3/50-52.

Posted in Allah, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | Leave a Comment »

Allah Taâlâ hazretlerini aklî delillerle ispat.

Posted by Site - Yönetici Nisan 8, 2010

allah-taala-hazretlerini-akli-delillerle-ispat

Vacib’ül-vücud Allah Taâlâ hazretlerini aklî delillerle ispat edip onun eşyaya yakın olup; onlara ürünmüş olmadığını âlimlerin bulduklarını bildirir.

Ey aziz, malûm olsun ki, filozoflar demişlerdir ki: Allah’dan başka bütün varlıklara âlem adı verilir. Allah’ın zatı ümleden ayrı ve mücerrettir. Nitekim Hak Taâlâ, Kelam-ı Kadim’indi buyurmuştur: “Allah, göklerin ve yerin nurudur. Müminin kalbinde nurunun sıfatı: Sanki bir hücre ki, içinde bir lamba var; lamba da cam bir mahfaza içinde, o cam mahfaza sanki incisi bir yıldız. Bu lamba, güneşin doğuşunda ve batışında gölgeye düşmeyen mübarek bir zeytin ağacının yağından tutuşturulur. Bu öyle bir yağdır ki, neredeyse ateş dokunmaz da aydınlık verecek. Bu aydınlık, nur üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruna kavuşturur. Allah insanlara böyle misaller verir. Allah, her şeyi bilir.” (24/35)

Özlerin keyfiyeti ve eşyanın mahiyeti inceden inceye araştırılıp, düşünülse; varlıkların durumları, kâinatın hal ve hareketleri basiret gözüyle mütalaa kılınsa, âlemin bütün parçalarının Allah’ın sanatıyle sonradan olduğuna sağlam bir aklın delillerinin şehadet etmesi kaçınılmaz bir iştir. Nitekim Hak Taâlâ buyurmuştur: “Allah, gökleri ve yeri üstün bir hikmetle yarattı. Size şekil verdi ve şekillerinizi güzel yaptı. Nihayet dönüş O’nadır.” (64/3) O varlığı mutlak olanın cömertliğiyle varlığı mümkün olanlar varolmuş, onunla ayaktadır. Her nesne fâni, o, bâki ve ayaktadır. Nitekim kendi Kitab’ında buyurmuştur: “Onun zatından başka her şey yokluğa mahkûmdur. Hüküm ancak onundur; hep ona döndürüleceksiniz.” (28/88). O kâdir, ve hakîm olan Allah’ın hikmet ve kudretinin eserleri, âlemin ufuklarında ve nefislerde, görecek gözü olanların gözüne cihanı aydınlatan güneşten daha parlak olarak çarpar. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de buyurmuştur: “İleride biz, onlara, hem yeryüzü etrafında, hem bizzat nefislerinde âyetlerimizi öyle göstereceğiz ki, nihayet peygamberin söylediği şeyin hak olduğu kendilerine zahir olacaktır. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi?” (41/53). O benzersiz sanatkârın sanat ve icadının sırlarını görünen ve görünmeyen âlemde müşahede, âriflere gün gibi ortadadır, apaçıktır. Nitekim Hak Taâlâ, Kelam-I Kadim’inde buyurmuştur: “Yeryüzünde de gerçekten tasdik edenler için birçok ibretler var. Nefislerinizde de birçok âlametler var. Hâlâ görmeyecek misiniz?” (51/20-21)

Havadaki zerreler, dağlar, taşlar, yağmur damlaları, denizler ve ırmaklar, belki dönen feleklerin her parçası, gezegenler, unsurlar, bileşikler ve her ne ki var, cümlesi, gece ve gündüzün her anında, o tek, bağışlayıcı, affedici olan Hak Taâlâ hazretlerine senâ edici olup, onun birliğini açığa çıkarmak ve bildirmek için her biri bir lisandır. Nitekim Hak Taâlâ, Nazm-ı Kerim’inde buyurmuştur: “Yedi gök ve yer, bunların içinde bulunanlar, Allah’ı tesbih ederler. Hiç bir varlık yoktur ki, onu hamd ile tesbih etmesin. Fakat siz, onların tesbihini anlamazsınız. O, gerçekten halîmdir, yargılayıcıdır.” (17/44). Belki cihanın zerreleri, o parlak güneşin varlığının gölgesinde varolmak için hisselerini almışlardır. Cümlesi, Allah’ın cemalinin nurunu göstermek için basiret sahiplerine saf ve parlak aynalardır. Nitekim Allah, Furkan-ı Mübin’inde buyurmuştur ki: “Doğu da, batı da Allah’ındır. Hangi tarafa yönelirseniz, orası Allah’a ibadet yönüdür. Şüphesiz ki Allah’ın mağfireti geniştir, o her şeyi bilendir.” (2/115)

İslâm filozoflarının hepsinin, din âlimlerinin de çoğunun kesin ve isabetli görüşleri böyledir ki: O bir şey ki varlığı gereklidir, ona “vacib’ül-vücud” derler. Her ne ki yok olması lâzımdır, ona “münteni’ül-vücut / olamazdı” derler. Her nesne ki ne varlığı lâzım olur, ne yokluğu lüzum bulur, ona “mümkün’ül-vücut / varlığı lâzım olur, ne yokluğu lüzum bulur, ona “mümkün’ül vücu / varlığı mümkün” adı verirler. O halde her şey ki mevcuttur: Ya varlığı lüzumludur veya varlığı mümkündür. Zira ki, var olan, var olduğu için vardır; kendi varlığı için ya başkasına muhtaçtır ya muhtaç değildir. Eğer başkasına muhtaç değilse; o, varlığı mutlak olandır ki, bu Allah’dır. Eğer muhtaç ise; o, varlığı mümkün olandır ki, bu âlemdir. O nesne ki mevcut değildir, Allah Taâlâ’nın ortağıdır ki, yoktur. Zira ki filozoflar demişlerdir ki: Mümkün değildir ki var olan yok ola. Belki var olan sürekli vardır, yok olan sürekli yoktur. Lâkin mümkündür ki var olan bir mertebeden bir mertebeye; bir nitelikten bir niteliğe dönüşür ve değişir: Basit cisimlerin bileşik, bileşik cisimlerin basit olduğu gibi. Halk, bu değişimleri seyrettikte; zannederler ki yok olan var olur, var olan yok olur. Şimdi vacib’ül-vücudun ispatı ortadadır. Şu delil ile ki: Mümkün olanlara mevcut derler, halbuki mümkünlerin var olması başkasındandır. elbette o başkası varlığı gerekli ve mutlak olana gider. Zira ki, varlığı gerekli olan olmadıkça, varlığı mümkün olan da olmaz. Yani önce kendisine muhtaç olunan varlık gereklidir ki, filan nesneye filan nesne muhtaçtır demek doğru ola. O halde, bütün bu deliller ile varlığı lüzumlu olan Allah Taâlâ hazretleri, sâbit ve âyân olmuştur.

Kaynak : Marifetname – Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri

..

Posted in Allah, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Marifetname, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | 1 Comment »

“YALLAH” DEĞİL, “Y ALLAH”

Posted by Site - Yönetici Kasım 6, 2009

Allah c.c

“YALLAH” DEĞİL, “YÂ ALLAH”
“Harf-i tâ’rifdeki ‘elif’ sadece Allah lafzında katı’ okunacak. Yani: ‘Yallah’ denmeyecek de, ‘Ya Allah’ denecektir.”


Bazı gafil anne-babalar, bir yaşına gelen, konuşmaya çalışan yavrularına, ‘Anne de! Baba de!’ diye ısrar etmektedirler; bu çok yanlıştır. Çocuklarımıza ilk kelime olarak, ‘Allah’ın adını söyletmeliyiz ki, son sözleri de Allah olsun. Ve imanla bu âlemden öteki âleme gidip, Cemâl-i İlâhi ile müşerref olsunlar.”

Nitekim Kur’an-ı Kerim’de,Bunların (Müslümanların) dualarının sonu, bütün (hamdler) âlemlerin Rabb’ına mahsustur şeklinde olacaktır”(15) buyurulmuyor mu?

15) Yunus sûresi, 9. ayet sonu…

Posted in Allah, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

Allah’a ibadet, anne-babaya itaat, zencilerin ırkı-soyu

Posted by Site - Yönetici Kasım 30, 2008

Allah (2)

Allah’a ibadet, anne-babaya itaat, zencilerin ırkı-soyu 

“Rabbin kesin olarak şunları hükmetti (emretti): 

– Ancak kendisine ibadet edin, 

– anne ve babaya iyilik edin. 

– Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara ‘öf‘ bile deme ve onları azarlama. 

– İkisine de tatlı ve güzel söz söyle. 

– İkisine de acıyarak tevazu kanatlarını indir. 

– Ve şöyle de: ‘Ey Rabbim! Onların beni küçükten terbiye edip yetiştirdikleri gibi, sen de kendilerine merhamet et.’ 

Rabbiniz içinizden geçenleri çok iyi bilir. Eğer iyi kimseler olursanız, elbette ki Allah, kötülükten yüz çevirerek tevbeye yönelenleri son derece bağışlayıcıdır.” (İsra suresi, 23-25)

Burada Hz. Allah iki şey hususunda emir de değil, kesin hüküm vermiştir. Nitekim bu hususu bir başka ayet-i celilede de görüyoruz: “…Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf suresi, 40)

Bu ayetten de açıkça anlaşılıyor ki, Cenab-ı Hakk’ın bizlere olan birinci hükmü Allah’a kulluk, ikinci hükmü ise anne-babamıza ihsandır, iyilik etmektir.
Allahu zû’l-Celâl ve’l-Kemâl hazretleri bu ayet-i celile ile hem ruhen, hem bedenen Zat-ı Ecell-i Âlasını tevhid (birleyip) ve sadece kendisine kullukla bizleri vazifelendirmiş, Zat-ı Bâri’sinden başka hiç bir şeye ibadet etmememizi ferman buyurmuştur.

Çünki O; bizim yaradılış gayemizi, bizi yaratmasının asıl maksadını şöyle açıklamıştır: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zâriyat suresi, 56)

Yine Habibine şöyle emretmiştir: “Onun için öğüt ver, eğer öğüt fayda verirse.” (Â’lâ suresi, 9) Allah’ın Resûlü de bu emre uymuş; bozuk inançlara müptela, ölçüsü-tartısı-kilesi yanlış, imandan yoksun, akıl ve mantık mizanından mahrum müşrikleri imana davet ederek onları tedavi etmeye, doğru yola yönlendirmeye çalışmıştır.

Bugün de mukaddesatına hor bakan, din ve milliyetini şaşırmış, hangi milletin mensubu olduğunu bilemeyecek kadar aptallaşmış insanımızı vaazlarla, sohbetlerle, kitaplarla, yazılarla Allah’a kul olmaya, Resûlullah’a ümmet olmaya, anne-babaya da itaata çağıracağız ve hidayet yoluna dönüşlerini sağlayabilmek için elimizden gelen gayreti göstereceğiz.

Çünkü sağlam bir akla sahip olan herkes bilir ki; kendisi dahil tüm insanlık yeryüzündeki en küçük bir varlığı halk edip, onu bir kaç saniye bile yaşatmak kudret ve kabiliyetinden mahrumdur. Kul, tam bir acziyet içinde olduğunu itirafla, kendi yaratıcısının da, kâinatı yaratan Allah Teala olduğunu tasdik ve onu tevhid ile/birlemekle mükelleftir.

Aslında, mutlak acz içindeki insan, hatadan-günahtan uzak olmadığına göre, acziyetini kabullenerek ehlini bulup onu dinlemek mecburiyetindedir. Ehlini bulup dinlememek, batıl ve cehalette ısrar etmek ise, fikrini ıslah etmekten korkmak ve müptela olduğu hastalıktan kurtulmak istememektir.

Böyleleri aslında muhatap bile alınmaya değmez. Bunlara konuşmaya, anlatmaya bile gerek yoktur. Ama arzusu Hakkı-hakikatı bulmak olan kimseler dinleri tektik eder, sorar öğrenir. Şurası da muhakkak ki, her insan bir diğerinin gördüğünü göremediği gibi, bildiğini de bilemez. Dolayısıyla kendisi göremeyip bilemediği için, bir diğerinin görüp bildiğini de inkâr edemez, etmemeli. Müslümanların yaşadığı ülkede topluma küfür ve mel’ânet (dil ile, kalem ile, medya yoluyla) saçmaya da asla hakkı yoktur! Olmamalı…

Üzerinde yaşadığımız küre-yi arzı bir topaca benzetip, dönüp duruyor diye gözü kapalı konuşup, onu yaratını ve döndüreni tanımamak; bir saati gördüğü-bildiği-kullandığı halde onu yapan, kuran ve çalıştıran ustanın varlığını inkârdan daha âdice bir nankörlük değil midir?

Tenasül nizamını inkârla, yani insanların Hz. Âdem’den çoğalıp geldiğini kabul etmeyerek, insanların maymundan tekâmül ettiğini iddia eden, Yahudi Darvin nazariyesinin zehirlediği dimağlara sorulsa, dense ki; “Neden bu hadisenin bugüne kadar başka bir emsali yoktur? Neden hâlâ günümüzdeki maymunlar tekâmül edip, insan olmuyor? Neden hâlâ hiçbir kimse değil bir canlı, bir damla kan bile halk edemiyor?” Verecekleri cevap var mıdır?

Öyle ise, insanların aslı Kitab-ı İlahi’de beyan buyrulduğu üzere Hz. Âdem’dir (a.s.). Batıl iddia sahipleri için, bugün tek çıkar yol vardır. Ya Âdem’i (a.s.) ve onun yaratıcısı Allah’ı tanıyacaklar, ya da gökten inen bütün kitapları ve tarihçilerin yazdıklarını tamamen inkâr edeceklerdir.

Şüphesiz ki her akl-ı selim/sağduyu sahibi Ata’sını da, Allah’ını da tanır…

Malum olduğu üzere Mevla-i zû’l-Celâl insanı bütün mahlûkatın en mükerremi-üstünü, en şereflisi olarak yaratmıştır.

***

ALLAH’A İBADET – KULLUK

Kul, amiri olan Mevla’sının memuru bulunduğunu bilip, emrolunanları gerektiği gibi edâ ve ifa etmeye çalışmalıdır. Madem ki biz “Elestü bezmi”ndeki (ahdindeki) ezeli tasdik ile, Allah’ın varlığına-birliğine şahadet getirdik “Belâ (evet)” dedik,  öyle ise, Allah’a hamdolsun ki hepimiz mü’miniz. Ama bu sözümüzün doğruluğunu, sıhhat ve samimiyetini, ibadetimizle göstermek, ahlakımızla isbat etmek mecburiyetindeyiz.

Hizmetini yapmayan bir hizmetkâr, Efendisi yanında nasıl boynu bükükse, ibadetsiz kulun da Allah yanındaki hali o olacaktır!

***

ALLAH’A İBADETTEN HEMEN SONRAKİ VAZİFEMİZ 

Allah’a ibadetten hemen sonraki vazifemiz, anne-babamıza iyilik ve ihsan etmektir. İşte bunu da Cenab-ı Hak, “(Mâsıyet olmamak şartıyla) anne-babaya itaat etmeyi ve onlara iyi muamelede bulunmayı(Lokman Suresi, 15) emrediyor… 

Peygamberimiz de bir hadisinde buna açıklık getirerek, “Anne-babaya itaat etmek, Allah’a itaat etmek demektir. Anne-babaya isyan etmek ise, Allah’a isyan etmektir” buyuruyor. (Muhtaru’l-Ehadis, Harf-i Tı)

Anne-babaya isyan, Peygamberimiz’e ve dinimize göre büyük günahlardandır ve ahiretteki azabı şöyle dursun, dünyada da bu isyanın cezası peşindir.

Sevgili Peygamberimiz bir diğer hadisinde, “(Ne sebeple olursa olsun), sakın annenizden-babanızdan yüz çevirmeyiniz. Kim anne-babasından yüz çevirirse, muhakkak o küfretmiş olur (en azından nankör kimselerden olmuş olur). (Muhtaru’l-Ehadis, Harf-i La)

Yine Rasûlüllah Efendimiz meşhur hadisinde, “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyurmuyor mu?

Bizim zahiri varlığımıza sebep olan anne-babalarımızın, çocukluğumuzda bize yapmış oldukları izzet-ikrâmı, koruyup yetiştirmek için olan çırpınmaları, bu yolda çekmiş oldukları zahmet ve meşakkatleri, göstermiş oldukları şefkat ve merhameti düşünüp, onlara kul-köle olmalı, ikrâm ve ihsanda kusur etmemeye çaba göstermeliyiz.

Sonra da Hz. Allah onlara karşı -mevzumuzun başında zikrettiğimiz bu ayette- beş vazifemizi sıralıyor: Yani anne ve babandan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ulaşır, acziyet haline gelirlerse (bakıma muhtaç olurlarsa) o zaman onlara karşı, sizin beş vazifeniz var, buyuruyor. Ve evladı bu beş mükellefiyetle/yükümlülükle görevlendiriyor: Sen onlara sakın öf deme! Sert davranıp, sert konuşma! Ve kendilerine karşı yüzünü ekşitip “Aman sende!” diyerek kalplerini kırma! Buradaki “öf” ile evladın anne-babasına ezâ verecek, onların gönlünü rencide edecek bilumum sözleri ve fiilleri harama dâhil olmuştur. Aynı zamanda burada, en aşağı mertebe ile en yüksek mertebeye tenbih/işaret/delalet vardır.

Dilerseniz şimdi de bunları maddeler halinde görelim…

1) Sanki Hz. Allah buyuruyor ki: Kendilerine karşı gücenip te “öf“ demenize bile razı değilim! Sizden, onların bütün ezalarına-cefalarına, sıkıntı ve meşakkatlerine karşı sabretmenizi istiyorum!

TARİHİ BİR VAK’A 

ZENCİ IRKININ MENŞEİ KİME DAYANIYOR? 

Nuh aleyhisselâm uyuyordu. Üç oğlu Sam, Ham ve Yafes yanına gelmişlerdi.
Hz. Nuh uyurken farkında olmadan bir taraftan diğer tarafa dönmüş ve bu dönüş esnasında avret yeri açılmıştı. Hz. Nuh’un oğullarından birisi, onun avret mahallini açık görünce gülmüş… Hz. Nuh da uyanınca ona, 

“Yüzün kara olsun!” diye beddua etmişti.

Bu beddua oğlunun yüzünü karartmakla kalmamış, ondan gelen bütün neslin de yüzleri, hatta bütün bedenleri kararmıştı. Nitekim rivayete göre bugün Afrika’nın bütün siyahları Hz. Nuh’un bu oğlunun çocukları olarak dünyaya gelmişlerdir. (Bkz. Ruhu’l-Beyan Tefsiri, Lokman suresi) 

2) Onların bir emri, bir teklifleri-istekleri olduğunda; gücün yettiği nisbette onları yerine getir. Ve sakın onları reddedip, isteklerini-arzularını geri çevirme! Yukarda da işaret ettiğimiz gibi, Hâlik’a isyan olmayan yerde anne-babaya mutlaka itaat gerekir… Aksi takdirde ise itaat edilmez. Çünkü Hz. Allah yine Lokman Suresi’nin 15. Ayetinde, anne-baba da olsa, Hâlik’a isyanla emrederlerse, onlara itaat etme, buyuruyor. Şöyle ki: 

Bununla beraber! O ikisi, hakkında hiç bir şey bilmediğin ve delilin de olmayan bir şeyi onlar bana ortak konuşmaya seni zorlarlarsa (putlara, taşlara, tapmanı senden isterlerse) işte o vakit, onlara itaat etme!” buyuruyor…

RESÛLULLAH’I AĞLATAN BİR HADİSE  Yazının devamını oku »

Posted in Allah, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Yorumlar | Leave a Comment »

Bütün varlıkları Allah yarattı, öyleyse Allah’ı kim yarattı?

Posted by Site - Yönetici Ağustos 28, 2008

Allah (4)

Bütün varlıkları Allah yarattı, öyleyse Allah’ı kim yarattı?

Zamanımızda saf zihinleri bulandırmak, körpe dimağları ifsat etmek için ortaya atılan sorulardan biri de “Bu mahlûkatı Allah yarattı, peki ya Allah’ı -hâşâ- kim yarattı?” sorusudur.

Aynı soru müşrikler tarafından bizzat Peygamber Efendimize (s.a.v.) sorulmuş ve bu soru üzerine Cebrail (a.s.), Allahü Azîmüşşân’dan İhlâs Sûresini cevap olarak getirmiştir. Bu sûre ile şirkin bütün nevileri kökünden kesip atılıyor, tevhidin bütün mertebeleri en güzel bir şekilde izah ve ispat ediliyordu. Resûl-i Ekrem Efendimiz (s.a.v.) de bu soruyu soran kimselere yine İhlâs Sûresi ile cevap verilmesini beyan buyurmuşlardır.(1)

Biz de Resûlulluh’a (s.a.v.) ittiba ederek bu soruya İhlâs Sûresi ile cevap vereceğiz. Cenâb-ı Hak İhlâs suresinde kendisini kullarına şöylece bildirmektedir:

“De ‘ki O Allah’dır, bir tektir. (O) Allah’tır, Samed’dir. Tevlid etmediği gibi, tevellüd de etmemiştir. Hiçbir şey O’nun dengi (ve benzeri) değildir.”

Bu sûre Allah’ın varlığının, birliğinin, eşi ve dengi olmadığının en güzel, en câmi’, en güzel bir ifadesidir ve Kur’ân-ı Kerîm’in tevhid noktasında bir özeti gibidir. Bu konudaki diğer âyet-i kerîmeler, bir bakıma bu sûrenin tefsiri hükmündedirler.

“De ki: O Allah’tır, Ehad’dir.”

Âyet-i kerîmedeki Allah lâfzı Cenâb-ı Hakk’ın zâtına işaret etmekte, Ehad ise, O’nun birliğini ifade etmektedir. Burada şunu belirtmek gerekir ki, Ehad ism-i şerifi “adet olarak” bir demek olmayıp, “yegâne birdir“, “tek birdir“, “şeriksiz birdir“, “kendinden başkası hep mahlûk olan bir” manasına gelir. Yâni O’ndan başka bütün birler adet olarak birdirler, mahlûkturlar, mümkindirler.

Cenâb-ı Hakk’ın zâtının bir olduğunu, kudsî mahiyetinin hiçbir mahiyete benzemediğini, mekândan ve zamandan, cisimden ve cisme ait bütün özelliklerden münezzeh olduğunu ifade eder.

Cenâb-ı Hakk’ı “Ehad” olarak bilen bir insan O’nu kimin yarattığı gibi bir sorunun ne kadar saçma olduğunu hemen anlar. Böyle bir mü’mini hiçbir vehim ve vesvese şüpheye ve tereddüde düşüremez.

“Allah Samed’dir.”

Yâni, O hiçbir şeye muhtaç değildir, herşey O’na muhtaçtır. Bütün istek ve arzulara cevap veren, bütün ihtiyaçları gideren yegâne merci O’dur.

“Lem yelid”

Yani, Ehad ve Samed olan Allahü Teâlâ, evlâd sahibi olmaktan, doğurmaktan ve bölünüp – parçalanmaktan münezzehtir.

“Allahü Teâlâ, Ehad, Samed olduğu için tecezzi etmez, O’ndan ne bir cüz, ne bir cevher, ne bir madde kopup ayrılmaz, çıkmaz ve O’nun cinsi, nev’i, benzeri olmaz, hiçbir ihtiyacı eksiği, gediği bulunmaz. Ancak O’nun ilminde bulunan mümkinattan dilediği O’nun yaratmasıyla husule gelir. ‘Ol’ demesiyle olur.”(2)

O Vahid-i Ehad bölünme ve parçalanmadan münezzeh olduğu için, kendi zâtından bir ilâh sudur etmesi muhaldir. Mahlûkatını ilmi, iradesi, kudreti ile yaratır. Yarattığı mahlûkatın O’na denk yahut O’ndan güçlü olması muhaldir.

“Ve lemyuled”

Yâni, bir başkasından doğmamıştır, sonradan olmamıştır; evveli yoktur, ezelîdir. O’nun olmadığı bir zaman tasavvur edilemez.

Bu ayet, Allahü Teâlâ hakkında babalığı, analığı, başkasından doğmuş olmayı reddetmekle, başta Hıristiyanların “teslis” akidesi olmak üzere her türlü velediyet fikrini reddeder.

“Ve lemyekün lehu küfüven ehad.”

Yâni, hiçbir şey O’nun dengi (ve benzeri) değildir. Merhum Elmalılı Hamdi Efendi, bu âyetin tefsirinde şöyle buyurur:

“Ne evvelinde doğuran bir sabıkı, mafevki, ne de âhirinde doğmuş, doğacak bir lâhiki, matahtı olmadığı gibi, O’na kadr ü şânında beraber olacak hiçbir vech ile hiçbir denk, ne zâtta, ne sıfatta hiçbir müsavi, hiçbir mümasil; ne zıtlaşacak, ne birleşecek hiçbir eş, ne arkadaş, ne rakip hiçbir şerik ü nazır olmamıştır ve olamaz. Yâni, ezelde olmamıştır. Ondan başka bir Vâcib-ül Vücûd daha yoktur, ezelde olmayınca sonradan lâyezelde olması muhal bulunduğunu da ihtara hacet yoktur. Çünkü sonradan olanda ne kadar kemâl farzedilse mümkün, hadis, mahlûk olacağı için O’na müsavi, O’na beraber olamaz.” (3)

Sûrenin önceki âyetleri tevhidin bütün mertebelerini özet olarak ifade ettiği gibi, bu âyet-i kerîme de Cenâb-ı Hakk’ın Zâtında benzeri, fiillerinde ortağı ve sıfatında benzeri bulunmadığını beyan ile şirkin akla gelebilecek bütün türlerini reddetmektedir.

İhlas suresinin kısa bir açıklamasını verdirten sonra söz konusu soru hakında şunları da ifade etmekte fayda görüyoruz:

Şu varlık âleminin yaratıcısı ancak ve ancak vücudu vâcib, ezelî ve ebedî, zâtında ve sıfatlarında benzeri bulunmayan Allah’dır. Elbette, O Zât-ı Akdes hakkında böyle bir soru sorulamaz. Çünkü kim yarattı sorusu ancak mahlûkat için sorulabilir.

Allahü Teâlâ Ehad’dir; birdir, zatında şeriki yoktur.

Allahü Teâlâ Samed’dir. Bütün mahlûkat yaratılmalarında, devam ve bekalarında, idare ve tedbirlerinde her an O’na muhtaçtır. Hiçbir şeye muhtaç olmayan O Ehad ve Samed hakkında böyle bir soru sormak O’nu tanımamanın, bilmemenin bir ifadesidir.

Allahü Azîmüşşân doğmadan ve doğurulmadan münezzehtir. Ezelî ve ebedî olan ve kendisinden üstün bir varlık tasavvur edilmeyen O Zât-ı Zülcelâl’in, bir başkasının tesiri ile, vücuda gelmesi nasıl tevehhüm edilebilir?

Allahü Teâlâ’nın eşi, benzeri, dengi ve küfüvvü yoktur. Ne ulûhiyyetinde, ne rubûbiyetinde, ne mabudiyetinde, ne hallâkiyetinde ve ne de hâkimiyetinde O’na denk ve misil olacak hiçbir varlık düşünülemez. Zerre kadar aklı olan bir insan böyle bir Zât hakkında bu çelişkili sorunun sorulamayacağını bilir.

Evet, “Cenâb-ı Hakk’ı –hâşâ– kim yarattı?” sorusunda açık bir çelişki vardır. Şöyle ki: Allahü Teâlâ Hazretleri’nin vücudu zâtidir. Ezelî ve ebedîdir. Eşi ve benzeri yoktur. Herşeyi yaratan ve herşeyin kendisine muhtaç olduğu bir Zata yaratılma izafe edilirse çelişki ortaya çıkar. Hakikatlerin zıddına dönüşmesi gerekir.

Soru bu hakikatin ışığında incelendiğinde şu tezatlar ortaya çıkar:

Allahü Teâlâ’nın -hâşâ- yaratıldığı vehmedilirse o halde, O Zât-ı Mukaddes’in hem ezelî, hem hadis (sonradan yaratılmış), hem Hâlık, hem mahlûk, hem sonsuz kadir, hem sonsuz âciz, kısacası, hem ulûhiyetin sonsuz kemâl sıfatlarına, hem de mahlûkiyetin sonsuz eksik sıfatlarına sahip olması lâzım gelir.

Soru böyle sonsuz çelişki ve zıtlıklar taşıdığı gibi, birçok imkansızlıkları da içine almaktadır. Bunlardan sadece birisi olan “Teselsülün muhaliyeti“ni nazara vermekle yetineceğiz.

Bir an için O Vâcibü’l-Vücud hakkında böyle bir soru sorulduğu farzedilse, o zaman bu soru o noktada kalmaz. Yâni Cenâb-ı Hakk’ı yarattığı vehmedilen o halikın da bir halikı, onun da halikı… sorulur. Böylece soru silsile haline sonsuza kadar gider. O hâlde bu sorunun mahiyeti muhale, imkânsızlığa dayanır ve böyle bir soru sorulamaz.

Teselsülün muhal olduğuna dair bazı misaller takdim edelim:

On-onbeş vagonlu bir tren düşününüz. Bu vagonlardan herbirisini bir önceki vagon çeker. Ve nihayet iş lokomotife dayandığında artık “lokomotifi kim çekiyor?” diye bir soru sorulamaz. Zira, çekip fakat çekilmeyen bir lokomotif olmazsa bu nizam bozulur ve hareket meydana gelmez.

Aynı şekilde, bir şekerin nasıl yapıldığını sorsak, bize cevaben, şeker fabrikasında yapıldığı söylenecektir. Şeker fabrikasmdaki âletlerin nerede yapıldığını sorduğumuzda onların da tezgâhları gösterilecektir. Sonunda mes’ele bir zatın ilmine, iradesine ve kudretine dayanmazsa, tezgâhın da tezgâhı sorulacak ve teselsüle gidilecektir.

Diğer taraftan bir elma, tabiri caiz ise, elma fabrikası olan ağacında yapılmaktadır. Bu ağaç ise kâinat fabrikasında inşa edilmiştir. Eğer elma ağacının da, kâinatın da yapılması sonsuz bir ilim ve kudret sahibine verilmezse, kâinat fabrikasına da bir fabrika, o fabrikaya da bir fabrika gerekecek ve çıkmaza girilecektir.

Bir nefer emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve başkumandan da padişahtan alır. “Ya padişah kimden emir alıyor?” şeklinde bir soru sorulamaz. Zira padişah da birinden emir alsa, o da raiyyet derecesine iner ve emir aldığı zât padişah olur. Bu durumda birinci şahıs padişah değildir ki: “Padişah kimden emir alıyor?” diye bir soru sorulabilsin. Padişah denilince, emir veren, fakat emir almayan bir hükümdar akla gelir.

Bu misâllerden anlaşıldığı gibi, bu kâinatın yaratılışının; zâtı, esması ve sıfatlarıyla ezelî ve ebedî olan Allah’ın ilim, irade ve kudretine dayanması zaruridir.

“Cenâb-ı Hakk’ı -hâşâ- kim yarattı?” diye firavunâne soru soranlar, “teselsülün muhal oduğunu” bilmediklerini ve nefisleriyle bir demogoji yaptıklarını açığa vurmuş olurlar. (4)

DİPNOTLAR
(1) Hak Dini Kuran Dili, 9/6272; Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir/Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları, 23/554-555; Suyûtî, Lübâbu’n-Nukûl, 11,199-211; âlÛsi, XXX, 27O-27I.
(2) Elmalılı Hamdi Yazır H.D.K.D., Cilt 9, s. 6321.
(3) Elmalılı Hamdi Yazır a.g.e., s. 6333.

Posted in Allah, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Soru Ve Cevaplar, Yorumlar | 1 Comment »

ALLAH’A TANRI DENİR Mİ? VE YARATMAK KELİMESİ

Posted by Site - Yönetici Nisan 20, 2008

Allah,rahim allah

ALLAH’A TANRI DENİR Mİ? VE YARATMAK KELİMESİ

Allah’a “tanrı” denip denmeyeceğini yine Allah’ın bize öğrettiği isimlerine bakarak cevap verelim.

Eğer Allah’ın ve Resulü’nün öğrettikleri isimler arasında varsa, Allah’a Rahman dediğimiz gibi tanrı da deriz. Ama yoksa, Allah kullarına kendini o isimle tanıtmamışsa diyemeyiz. Bu konuya bir ayetle açıklık getirelim;

“En güzel isimler (el-esmâü’l-hüsnâ) Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle dua edin….” (Araf 180)

Yani bu ayetin bir diğer mânası da, bu isimler arasında olmayan isimlerle dua etmeyin manasına da gelir. Kaldı ki, tanrı kelimesi yer tanrısı, gök tanrısı gibi insanlar tarafından uydurulan ve ilah olma özelliklerinden uzak olan şeyler için kullanılıyor.

Allah için de tanrı kelimesini kullanan kişinin kastı, yukarıdaki ilahlar kategorisinde Allah’a bir yer vermekse, bu niyet o insanı baş aşağı götürür, yok eğer cehaletinden dolayı söylüyorsa mâzur görülmesi umulur.

İnsanlar bile kendilerini kendilerinden düşük mahlûkat kategorisinde bir isimle anan kişilerden rahatsız olurlar. Mesela bir insanı “inek” diye çağırsak her halde memnun olmayacak ve tepki gösterecek, insan bile kendinden aşağı başka mahlûkların seviyesinde bir isimle isimlendirildiğinde sinirleniyorsa, Allah’ın cc. ne derece gazaplanacağı çok açık görülmektedir.

Bundan sakınmalı, böyle söyleyen insanları da tatlı bir şekilde uyarmalıyız…..

Bilhassa dinle pek alâkası olmayan kişilerin Allah demeyi dillerine yakıştıramadıkları için (veya Allah ismini söylemek onların dillerine yakışmadığı için) özellikle Allah demeyip “Tanrı” demeye özen gösterirler.

Ama çok enteresan bir tesbit vardır: Bir kaza bela, zelzele ve ölüm ve bir tehlike anında hiç kimsenin (Tanrı Tanrı) diye bağırdıkları duyulmamıştır. Hepsi Allah Allah diye bağırırlar. Çünkü “Allah c.c lafzı” Cenâb-ı hakkın 99 ismini içinde gizleyen en büyük ismi dir.

Bir de yine bir çok insan tarafından çok kullanılan sakıncalı bir kelime “Yaratmak” Yaratmak Ancak Allah’a mahsustur. Bu kelimeyi dilimize sokanlar kasdi olarak sokmuşlardır ve bir çok insanın dilini de ifsad etmekte başarılı olmuşlardır. (Benim yarattığım eser, Olay yarattı, Bazı sanatçılar için: o’nu yaratan benim) gibi dinen insanı tehlikeye düşürecek kelimeler çok kullanılmaktadır.

Aslında bu kelimenin dilimize sokulmasındaki asıl sebep “Allah’ın hâlık” yaratıcılık vasfını, yaratmak Allah’a mahsus değildir, bak biz de hâşâ yaratabiliyoruz imajını meydana getirerek insanların inanç ve itikadını bozmaktır. Yaratmak yoktan var etmektir, Yâsin-i şerifin son âyetlerinde “Cenâb-ı hak bir şeyin olmasını murâd ettiği zaman ol der hemen oluveriri” buyuruluyor. İnsanların bunu yapmaları mümkün değildir, insanlar ancak “Allah’ın önceden yarattığı şeyleri açığa çıkarıp icâd edebilirler)

Onun için bu kelimeyi Allah’ın dışında başka sözlerin içinde kullanmamaya özen göstermeliyiz. Bile bile bu kelimeyi kullanan insan dinden çıkar.

İnanan insanların bu konularda çok hassas olmaları gerekmektedir.

Posted in Allah, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Yorumlar | Etiketler: , | Leave a Comment »