Göynem – Beyşehir

İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Archive for the ‘Ashab-ı Kram’ Category

Sahabe-i Kiram ve Bizler

Posted by Site - Yönetici Ağustos 30, 2020

Sahabe-i Kiram ve Bizler

Hasan (Basrî k.s.) hazretleri buyurdular:
Bedir savaşına katılmış olan yetmiş kadar sahabe-i kiram (r.a. ecmeîn) hazerâtını gördüm. Onlar, Allâhü Teâlâ hazretlerinin kendilerine helal kıldığı şeylerden (öyle kaçınırlardı ki,) Allâhü Teâlâ hazretlerinin size haram kılmış olduğu şeylerden sizin zahid olmanız (çekinmenizden) daha çok zâhid idiler…
Onlar, sizin rahatlığa sevinmenizden çok daha şiddetli bir şekilde belâlara seviniyorlardı.
Eğer sizler, onları görmüş olsaydınız, elbette;
-“Muhakkak bunlar deli!” derdiniz.
Eğer o sahabeler, sizin en seçkinlerinizi ve en hayırlılarınızı görmüş olsalardı elbette ki;
-“Bunlar için asla kurtuluş yoktur!” derlerdi.
Ve eğer onlar, sizin en şerlilerinizi görmüş olsalardı; onların hesap gününe iman etmediklerine hükmederlerdi.
O sahabelere, eğer dünya malı arz olunsaydı, kalblerinin bozulma korkusundan onu terk ederlerdi.

İsmail Hakkı Bursevi (k.s. ) Ruhu’l Beyan Tefsiri: 9/421-422.

Posted in Ashab-ı Kram, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | 1 Comment »

Bir âyete bir servet bağışladı

Posted by Site - Yönetici Mart 22, 2017

Bir âyete bir servet bağışladı

Her Müslüman, “Kur’an-ı Kerim’e tâbîyim.” der. Ancak, Ashab-ı Kiram’dan öğreniyoruz ki asıl mesele, bu son mukaddes kitaptan bir ayet duyduğunda malını feda edecek kadar tabi olmaktır.

Bir gün Ashâb-ı Kirâm, Mescid-i Nebevî’de toplanmış, Rasûlullâh’ın feyizli sohbetini dinlemekteydiler. Peygamber Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bir ara şu âyet-i kerîmeyi tilâvet buyurdular:

َ “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e (yâni hayrın kemâli­ne) eremezsiniz! Her ne infâk ederseniz, Allâh onu hakkıyla bilir.” (Âl-i İmrân, 92)

Derin bir vecd hâlinde Rasûlullâh’ı dinleyen Ashâb-ı Kirâm, bu âyet-i ke­rîmeyi de kendi iç dünyalarının derinliklerinde hissedebilmenin ve bu ilâhî dâ­vetin muhtevâsından hareketle, ellerinde ne varsa hepsini infâk edebilmenin muhâsebesine dalmışlardı. Bu mübârek sahâbîlerden biri de Ebû Talha -radıyallâhu anh- idi. Onun Mescid-i Saâdet’e yakın, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan kıymetli bir bahçesi vardı ve burayı pek se­verdi. Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’i sık sık dâvet edip ikramlarda bulunarak da bahçesini bereketlendirirdi.

ALLAH’IN GÖSTERDİĞİ İSTİKAMET

Ebû Talha -radıyallâhu anh-, bu âyet-i kerîmenin tesiriyle, Rasûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem-’e gelerek şöyle dedi: “–Yâ Rasûlallâh! Cenâb-ı Hak kitabında: “Sevdiğiniz şeylerden infâk etmedikçe aslâ “birr”e eremezsiniz!..” (Âl-i İmrân, 92) buyuruyor. Şüphesiz servetim içinde en kıymetli ve bana en sevimli olanı, Beyruhâ diye bilinen bahçemdir. Şu andan itibâren onu Allâh ve Rasûlü’ne bırakıyorum. Umarım ki bu sâyede Rabbim beni birre (hayrın kemâline) ulaştırır ve onu bana âhiret azığı eyler. Yâ Rasûlallâh, artık bu bahçede Allâh’ın sana gösterdiği istikâmette tasarruf et.”

Rivâyetlere göre bu sözlerinin ardından Ebû Talha -radıyallâhu anh-, bu güzel kararını derhal tatbik etmek için bahçeye gitti. Bahçeye vardığında hanımını bir ağacın gölgesinde otururken buldu. Ebû Talha bahçeye girmedi. Hanımı sordu: “–Yâ Ebâ Talha! Dışarıda ne bekliyorsun? İçeri girsen ya!”

Ebû Talha: “−Ben içeri giremem, sen de eşyanı toplayıp çıkıver.” dedi. Beklemediği bu cevâb üzerine hanımı şaşkınlıkla sordu: “–Neden yâ Ebâ Talha! Bu bahçe bizim değil mi?”
Ebû Talha: “–Hayır, artık bu bahçe Medîne fukarâsınındır.” diyerek, âyet-i kerîmenin müjdesini ve yaptığı fazîletli infâkı sevinç ve neşe içinde anlattı.

Hanımının: “−Bahçeyi ikimiz nâmına mı, yoksa şahsın için mi bağışladın?” suâline de: “−İkimiz nâmına” diye cevap veren Ebû Talha, bu sefer hanımından huzur içinde şu sözleri dinledi: “–Allâh senden râzı olsun Ebû Talha! Etrafımızdaki fakirleri gördükçe aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir türlü cesaret edemezdim. Allâh hayrımızı kabul buyursun. İşte ben de bahçeyi terk edip geliyorum!” Ebû Talha’ya bu fedâkârlığı yaptıran ahlâk-ı hamîdenin ruhlarda kökleşmesi hâlinde ortaya çıkacak güzelliğin, insanlık sathında revaç bulmasıyla yeryüzünde nasıl bir asr-ı saâdet ikliminin oluşacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.

Posted in Ashab-ı Kram, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Hikayeler, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

Hazreti Erkam’ın Evinin Yerini Biliyormuyuz?

Posted by Site - Yönetici Ocak 13, 2017

hazreti-erkamin-evinin-yerini-biliyormuyuz

Hazreti Erkam’ın Evinin Yerini Biliyormuyuz?

islamda ilk vakfiyeyi biliyor muyuz?
Kabe yenileme projesi kapsamında kaybolmaya yüz tutan yerlerden biri de İslam’ın ilk okulu, ilk toplanma yeri olan Hazreti Erkam’ın evi.
Kabe çevresinde bulunan birçok tarihi öneme sahip yerin kayboluşu gibi Hazreti Erkam’ın -İslam’ın ilk okulu, ilk mescidi, ilk vakfı olan- evi de günümüze ulaşamadı.

Osmanlı’nın büyük değer verdiği Kutsal topraklardaki sayılı yerlerin başında gelen Hazreti Erkam’ın evinin yakınındaki kapıya Suudi Arabistan Bab-ul Erkam adını verdi.
Müslümanlar yıllarca Hazreti Erkam’ın evini Bab-ul Erkam aracılığıyla buldular.
Mescid-i Haram yeniden düzenlenirken yıkılan Hz. Erkam’ın evinin yerine denk gelen kapıya da yeniden ‘Erkam Kapısı’ ismi verildi.Kapı numarası yine 16 dır.

Hz. Peygamber’in Mekke’de geçirdiği zor dönemlerde hep yanında olan ve ilk Müslüman olan sahabelerden biri olma şerefine erişen Erkam bin Ebi’l-Erkam Abd-i Menâf bin Esed bin Abdullah bin Ömer bin Mahzûm’dur.
Hz. Ebubekir’in teşvikiyle İslam dinin kabul eden Erkam b. Ebi’l-Erkam’ın, “Zâlime karşı, mazlumla birlikte hareket edeceğiz” diye ant içtiği rivayetler arasındadır.
Hazreti Erkam denilince akla gelen konuların başında O’nun evi gelir.
Çünkü “Erkam’ın evi”, İslâm’da ayrı bir özelliğe sahiptir.
Söz konusu ev; Kâbe’nin batısında, Safâ ile Merve arasında, Safâ tepesinin eteklerinde, hacıların hac görevini yapmak için gelip geçtikleri en işlek bir yerdeydi. Erkam, ilk Müslümanların sıkıntılı günlerinde evini Resulullah’in ve dolayısıyla İslâm’ın hizmetine sunmuştu. Bu hareketiyle o, daima Hakk’ın ve haklının yanında olduğunu göstermişti.

Peygamberimiz (S.A.V), İslâm dînini burada gizlice yaymaya çalıştı. Mekke’de nâzil olan âyet-i kerîme ve sûrelerin bir çoğu bu mubârek evde geldi. Eshâb-ı kiram burada toplanır, Peygamberimizi (S.A.V) görmek ve Müslüman olmak isteyen kimseleri Dâru’l-Erkam veya Dâru’l-İslâm ismini verdikleri Hazreti Erkam’ın evine götürürlerdi.
Hazreti Hamza, Âmmar bin Yâser, Musab bin Umeyr, Akîl ve Iyâd bin Bükeyr, Süheyb bin Sinân (r.anhüm) ve birçok Sâhâbî burada Müslüman oldu.

Hazreti Erkam, İslâm tarihinde büyük önemi olan bu evini hiç satılmamak ve mirasçı olunmamak kaydı ile oğluna bıraktı. Bu evin ayrıca bir vakfiyesi de vardır. Bu vakfiyede şöyle yazılıdır. “Bu Erkamın Safâ’dan az ileride bulunan evi hakkında verdiği sözü ve vasiyyetidir. Arsası Harem-i şerîften sayıldığından bu ev de vakfedilmiştir. Satılmaz ve mirasçı olunmaz. Buna Hişâm bin Âs ve âzâdlı kölesi filân şahiddir.” Böylece İslâmiyet’te ilk vakfı yapmış oldu.

Medine’ye göç eden ve Resûlullah (S.A.V) ile birlikte Bedir, Uhud, Hendek ve diğer bütün savaşlara katılan Hazreti Erkam’a daha sonra zekât mallarını toplama hizmeti verildi.

Hazreti Erkam 53 (m. 673)’de 83 yaşlarında iken Medine-i Münevvere’de vefât etti. Hazreti Erkam’ın vasiyeti üzerine cenaze namazını Âşere-i mübeşşereden olan Hazreti Sa’d bin Ebî Vakkâs kıldırdı. Bâki’ kabristanına defnedildi.

Hazreti Allah şefeatlerine nail eylesin inşaAllah.

Posted in Ashab-ı Kram, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar, İslam Tarihi | Leave a Comment »

ESHAB-I KİRAMIN KIYMETİ

Posted by Site - Yönetici Mart 10, 2015

1121Kadir Gecesi

ESHAB-I KİRAMIN KIYMETİ

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
(Eshab-ı kiramı sevmek, onlara bağlı olmak, insanlar içinden beğenilmiş, süzülüp ayrılmış olan bu çok kıymetli tabakanın hayat tarzlarına imrenip onlar gibi olmaya özenmek, Allahü teâlânın en büyük nimetidir. Hadis-i şerifte, (Kişi sevdiği ile beraberdir) buyurulduğundan onları sevenler, onlar iledir. Cennette onların makamlarında, yakınlarındadır.) (Eshab-ı Kiram)

İbni Hacer-i Mekki hazretleri de buyuruyor ki:
(Ey kalbi Allahü teâlânın sevgisi ile ve Resulullahın sevgisi ile dolu olan Müslüman! Birinci vazifen Peygamber efendimizin eshabının sevgisini, ehl-i beytinin sevgisi ile kalbinde cem etmektir. Ehl-i beyti, Resulullahın evladı oldukları için sevdiğimiz gibi, diğerlerini de, Onun eshabı oldukları için sevmeliyiz! Çünkü, Eshab-ı kiramın nail oldukları şeref pek yüksektir. O şerefe başkaları kavuşamaz. O şereften birisi, Resulullahın mübarek nazarları onlara işlemiş ve hepsine manevi imdat ile yardım etmiştir. Bu hassa, bunlardan başkasında bulunmuyor.
Bunların kemalatına, geniş ilimlerine, Peygamber efendimizden aldıkları hakikat mirasına, sonra gelenlerden hiç biri kavuşamadı. Her Müslümanın bunların hepsini adil, salih ve veli ve âlim ve müctehid bilmesi lazımdır. Kendilerinden bir hata çıksa da cenab-ı Hak hepsini af ve mağfiret ile müjdeledi. Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah, Onların hepsinden razıdır. Onlar da, Allah’tan razıdırlar) buyurdu. Sahabe-i kiramdan birini kusurlu bilmek ve kötülemek, bu âyet-i kerimeye inanmamak olur.) [Sava’ik-ul-muhrika]

Bunun için bu mübarek insanlardan bahsederken sıradan bir insandan bahseder gibi konuşmamalıdır. Her zaman edepli, terbiyeli olmalıdır. Her birinin ismini hürmetle, saygı ile söylemelidir. Birinin adı söylenince “radıyallahü anh [Allah ondan razı olsun]” denir. İkisi için “radıyallahü anhüma [Allah o ikisinden razı olsun]” Birkaçı veya hepsi söylenince “rıdvanullahi teâlâ aleyhim ecmain” veya kısaca “radıyallahü anhüm [Allah onların hepsinden razı olsun]” denir.

Onların üstünlüklerini bildiren âyet-i kerimelerden bazılarının mealleri şöyledir:
(Muhammed [aleyhisselam], Allah’ın Peygamberidir, Onunla birlikte bulunanların [Eshabın] hepsi, kâfirlere karşı çetin ve birbirlerine karşı merhametlidir. Onları rükuya varırken, secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler. Onların nişanları yüzlerindeki secde izidir. Bu, onların Tevrat’taki vasıflarıdır. İncil’deki vasıfları da şöyledir: Onlar filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekine benzerler ki bu, ekicilerin de hoşuna gider. Allah böylece onları çoğaltıp kuvvetlendirmekle kâfirleri öfkelendirir. Allah, inanıp iyi işler yapanlara mağfiret ve büyük mükafat vaad etmiştir.) [Feth 29]
(Müminlerden, oturanlarla malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenler bir olmaz. Allah, malları ve canları ile cihad edenleri, derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı [Cenneti] vaad etmiştir; ama cihad edenleri, oturanlardan çok büyük bir ecirle üstün kılmıştır.) [Nisa 95]
(Allah [Eshabın] hepsine de en güzel olanı [Cenneti] vaad etmiştir.) [Hadid 10]

(Allah’a ve ahiret gününe inanan bir toplumun [Eshab-ı kiramın] babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa, Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk etmez. İşte onların [Eshab-ı kiramın] kalbine Allah, iman yazıp katından bir ruh ile onları destekledi. Onları içlerinden ırmaklar akan Cennetlere sokacak, orada ebedi kalacaklardır. Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan razıdır.) [Mücadele 22]

([Resulullahın eshabı olan] sizler, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.) [Âl-i İmran 110]
(Resulüm sana Allah yetişir ve seni müminlerle [Eshabınla] destekler.) [Enfal 62]

İbni Hacer-i Mekki hazretleri buyuruyor ki:
Araf ve Hicr surelerinde (Biz azimüşşan, onların kalblerindeki gıl ve gışşı nezettik) buyuruluyor. Yani kalblerindeki kin ve düşmanlık gibi şeyleri kökünden çıkarıp attık. Demek ki, hiçbir sahabi, başka bir sahabiye haset ve kin beslemez. Çünkü, hepsi Hakkulyakin mertebesine ulaşmışlardır. Aralarındaki savaşlar ictihad sebebi ile idi. Her biri, kendi ictihadı ile hareket etmeye mecbur olduğundan, hiçbiri kötülenemez. Eshab-ı kiramdan birini kötülemek, (Allah onlardan razıdır) mealindeki âyete inanmamak olur. (Tathir-ül-cenan)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Sahabe-i kiramın hepsi, sonra gelen Müslümanların hepsinden daha üstündür. Çünkü insanların en iyisinin sohbetinin üstünlüğüne benzeyen hiçbir üstünlük olamaz. Eshab-ı kiramın, İslamiyet’in zayıf olduğu ve Müslümanların az olduğu o zamanda, dini kuvvetlendirmek için ve Peygamberlerin efendisine yardım etmek için yaptığı ufak bir hareketine, o kadar sevap verilir ki, başkaları, bütün ömrünü, sıkı riyazetle ve ağır mücahedelerle ve ibadetlerle geçirse, o kadar sevap alamaz. (c.2, m.99)

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Her şeyin temeli vardır. Müslümanlığın temeli eshab ve ehl-i beytimi sevmektir.) [İ.Neccar]
(Eshabımın hiçbirine dil uzatmayın. Onların şanlarına yakışmayan bir şey söylemeyin! Allah’a yemin ederim ki, bir kimse, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshabımdan birinin bir avuç arpası kadar sevap alamaz.) [Buhari, Ebu Davud, Begavi]
(Ensarı müminden başkası sevmez, münafıktan başkası da buğzetmez. Ensarı seveni Allah da sever, onlara buğzedene Allah da buğzeder.) [Buhari]
(Eshabım gibi hiç kimse İslamiyet’e hizmet edemez.) [İ. Süyuti]
(Kimi çıkıp, Eshabımı kötüleyecek. Bunlar, Müslümanlıktan ayrılacaklardır.) [Beyheki]
(Eshabımın kusurlarını söylemeyin! Kalbleriniz onlara karşı değişir. Eshabımı iyilikle anın ki, kalbleriniz ülfet etsin!) [Deylemi]
(İnsanların en hayırlısı asrımdaki Müslümanlar [Eshab-ı kiram]dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin] dir. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin] dir. Artık bunlardan sonra yalan yayılır. Bunların [Eshabımın yolunda olmayanların] sözlerine ve işlerine inanmayınız!) [Buhari]
(Eshabımı, zevcelerimi ve Ehl-i beytimi seven ve onlara dil uzatmayan, Cennette benimle beraber olur.) [Ramuz]
(Eshabımı kötüleyen hariç, Kıyamette, herkesin kurtulma ümidi vardır.) [Hakim]
(Eshabım arasında fitne çıkacak, o fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine af ve mağfiret edecektir. Sonra gelenler, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme girecektir.) [Müslim]

Birbirlerini çok severdiler
Eshab-ı kiram, birbirinin dostu idi ve birbirini çok severdi. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İman edip de hicret edenler, Allah yolunda mal ve canları ile cihad edenler ve hicret eden eshabı barındırıp yardım edenler var ya, işte onlar birbirlerinin dostlarıdır.) [Enfal 72]
(İnanıp iyi işler yapanlar, Cennet ehlidir. Orada ebedi kalırlar. Onların altlarından ırmaklar akarken, kalblerinde kinden ne varsa hepsini çıkarıp atarız. Onlar derler ki: “Hidayetiyle bizi bu nimete kavuşturan Allah’a hamd olsun! Allah bizi doğru yola iletmeseydi kendiliğimizden doğru yolu bulamazdık. Rabbimizin resulleri gerçeği getirmişler.” Onlara: İşte size Cennet; yapmış olduğunuz iyi amellere karşılık ona vâris kılındınız diye seslenilir.) [Araf 42-43]
(Takva sahipleri, Cennetlerde ve pınar başlarında olacak, onlara “Emniyet ve selametle girin” denilecektir. Biz, onların kalblerindeki kini söküp attık; onlar köşkler üzerinde karşı karşıya oturan kardeşler olacaklardır.) [Hicr 45-47]
Ehl-i sünnet âlimleri, Eshab-ı kiramın birbirlerini çok sevdiklerini, birbirine karşı çok merhametli olduklarını, kalblerinde birbirlerine karşı en ufak kin bulunmadığını bildirmişlerdir. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Eshabımı seven, beni sevdiği için sever, sevmeyen de, beni sevmediği için sevmez.) [Buhari]
(Eshab ve akrabamı sevip Peygamberlik hakkımı koruyanları, Allahü teâlâ, dünya ve ahirette zararlardan korur. Onları incitenlere de azap eder.) [Taberani]

Ölürken bile birbirlerini düşündüler
Yermük harbinde, eshab-ı kiram birçok şehit verdi ve birçoğu da gazi oldu. Şehadet şerbeti içerken bile birbirlerine ne kadar bağlı olduklarını, birbirlerini ne kadar sevdiklerini gösterdiler.
Eshab-ı kiramın ileri gelenlerinden Hazret-i Huzeyfe anlatıyor:
Yermük muharebesinde idi. Çarpışmanın şiddeti geçmişti ve mızrak darbeleri ile yaralanan Müslümanlar düştükleri kızgın kumların üzerinde can veriyorlardı. Bu arada ben de, güç bela kendimi toparlayarak, amcamın oğlunu aramaya başladım. Son anlarını yaşayan yaralıların arasında biraz dolaştıktan sonra, nihayet aradığımı buldum. Fakat ne çare!.. Bir kan seli içinde yatan amcamın oğlu, göz işaretleri ile bile zor konuşabiliyordu. Dudakları hararetten adeta kavrulmuştu.
Daha evvel hazırladığım su kırbasının ağzını açtım suyu kendisine doğru uzatırken, biraz ötedeki yaralıların arasından İkrime’nin sesi duyuldu, (Su! su!…)
Amcamın oğlu Hâris, bu feryadı duyar duymaz göz ve kaş işaretiyle suyu hemen İkrime’ye götürmemi istedi. Kızgın kumların üzerinde yatan şehitlerin aralarından koşa koşa İkrime’ye yetiştim ve hemen kırbamı kendisine uzattım. İkrime elini kırbaya uzatırken Iyaş’ın iniltisi duyuldu: (Allah rızası için bir damla su!)
Bu feryadı duyan İkrime, elini hemen geri çekerek suyu Iyaş’a götürmemi işaret etti. Suyu o da içmedi. Ben kırbayı alarak şehitlerin arasından dolaşa dolaşa Iyaş’a yetiştiğim zaman kendisinin son nefesinde kelime-i şehadeti söylediğini duydum.
Benim getirdiğim suyu gördü. Fakat vakit kalmamıştı… Başladığı kelime-i şehadeti ancak bitirebildi. Derhal geri döndüm, koşa koşa İkrime’nin yanına geldim. Kırbayı uzatırken bir de ne göreyim! Onun da şehit olduğunu müşahede ettim. Bari dedim, amcamın oğlu Hâris’e yetiştireyim. Koşa koşa ona geldim. Ne çare ki o da ateş gibi kumların üzerinde kavrula kavrula ruhunu teslim edip, şehit olmuştu.

Şerife Şevval Kardelen 

Posted in Ashab-ı Kram, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar, Şerife Şevval Kardelen | 1 Comment »

Hiç Namaz Kılmadan Cennete Giren Zat.

Posted by Site - Yönetici Ocak 21, 2015

Hiç Namaz Kılmadan Cennete Giren Zat.

Hiç Namaz Kılmadan Cennete Giren Zat.

Hazret-i Ebû Hüreyre radıyallâhü anh:

Bana hiç namaz kılmadan cennete giren adamı söyleyiniz?” diye sordu. İnsanlar bilemediler ve:

O kimdir?” diye sordular. Şöyle buyurdu:

“Usayrim bin Abdüleşhel’dir. İslâm’ı henüz kabul etmeyenlerden idi. Uhud Harbi gününde Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) Uhud’a çıktığında Allâhü Teâlâ kalbini İslâm’a açtı da müslüman oldu. Kılıcını alarak harbe iştirak etti; şehîd edilinceye kadar çarpıştı. Onun hâlini Resûlullah Efendimize (s.a.v.) sordular;

Muhakkak o cennetliklerdendir” buyurdular. (Radıyallâhü anh)

Kaynak : Fazilet Takvimi : 21.01.2015

Posted in Ashab-ı Kram, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Hikayeler, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

Abdurrahman İbn Ebi Bekir

Posted by Site - Yönetici Aralık 25, 2014

Ashab,Ashabi kram,Sahane,SA'D İBN UBADE

Abdurrahman İbn Ebi Bekir

Sonuna kadar kahraman

İşte bütün derinlik ve boyutlarıyla Arabların karakterini açıkla­yan bir tablo…

İlk mü’mindi. Sadece kendi modelinde bir imanla Allah’a ve Resulüne iman eden Sıddîk’tı. Mağaradayken o, ikinin ikin-çişiydi. O, kavminin dinine ve Kureyş’in putlarına karşı yalçın kayalar gibi direnmişti!…

O, Bedir’e müşrik askerleriyle birlikte savaşmak üzere çıkmıştı…

Uhud’da da yine, Kureyş’in müslümaniarla. çarpışmak için savaşa getirdiği okçuların başındaydı…

İki ordu karşılaşmadan önce, adet olduğu üzere karşılıklı düello başladı…

Abdurrahman müslümanlardan, kendisiyle düello edecek birisini davet etmek üzere ortaya atıldı…

Babası Ebû Bekir Sıddîk [r.a.] oğluyla düello etmek için ona doğ­ru fırladı. Fakat Peygamber [s.a.v.) onu tutup babasıyla oğlunun dü­ello etmesine engel oldu…

İnancına mutlak bağlılığın asil bir arabi tarif ettiği kadar hiçbir şey onu tarif edemez.

O bir dine veya kesin kanaat getirdiği bir fikre inandığı zaman artık ondan kurtulmanın hiçbir yolu yoktur. Ancak hile ve sahtelik ol­madan aklını ve ruhunu dolduran yeni bir inancın onu yerinden uzak­laştırması müstesnadır.

Abdurrahman’ın babasına ofan saygısına, onun akıllılığına, ruhu­nun ve ahlâkının büyüklüğüne tam güvenine rağmen, inancına bağlılığı babasının kendisine üstünlüğünü kabul ettirmeye devam etti, ama babasının müslüman olması onu babasına uymaya teşvik etmedi.

Böylece o, kanaat ve inancının sorumluluğunu yüklenerek, Ku­reyş’in İlâhlarını savunmak; ölümden korkmayan mü’minlerle, onla­rın sancakları altında döğüşmek üzere yerinde durmgya devam etti…

Bu tip asil ve güçlülere mesafe uzasa da hakkı gizli kalamazdı…

Onların cevherlerinin asilliği, açıklık ve samimiyetlerinin nuru, en sonunda onları doğruya götürür ve onları doğrulukla, iyilikle bir­leştirir.

Bir gün kaderin saati Abdurrahman İbn Ebî Bekir es-Sıddîk için yeni bir doğumu ilan etmek için çaldı…

Hidâyet lâmbaları onun ruhunu aydınlattı ve ondan Cahiliyye’nin miras bıraktığı bütün karanlık ve sahtelikleri silip süpürdü, O etra­fındaki bütün varlık ve eşyalarda tek olan Allah’ı gördü. Allah’ın hi­dâyeti gölgesini onun gönlüne ve ruhuna yerleştirdi. İşte artık o da müslümanlardandı!…

Hemen ResûlüEİah’a (s.a.v.) gitmek ve hakk dinine girmek üzere kalktı.

Oğlunun Resûlüllah’a (s.a.v.) biat ettiğini görünce memnuniyet ışığının altında Hz. Ebû Bekir’in yüzü parladı.

O, küfründe mertti. İşte bugün o, mertler gibi müslüman oluyor­du. Onu, ne bir arzu itiyor ne de bîr korku sürüklüyordu. Ancak bu, Allah’ın hidâyetinin ve tevfikinin ona götürdüğü doğru bir inançtı.

Abdurrahman daha önce kaçırdığı şeyleri, Allah’ın elçisinin ve mü’minlerin yolunda en son gayreti sarfetmek suretiyle tamamlama­ya başladı.

Hz. Peygamberin (s.a.v.) ve ondan sonraki halifelerin günlerinde Abdurrahman hiçbir savaştan ve meşru hiçbir cîhâddan geri kalma­mıştır.

Yemame gününde onun büyük bir kahramanlığı vardır… Onun azim ve kahramanlığının Müseylime ve mürted ordusuna karşı çarpış­mayı kazanmada büyük bir rolü olmuştur. Hatta o, Müseylime’nin akıl hocası, mürted ordusunun içinde saklandığı kalenin en önemli yerle­rini kuvvetiyle koruyan Muhakkim ibnu’l-Tufeyl’in de işini bitiren kim­sedir. Muhakkim, Abdurrahman’ın darbesiyle düşüp etrafındakiler dağflınca kalede müslümanların içeriye daldığı büyük ve geniş bir ge­dik açılmıştı…

Abdurrahman’ın özellikleri İslâm’ın gölgesinde daha da parla­mıştı…

Onun inancına bağlılığı, doğru ve hakk gördüğü şeye tabi olma­ya kesin kararlılığı, sinsiliği ve dalkavukluğu reddetmesi…

Bütün bu huylar onun şahsiyetinin ve hayatının özü oldular ve bir arzunun veya bir korkunun te’siriyle asla ondan ayrılmadılar. Hat­ta, o korkunç günde, Hz. Muâviye’nin kılıç zoruyla Yezid’e biat’ı ka­rarlaştırdığı gün bile… Hz. Muâvîye Medine’deki valisi Mervan’a biat mektubunu yazdı ve onu camide müslümanlara okumasını emretti.

Mervan emredileni yaptı. Mektubun okunması biter bitmez Ab-durrahman İbn Ebî Bekir, camiye hakim olan korku ve endişeyi işiti­len bir delile ve açık bir mukavemete çevirmek için ayağa kalktı. Şöyle konuştu:

«— Vallahi, sîz Muhammed ümmeti için iyileri istemediniz, fa­kat siz onları Bizans hükümdarlarına çevirdiniz… Ne zaman bîr Bi­zans hükümdarı olsa, başka bir Bizans hükümdarı ortaya çıkar!»

Abdurrahman o anda, eğer Hz. Muavîye bu emrini icra eder, mil­letin idarecisini, vasıtasıyla seçtiği şuranın İslâm’daki hükmünü, ba­badan oğula ve tesadüfle, millete Kayser’den sonra bir başka Kay-ser’e uymayı mecbur kılan Kayserlik ve Kisrahk haline getirirse İs­lâm’ın başına gelecek bütün tehlikeleri gördü!…

Abdurrahman, bu sözlerle Mervan’ın yüzüne belâları haykırınca başlarında, Hz. Hüseyin İbn Ali, Abdullah ibnu’z-Zübeyr ve Abdullah îbn Ömer’in bulunduğu bir grup müslüman onu destekledi…

Sonra, Hz. Muâviye’nin kılıçla almaya karar verdiği bu biat kar­şısında, Hz. Hüseyin, ibnu’z-Zübeyr ve İbn Ömer’i (Allah onlardan razı olsun) susmaya mecbur eden zorlayıcı durumlar ortaya çıktı.

Fakat Abdurrahman İbn Ebî Bekir bu biatin batıl olduğunu açıkça söylüyordu. Hz. Muâviye birisiyle, ona yüz bin dirhem gönderdi. Bu parayla onun gönlünü almak istiyordu. Sıddîk’ın oğlu paraları fırlatıp, Hz. Muâviye’nin elçisine şöyle dedi:

«— Ona git ve şöyle söyle: Abdurrahman dinini dünya karşılığın­da satmıyor… »

Bundan sonra, Hz, Muâviye’nin Medine’ye gelmekte olduğunu öğrenince, hemen orayı terkedip Mekke’ye gitti…

Allah diledi ki ona böyle davranılmak ve kötü karşılanmak ye­terli olsun…

O, Mekke tepelerine varıp orada bir süre kaldıktan sonra Allah’a kavuştu…

Müslümanlar onu omuzlar üzerinde Mekke’nin yüksek tepesine taşıdılar ve onu Cahiliyye devrine de, müslümanlık devrine de şahit olan toprağın altına gömüldü!.

Onun müslüınanlığı doğru, hür ve cesur bir kimsenin müslüman-lığıydı… [1]

——————————————————————————–

[1] Halil Muhammed Halil, Sahabe Hayatından Tablolar, Uysal Kitabevi: 2/70-73.

Kaynak : Sahabe Hayatından Tablolar

Posted in Ashab-ı Kram, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Sahabeler - Ashab-ı Kram, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

Abdullah bin Zübeyr ( r.a.) Kimdir ?

Posted by Site - Yönetici Ocak 14, 2012

Abdullah ibni zubeyir kimdir,ebubekir,medine,kim kimdir,

Abdullah bin Zübeyr ( r.a.) Kimdir ?

Abdullah bin Zübeyr (r.a.) Aşere-i mübeşşereden Hazreti Zübeyr (r.a) in oğludur. Hazreti Ebu Bekir Efendimizin kızı Esma’nın (r.a.) oğludur. Medinede İlk, dünyaya gelen muhacir çocuğudur. 622 de medine yakınlarında Küba’da dünyaya geldi. 7 yaşında Resûlüllah Efendimize biat etti. 21 yaşında Bizanslılara karşı yapılan Tunus savaşında çok büyük yararlıklar gösterdi. Hazreti Muaviye’den(r.a) sonra Yezid’e biat etmedi. Hazreti Hüseyin Efendimizin Kerbela’da şehadetinden sonra Medine’de halifeliğini ilan etti. Medine’de 9 sene halifelik yaptı. Yezid’in yerine geçen Abdülmelik bin Mervan’m gönderdiği Haccac kumandasındaki bir ordu ile Kabenin yanında 691 senesinde şehid edildi. Pek çok hadis-i şerif rivayet etmiş büyük sahabilerdendir.

Kaynak: İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri, Fatih Yayınevi: 2/61-62.

Posted in Ashab-ı Kram, Diger Konular, Gündem, Genel, Kim Kimdir ?, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar | Leave a Comment »

AMR İBNU’L-AS

Posted by Site - Yönetici Mart 9, 2010

AMR  İBNU'L-AS

AMR İBNU'L-AS

AMR  İBNU’L-AS

Mısır’ı Bizanslılardan kurtaran.

Onlar, Kureyş içinde üç kişilerdi, davasına karşı koymak ve ashabına en şiddetli işkenceleri yapmakla Resûiüllah’i (s.a.v.] cok yormuşlardı…

Resûlüllah {s.a.v.) onlar hakkında beddua etmeye ve yüce Rabbine, onlara azabını İndirmesi  için yalvarmaya başladı…

Böyle dua edip dururken, ona şu âyet-i kerime nazil oldu: «Allah’ın, onların tövbelerini kabul veya onlara azap etmesi işiyle senin bir ilişiğin yoktur; çünkü onlar zalimdirler». (Alü İmran/12S) Peygamber [s.a.v.) bu âyetten, kendisine, onlara beddua etmekten vazgeçmesinin ve onların durumunu sadece Allah’a bırakmasının emredildiğini anladı…

Ya onlar zulümlerinde devam edecekler ve Allah’ın azabı onlara-inecekti…

Ya da tövbe ettikleri için Allah onların tövbelerini kabul edecek ve rahmeti onlara ulaşacaktı…

Allah onlar için tövbe ve rahmet yolunu seçti ve onları İslâm’a yöneltti…

Amr ibnu’I-As mücadeleci bir müsiümana, İsâm’ın yiğit komutanlarından bir komutana dönüştü…

Amr’ın niçin öy!e yaptığını anlıyamadığımız bazı tutumlarına rağmen fedakâr ve mücadeleci bir sahâbî olarak yaptıkları, gözlerimizi ve kalplerimizi ona doğru çevirtecektir.

Burada, Özellikle Mısır’da, İslâm’ı mükemmel ve şerefli bir din olarak, onun peygamberini rahmet, nimet, Allah’a davet eden, hayata doğruluk ve takva ilham eden büyük bîr doğruluk peygamberi, ola­rak gören kimseler olacaktır…

Yine, Mısır’a İsiâm’ı, İslâm’a Mısır’ı hediye etmek için kaderin kendisini bir sebep  ne sebep  kıldığı adama sevgiyle bilenerek bu imanı taşıyan kimseler olacaktır… Bu ne güzel hediyedir ve ne iyi hediye verendir.

İste o,  Amr  ibnu’l-As’tır. Allah ondan  razı   olsun…

Genellikle  tarihçiler Amr’ı  «Mısır Fatihi»  diye tarif etmişlerdir.

Ancak biz bu tarifte  ifrat ve tefrit görüyoruz. Belki Amr’a lâyık en  iyi tarif onu  Mısır’ın kurtarıcısı  adlandırmamızdır.

İslâm, modern anlayışla, ülkeleri fethetmek için fethetmiyordu. Ancak oraları insanları ve ülkeleri çok kötü işkenceye tabi tutan iki imparatorluğun hakimiyetinden kurtarıyordu. Bu iki imparatorluk, İran imparatorluğu ve Bizans imparatorluğuydu…

Mısır, özellikle, orada İslâm’ın öncüleri göründüğü gün Bizanslı­ların yağma yeriydi…

Mısır halkı  boş yere direniyordu… Memleketlerinin  tepelerinde  inançlı  birliklerin; «Allahu ekber,

Allahu ekber… sesleri gürlediğinde, hepsi gelen sabaha doğru şerefli bir kalabalık içinde koşuştular ve Kayser ve Bizanslılardan kurtuluşlarını onda bularak, ona kucak açtılar…

O halde, Amr ibnul’-As ve adamları, Mısır’ı fethetmediler, onlar sadece, akıbetinin hakka ulaşması, kaderinin adalete bağlanması, kendini’ ve hakiki durumunu Allah’ın kelimelerinin ışığında ve İslâm’ın prensiplerinde bulması için Mısır’ın önündeki yolu açtılar.

O (r.a.), savaşın sadece, kendisiyle, ülkeyi işgal eden ve halkın erzağmı yağmalayan Bizans askerleri arasında kalması için Mısır halkını ve kıptîleri  çarpışmadan  uzak tutmayı  çok  istiyordu…

Bu yüzden, onun o günkü hıristiyanların ileri gelenlerine ve bü­yük piskoposlara şu konuşmayı yaptığını  görüyoruz:

«— Allah Teâlâ Muhammedi hakk ile göndermiş ve o hakkı em­retmiştir.

O da (s.a.v.) peygamberliğini yerine getirip bizi açıklık üzerinde  yani açık ve doğru yol  üzerinde bıraktıktan  sonra gitti…

İnsanlara yumuşak davranmak onun bize emrettiği şeylerdendi. Böyle olunca, sizi İslâm’a davet ediyoruz…

Kim bizim davetimize icabet ederse, o bizdendir. Bizim lehimize olan onun da lehinedir. Bizim aleyhimize olan onun da aleyhinedir…

Kim bizim İslâm’a girme davetimizi kabul etmezse, ona cizye  yani vergi  teklif eder ve himayemize alırız…

Peygamberimiz bize, Mısır’ı fethedeceğimizi ve halkına iyi dav­ranmamızı söyledi. Bu konuda şöyle buyurmuştur: «Siz benden son­ra Mısır’ı fethedeceksiniz, oranın haîkı olan kıptîlere iyi davranınız Onlarla anlaşma ve akrabalık vardır…»

Eğer sizi kendisine davet ettiğimiz şeyi kabul ederseniz, sizin için anlaşma üstüne anlaşma vardır».

Amr sözlerini bitirir bitirmez bazı piskopos ve rahipler şöyle hay­kırdılar:

«— Peygamberinizin size tavsiye ettiği akrabalık uzak bir akra­balıktır, bunun gibisine ancak peygamberler ulaşırlar!…»

Bizanslı komutanlar boşa çıkarmak için gayret sarfetmişlerse de, Amr’dan korkanlar ve Mısır kıptîleriyle anlaşmak için iyi bir başlan­gıçtı…

Amr ibnu’l-As İslâm’a ilk girenlerden değildi. Mekke’nin fethin­den az önce Halid İbnu’l-Velîd’le birlikte müslüman olmuştu.

Gariptir ki, onun müslüman olması, Habeşistan’daki Necsşî’nin vasıtası ile başlamıştı. Çünkü Necaşî Amr’ı tanıyor ve Habeşistan’a çok sık gelmesi ve Necaşî’ye getirdiği birçok hediyeler sebebiyle ona saygı gösteriyordu. Bu ülkeye son gelişinde Arap yarımadasında tev-hîd (Allah’ın bir olduğunu) ve güzel ahlâkla seslenen bir peygamberin adı da gelmişti.

Habeşistan kralı Amr’a Muhammed’in Allah’ın gerçek elçisi oi-duğu halde, niçin ona iman etmeyip uymadığını sordu…

Amr da Necaşî’ye şunu sordu:

«— O,  gerçekten  Öyle  midir?»

”  Necaşî ona:

«_ Evet… Amr! Beni dirile de ona uy. Çünkü o, hakk üzerinde­dir. O, kendisine muhalefet edene kesinlikle üstün gelecektir» diye cevap verdi.

Amr hemen, Medine’ye dönmek, âlemlerin Rabbi Allah’a teslim olmak için gemiye bindi.

Medine’ye götüren yoida, Mekke’den gelmekte olan ve müslü-man olmak için Resûlüllah’a (s.a.v.) biat etmeye koşan Haltd ibnu’l-Velîd’le karşılaştı…

Onların gelmekte olduğunu gören Resûlüüah’ın (s.a.v.) yüzü se­vinçten parlayıp ashabına şöyle dedi:

«Mekke ciğerpârelerîni size attı…» Halid öne geçip biat etti…

Arkasından Amr ilerleyip:

«— Ya Resûlellah!

Ben sana, Allah’ın geçmiş günâhlarımı affetmesi ümidiyle biat ediyorum...» dedi.

Resûlüllah (s.a.v.) da ona:

«— Ya Amr!

Biat et, İslâm öncekileri keser, saymaz» diye cevap verdi…

Amr biat edip dehasını ve cesaretini yeni dinin hizmetine verdi…

Hz. Peygamber {s.a.v.) Refîk-i A’lâ’ya kavuştuğunda Amr Umman valisi idi…

Hz. Ömer’in halifeliği devrinde, Suriye savaşlarından sonra Mı­sır’ın Bizanslıların hakimiyetinden kurtulmasında şahit olunan kahra­manlığını gösterdi.

Keşke Amr ibnu’l-As içindeki başkan olma sevgisin* frenleyebil-seydi…

O zaman, bu sevginin onu tehlikeye atan bazı davranışlar! tamamen  önleyebilirdi.

Amr’ın başkanlık  sevgisi,  bir  noktaya kadar,  Allah vergisi  olan özelliklerinin otomatik olarak ifadesi demekti…

Hatta onun dış şekli, yürüyüş ve konuşmasındaki usûlü, onun başkanlık için yaratıldığını gösteriyordu… Hatta şöyle rivayet edil­miştir. Müminlerin emiri Ömer ibnu’l-Hattab bir gün Amr’ı gelirken görünce, onun yürüyüşüne gülüp:

«— Ebû Abdullah’a yeryüzünde başkan olarak yürümekten baş kası yakışmaz!» demişti!…

Gerçekten Ebû Abdullah (Amr) kendini bu haktan mahrum bırak­madı…

Hatta tehlikeli olaylar müslümanları siiip süpürürken bile Amr, bu olaylar karşısında bir başkan üslubuyla, hem de zekâsıyla, deha­sıyla, onu kendine güvenli hale getiren gücüyle bir emir üslubuyla davranıyordu!…

Fakat valilerini seçmede çok ihtiyatlı olan Hz. Ömer Amr’a gü­vendiği için onu Filistin ve Ürdün’e vali yapar. Sonra, Ömer kendi hayatı boyunca onu Mısır valiliğinde bırakır…

Hatta Emîrulmüminin, Amr’ın rahat yaşamada valilerinin devamlı aynı seviyede veya en azından halkın seviyesine yakın bir seviyede olmaları için onlardan istediği sınırı Amr’ın aştığını öğrendiğinde bile onu valilikte bırakmıştı…

Biz diyoruz ki: Halife Amr’ın, çok rahat bîr hayat sürdüğünü öğ rendiğinde  bile, onu  azletmedi. Ancak ona  Muhammed İbn   Mesle me’yi gönderip mallarının ve eşyalarının tümünü ikiye bölüp yarısın kendisine  bırakmasını ve  öbür yarısını  da Muhammed   îbn   Mesleme’yle Medine’deki Beytü’l-mâle göndermesini emretti.

Emîrulmüminin, Amr’ın başkanlık sevgisinin onu sorumlulukla­rında aşırılığa sevkettiğini bilseydi, temiz vicdanı bir an olsun onu valilikte tutmaya dayanamazdı.

Amr (r.a.) keskin zekâlı, ani buluşta güçlü ve derin görüşlüydü.,

Hatta Emirulmüminin Hz. Ömer (r.a.) kurnazlığı olmayan bir in­san görünce, hayretten ellerini çırpar ve şöyle derdi:

«— Sübhânellah!

Bunun yaratıcısıyla Amr İbnu’l-As’ın yaratıcısı aynı ilâh!.

Yine o, son derece cesur ve atılgandı…

Bazı yerlerde cesaretini dehasıyla karıştırır, fakat bu korkaklık veya telâşlılık zannedilirdi. Ancak Amr kendini tehlikeli darboğazlar­dan kurtarmak için müthiş bir ustalıkla hilesini yapardı!.

Müminlerin emiri Ömer, onun bu özelliklerini bilir ve onları takdir ederdi.

Bu yüzden, Mısır’a gitmeden önce onu, Suriye’ye gönderdiğinde, Emirulmüminine: Suriye’deki Bizans ordularının başında dahî cengâ-verİerden olan komutan Artabon var, denildi… Hz. Ömer’in cevabı şu oldu:

«— Biz Bizanslıların Artabon’una Arapların Artabon’unu attık. Bakalım, işler nasıl yoluna girer?!»

İşte Arapların Artabon’u ve tehlikeli dahîsi Amr’ın, ordusunu ye­nilgiye terkedip Mısır’a kaçan Bizans’ın Artabon’unu mahveden bîr galibiyetle yoluna girdi. Kısa bir süre sonra da, İslâm bayrağının, gü­venli evlerinin damlarında dalgalanması için Amr Mısır’da ona ye­tişti

Amr’ın zekâ ve dehasının parladığı ne kadar çok davranışı vardır. Biz onun hakem olayında, Ebu Musa el-Eş’ârî ile, durumu müslü-manlar arasındaki bir şuraya havale etmek için her birinin Aliyle Muâ-viye’yi azletmek üzere anlaştıklarında Ebû Musa’ya karşı tutumunu bu davranışlarından saymasak da, Ebû Musa anlaşmayı yerine getir­miş, Amr ise onu yerine getirmekten çekinmiştir.

Eğer onun kurnazlıkta ve ani buluşta ustalığına dair bir tabloya şahit olmak istersek, Mısır’da Bizanslılarla yaptığı savaş esnasında Babilyon kalesi komutanına davranışında böyle bir tablo vardır, (Baş­ka bir tarihi rivayette, anlatacağımız olay Yermûk’ta Bizanslı Artabon’Ia geçmiştir).

Artabon konuşmak için onu çağırmıştı. Bu arada bazı adamları­na, Amr kaleden ayrıldıktan hemen sonra tepesine bir kaya atmala­rını emretti. Amr’ın öldürülmesi kesinleşsin diye her şey hazırlan­mıştı…

Amr hiçbir şeyden şüphelenmeden komutanın yanına girdi. Gö­rüşmelerini yaptılar.

Kalenin dışına götüren yoldayken, surların tepesinde, hemen sakınma duygusunu harekete geçiren, kuşku veren bir hareketi far-ketti.

Hemen şaşırtıcı  bir davranışta bulundu.

Kendisini hiçbir şey korkutmamış ve hiç şüphelenmemiş gibi emin, sakin, ağırbaşlı adım ve duygularla kale komutanına döndü!…

Komutanın  yanına girip:

«— Sana açıklamak istediğim bir şeyi hatırladım. Beraberirrıdeki arkadaşlarımın arasında Peygamber’in (s.a.v.) ashabından İslâm’a ilk girenler var. Mü’minlerin emin onlara danışmadan hiçbir işe karar vermez. Savaşacakların ve askerlerin başına onları vermeden İslâm ordularından hiçbir orduyu göndermez. Benim duyduklarımın aynısını senden duymaları ve benim sahip olduğum bilgilere onların da sahip olmaları için onları sana getirmeyi düşündüm...» dedi.

Bizanslı komutan Amr’ın iyi niyetle, kendisine yaşama fırsatı ver­diğini zannetti! Böylece onun görüşünü kabul etsin ki, Amr yanında müslümanların ileri gelenlerinden, seçkin kişilerinden ve komutan­larından büyük bir sayıyla dönünce, sadece Amr’ın işini bitirmek yerine, onların  hepsinin  işini bitirsin…

Görülmeyecek bir şekilde Amr’ın öldürülmesi için hazırlanan plâ­nı erteleme emrini verdi…

Komutan izzet, ikram ile Amr’ı uğurladı, hararetle onu kucakladı… Kaleden  ayrılırken Arab’ın dahisi gülümsedi…

Sabahleyin Amr, ordusunun başında alaycı ve düşmanın başına gelenlere güler gibi kişneyerek kahkaha atan kısrağının üstünde ka­leye geldi.

Evet…  O da sahibinin kurnazlıklarından çoğunu biliyordu

Hicretin 43. yılında ölüm, Amr İbnu’l-As’a valisi olduğu Mısır’da geldi…

Göç anlarında hayatını anlatmaya başladı:

İlkin kâfir idim… Resûlüllah’a (s.a.v.) karşı en sert kişiler­dendim. Eğer o gün ölseydim. Cehennemi boylardım.

Daha sonra Resûlüllah’a (s.a.v.) biat ettim. İnsanlardan onun ka­dar sevdiğim ve gözümde onun kadar muhterem hiç kimse yoktu. Şa­yet benden onu tarif etmem istense bunu beceremezdim, çünkü say­gımdan dolayı ona bakamıyordum… Şayet o gün ölseydim, mutlaka Cennetlik olacağımı  umardım…

Daha sonra başıma idarecilik ve lehime mi, aleyhime mi olduğunu bilemediğim birçok şey  geldi..

Arkasından  gözünü, yalvarırcasına merhametli  ve yüce Rabbin yakarırcasma semaya kaldırdı ve şöyle dedi:

«— Allah’ım! Tertemiz (suçsuz) değilim ki özür dileyeyim. Aziz (güçiü) değilim “ki,  üstün geleyim,

Bana rahmetin (merhametin) yetişmezse mahvolurum». Devamlı yalvarıp yakardı. Nihayet ruhu Allah’a yükseldi. Son sö­zü de: ‘Lâ ilahe illallah oldu.

Amr’ın, İslâm’ın yolunu tarif ettiği Mısır toprağının altında cesedi vardır.

Amr’ın öğretmek, hüküm vermek ve idare etmek üzere oturduğu yerdeki toplantı tavanlarının altındajıâlâ devam ederken, Mısır’ın sağ­lam toprağının üstünde, içinde tek olan Allah’ın adının zikredildiği, duvarları arasında ve minberinin üstünden, Allah’ın sözlerinin ve İs­lâm’ın prensiplerinin ilân edildiği, Mısır’ın ilk camisi  Amr camii  vardır.

Kaynak :  Sahabelerin Hayatından Tablolar

Posted in Ashab-ı Kram, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | Leave a Comment »

SELMAN – I FARiSi

Posted by Site - Yönetici Mayıs 17, 2008

Selman-i Farisi ( r.a.)-selman-c4b1-farisi-e28093-silsile-i-saadat-altun-silsile-selman-c4b1-farisi-kabriselman-c4b1-farisi-kimdir

Selman-i Farisi ( r.a.)

Silsile-i Sadatin H.z Ebu Bekir`den ( r.a. ) sonraki ikinci halkasi Ebu Abdullah Selman-i Farisi ( r.a.) aslen iranlidir. Eski ismi ” Mabeh” olup peygamber Efendimiz tarafindan kendilerine ” Selmanu`l-hayr” lakabi verilmistir. Nesep zikrederek anilmak istendiginde ” Selman ibnu`l-islam ” denir.

Gencliginde Mecusi iken hak din askiyla ecdadinin dinini terk ile evvela Hristiyanligi kabul etmis ve daha sonra ahl-i kitabin beklemekte olduklari ahir zaman nebisinin hidayet gunesinin Arabistan ufkundan dogacagina dair ruhbanlarin isaretiyle ” O hidayet nuruna uymak belki bana nasip olur.” halis umidiyle oralara gitmeye davranirken refakatlerine dahil oldugu tacirlerin hiyanetiyle køle olarak Medine Yahudilerinden birine satilmistir. Lakin hak ve hakikati aramak hususundaki halis niyeti mukafatsiz kalmadi ve Cenab-i Hakk,Medine`de esaret zincirine dusmek felaketini, kiymet bicilemez bir nimete cevirdi.

Resulullah Efendimiz`e , alametlerini bir bir gørunce hemen iman edip ve hatta rahmet hazinesi Peygamberimizin yardim ve lutuflariyla hurriyetine kavusarak ashab-i kiramin ustunlerinden olmustur. ” Bedr ” ile ” Uhud ” gazalarinda bulunmasina Yahudi elinde esareti mani oldu ise de ” Hendek ” teten itibaren butun gazalara peygamber Efendimiz`den ayrilmadigi gibi H.z Ømer zamaninda, Sam ile irak fetihlerinin hemen hepsine de ihtiyar haliyle istirak etti. Hendek gazasi`nda Medine`yi dusman hucumundan kurtarmak icin etrafina hendek kazilmasini tavsiye eden de odur.

Rasulullah ( s.a.v.), ashab-i kiram arasinda kardeslik tesis buyurduklarinda Selman-i Farisi ( r.a.) de Ebu`d Derda ( r.a.) ile kardes edilmisti. Iran`in fethinden sonra H.z Ømer ( r.a.) tarafindan kisralarin payitahti olan ” Medayin`e vali nasbolunmus ve ” 35 ” senesinde , Hilye, Usdu`l-Gabe ve isabe`ye gøre 250 yasinda, Medayin valisi iken vefat etmislerdir.” ( Radiyallahu anhu ve kuddise sirruhu)

SELMAN-I FARiSi`NiN ( R.A.) iMANI

Selman-i Farisi ( r.a.) Hazretleri bunyesi kuvvetli bir zat idi. Medine-i Munevvere etrafinda hendek kazilirken on kisilik isi basariyordu. Gunde bes arsin derinliginde on bes arsin yer kaziyordu. Gerek imanindaki ihlasindan, gerek o gunlerdeki buyuk hizmetlerinden dolayi Sahabe-i Kiram Hz. Selman`i paylasamaz oldular. Muhacirin de, Ensar`da ” Selman bizdendir.” dediler. Resulullah ( s.a.v.) bu søzleri isitince ” Selman bizdendir. Ehl-i Beyt`tendir.” diye taltif buyurdular.

” Selman`a doyasiya ilim verilmistir.” Hadis-i serifi kendilerinin ilimdeki kemalatina delil oldugu gibi kisralarin mulkunu idareye me`mur Medayin valisi iken fakirligi tercih etmesi de zuhdunun kemaline sahittir.

Hasan- Basri Hazretleri buyurdu ki : Selman-i Farisi ( r.a.) son anlarinda: ” Rasulullah ( s.a.v.) dunya nimetlerinden kanaat edecegimiz miktarin ancak bir yolcu azigi kadar olmasi icin bizimle ahdetti de biz bu ahde sadik kalamadik ” diye agladi. Halbuki vefatindan sonar terikesine baktik, biraktigi malin kiymeti nihayet yirmi kusur, yahud otuz kusur dirhem idi.

Fazilet Takvimi

Hz Allah sefeatlerine nail eylesin, Bizler , ølmeden evlatlarimiza ne kadar mal birakacagiz diye buyuk bir yaris icerisindeyiz, Vay halimize.

Posted in Ashab-ı Kram, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Kim Kimdir ?, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | 1 Comment »

PEYGAMBERLERDEN SONRA BEŞERİN EN FAZİLETLİSİ

Posted by Site - Yönetici Şubat 27, 2008

mâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretlerinin söylediklerine kulak verelim

PEYGAMBERLERDEN SONRA BEŞERİN EN FAZİLETLİSİ

İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretlerinin söylediklerine kulak verelim(5).

“Halîfelerin daha faziletli olma durumları, hilâfet tertibi sıralarına göredir. Ehl-i Hakk’ın (Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat âlimlerinin) icmâı-ittifakı şu mânâ üzerinde toplanmıştır:

“Peygamberlerden (aleyhimüsselâm) sonra beşerin en faziletlisi Hazret-i Ebû Bekir, sonra Hazret-i Ömer’dir.’ (Radıyallâhü anhümâ)

“Fakîrin anlayışına göre, daha faziletli olmanın sebebi; elbette ki menkıbelerin ve meziyetlerin çokluğundan dolayı değildir. Asıl sebep; imanda, infakta, bezl-i nefs etmekte önceliği almasıdır. (Yani Allâh’a ve Rasûlüne iman etmekte, onun rızâsı için bütün malını-mülkünü hiç esirgemeden bol bol sarfetmekte, hiçbir tereddüt göstermeden bezl-i vücûd edip canını ortaya koymakta herkesi geçmiştir.) Bu yapılanlar da dînin te’yidi (kuvvetlenmesi), Seyyidü’l-mürselîn Rasûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.)şerîatinin tervîci (yayılması) içindir.

“Dinî umûrda sâbikûn, lâhikûnun üstâzı gibidir… (Yani dinle ilgili işlerde ilkler, sonrakilerin hocası mesabesindedir.) Sonrakiler kavuştukları, sahip oldukları her şeye, ilklerin devlet sofrasından nâil olurlar.

“Üstte anlatılan bu üç kâmil sıfatın tamamı, Hz. Sıddîk’a inhisar etmiştir, ona mahsustur. O kimse ki, imanda başta olmak ve (Allah yolunda) mal harcamak, nefsi bezletmek hasletlerini (kendisinde) birleştirmiştir; işte o, Hz. Sıddîk’tir (r.a.). Bu devlet, ümmet içinde ondan başkasına müyesser olmamıştır.

“İrtihâli ile son bulan hastalığı esnasında Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“İnsanlar arasında, nefsinde ve malında bana emniyet eden Ebû Bekir bin Ebî Kuhâfe’den başka kimse yoktur. Eğer insanlardan bir halîl edinecek olsaydım, Ebû Bekir’i kendime halîl edinirdim. Lâkin İslâm kardeşliği daha faziletlidir. Ebû Bekir’in penceresinden başkasının penceresini bana kapatınız. Allah Teâlâ beni size gönderdi, sizler yalanladınız. Halbuki Ebû Bekir tasdik etti. Malını ve canını bana bıraktı. Bu durumda arkadaşımı bana bırakır mısınız?”

“Ve yine Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:

Eğer benden sonra peygamber (gelecek) olsaydı, elbette Ömer b. Hattâb olurdu.

“Emîru’l-mü’minîn Hz. Ali (r.a.) şöyle dedi:

Ebû Bekir ve Ömer, bu ümmetin en faziletlileridir. Her kim beni onlardan üstün görürse müfterîdir, iftirada bulunmuştur; binaenaleyh müfterîlerin dövüldüğü gibi, onu kamçı ile döverim.

“Hayru’l-beşer Rasûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) ashâbı (r.anhüm) arasında vâki olan muhârebe ve münâzaalar, iyiye-hayra yorulmalıdır. Onlar, hevâ ve heves zannından, hatta riyâset (başa geçmek, başkan olmak) ve makam sevdasından, rütbe ve mevki talebinden de uzak tutulmalıdır. Zira bütün bu rezillikler nefs-i emmâreden gelir. Halbuki bu büyüklerin nefisleri, Hayru’l-beşer Rasûlüllah Efendimiz’in (s.a.v.) sohbeti ile saf ve tertemiz olmuştur.

“Ne var ki, hilâfeti hakkında meydana gelen muhârebe ve münâzaalarda, hak Hazret-i Ali tarafında idi. Muhalifleri ise, ictihâdî bakımdan hatalı idiler. Böyle bir hatada da, fâsıklıkla itham şöyle dursun, ayıplamaya ve ta’n etmeye (onlar hakkında kötü konuşmaya) dahi yer yoktur. Zira bütün sahâbe âdildir, rivâyetleri de makbuldür. Hz. Ali’nin muvâfıkları ve muhâlifleri rivâyetlerde doğru olmakta bütünüyle müsâvidir, itimada şâyandırlar. Onların muhârebe ve çekişmeleri, biribirlerini yaralamak için olmamıştır.

“O bakımdan hepsini sevmek gerekir. Zira onları sevmek, Rasûlüllah’ı (s.a.v.) sevmektir. Çünkü Rasûlüllah Efendimiz şöyle buyurdu:

“Bir kimse onları (ashâbımı) severse, beni sevdiği için sever.’

“Ve yine ashâba, buğzedilmemesi yani onlara karşı düşmanlık hissi, kin ve nefret duyguları taşınmaması lâzımdır. Zira onlara buğzetmek, Rasûlüllah’a (s.a.v.) buğzetmektir. Nitekim bu mânada Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:

“Onlara buğzeden, bana buğzettiğinden dolayı buğzeder.’

“O yüzden bu büyüklere hürmet ve saygı göstermek, Hayru’l-beşer Rasûlüllah Efendimiz’e (s.a.v.) hürmet ve saygıdır. Onlara saygının olmayışı da, Resûlüllah Efendimiz’e hürmet ve saygının olmayışındandır. Anlatılan bu mânâdan ötürü münasip olan şudur:

Ashâbın, istisnâsız tamamına hürmet ve tâzim gösterilmelidir; zira onlara yapılan saygı ve hürmet, Resûlüllah Efendimiz’e yapılmış olmaktadır.

“Şeyh Şiblî (k.s.) şöyle dedi:

“Ashâbına tâzim etmeyen, (onlara hürmet ve saygı göstermeyen) Allâh’ın Resûlü’ne iman etmemiştir.”

DİPNOTLAR
(1) Bakara sûresi, 3/30; Çantay, Hasan Basri, Kur’ân-ı Hakîm ve Meal-i Kerîm, İstanbul, 1, 18
(2) Yûnus sûresi, 10/14; Çantay, Hasan Basri, a.g.e., İstanbul, 1, 307
(3) Fetih sûresi, 48/29.
(4) Tercüman, Sahâbiler Ansiklopedisi, 5-8.
(5) el-Mektûbât, 3, 17

Posted in Ashab-ı Kram, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, İmam-ı Rabbani | Leave a Comment »