Archive for the ‘Mahşer’ Category
Posted by Site - Yönetici Ekim 6, 2015

Sûr Nedir?
Hadis-i şerifte buyuruldu:
-“Şüphesiz Allâhü Teâlâ hazretleri gökleri ve yeri yaratma işinden fariğ olunca (bitirince) Sûru yaratarak, onu İsrafil Aleyhisselâm’a teslim etti. İsrafil Aleyhisselâm, onu ağzının üzerine koydu. Ne zaman üflemekle emir olunacak diye gözünü Arş’a dikti…
” Ebû Hüreyre (r.a.) hazretleri buyurdular:
-“Sûr nedir?” diye sordum.
Efendimiz {s.a.v.) hazretleri buyurdular:
-“Boynuzdur!” Ben yine sordum:
-“O nasıl bir şeydir?” Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
-“Çok büyüktür.
Nefsim kudret elinde olan Allâhü Teâlâ hazretlerine yemin olsun ki, şüphesiz ondaki bir dâirenin büyüklüğü gök ve yer gibidir...”
Denilir ki; Sûr’ün delikleri, mahlûkatın ruhlarının adedincedir…
Sûr’ün Üç Kademesi Vardır
(Âlimler) buyurdular:
-Sûr’a üfürülmek üç keredir.
Birincisi: Korkutma üfürüğüdür. İnsanlar birinci nefhâ’yı (üfürmeyi) işittikleri zaman, kendilerinin yakînen öleceklerini (kesinlikle) bilirler. Artık dünya günlerinde hiçbir şey kalmaz. Kendilerini;
1- Ecel,
2- Arz,
3- Hesap,
4- Ve azap korkusu tutar.
İkinci üfürüş: Ölüm üfürüşüdür. Bütün mahiûkatın ölümüdür. Hatta yeryüzünde Allâhü Teâlâ hazretlerinden başkası kalmaz. Allâhü Teâlâ hazretlerinden başka her şey helak olur.
Üçüncü üfürüş: Kabirlerden dirilme üfürüşüdür.
Bir nefhadan diğer bir nefha’ya kadar süren zaman kırk yıldır. Bütün mahiûkatın ölümü üzerine, onların ruhları Sûr’ün içine konulur. İnsandan hiçbir şey kalmaz; hepsi çürür. Ancak bir kemik hariç. Onu asla toprak yemez. 0 “Acbü’z-Zeneb’tir (yani kuyruk sokumundaki bir parçadır…)
Kıyamet gününde mahlûkat ondan yeniden terekküp eder. Allâhü Teâlâ hazretleri, insanın dağılan cesedinin parçalarını toplar.
Yırtıcı hayvanların karınlarından,
Su hayvanlarının midelerinden,
Arzın derinliklerinden, çıkarır.
Kendisine ateşin dokunup yanmakla ölenler, ondan ateşle.
Suyun boğarak öldürdüğü kişiler…
Güneşin kendisine çarptığı kişiler.
Rüzgarın kendisini zerre haline getirdiği kişiler; (hep acbü’z-zeneb’ten yeniden yaratılırlar…); Allâhü Teâlâ hazretlerinin arşın altından su indirir… Ona “Hayvan” (yağmuru) denilir.
Sema tam kırk sene yağmur akıtır. Hatta su yer yüzünden tam on iki zira’ kadar yüksekliğe çıkar. Sonra Allâhü Teâlâ hazretleri, cesetlere emreder; cesetler bakliyatın yeşermesi gibi (oldukları yerden) biterler. Cesetler, toplandığı ve her biri mükemmel bir hale geldiği ve kendisinden ruhlardan başka hiçbir şey eksik kalmadığı zaman; Allâhü Teâlâ hazretleri;
“Hamele-i Arş” meleklerini yaratır.
Sonra Cebrail Aleyhisselâm, Mikâil ve İsrafil Aleyhisselâm’ı yaratır.
İsrafil Aleyhisselâm, sûr’a üfürür. Bütün ruhlar, Sûr’ün deliklerinden çıkarlar; bal arıları gibi… Ruhlar yer ve gök arasını doldurmuş bir halde yayılırlar; her bir ruh kendi cesedine geri dönmek için hareket eder. Ruhlar, yeryüzüne inip, kendi cesetlerine girerler.
Sonra ruhlar, burun deliklerine girerler. Zehirin ışınlanan cesette yürümesi (ve yayılması) gibi, ruhlar bütün cesette yürür. Sonra yeryüzü yarılır.
Yeryüzünden (mezardan) ilk çıkacak olan Efendimiz (s.a.v.) hazretleridir.
Sonra Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin ümmeti mezarından kalkarlar.
İnsanların hepsi mezarlarından otuz üç (33) yaşlarında gençler oldukları halde kalkarlar…
O gün insanların dilleri “Süryânîce” olur.
Hızla Allâhü Teâlâ hazretlerine yürürler.
Bu (anlatılanlar) ihlâs sahibi mü’minler hakkındadır…
Amma kâfirler ise, mezarlarından kalktıkları zaman; -“Bu ne zor gündür!” derler.
Onlar çıplak ve ayakkabısız dirilirler. Tam yetmiş yıl kadar kalırlar… Allâhü Teâlâ hazretleri, onlara rahmet nazarıyla bakmaz.
Mahlûkat ağlar; hatta göz yaşlan kurur… Sonra insanlar kan ağlamaya başlarlar. Ta ki (göz yaşları) çenelerine kadar ulaşır ve ağızlarına gem vurulur.
Sonra Allâhü Teâlâ hazretleri onların hakkında dilediğini hükmeder…
Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi (k. S.) Ruhu’l –Beyan Tefsiri 7/519-521
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kıyamet, Kıyamet Alametleri, Mahşer, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: Sur nedir | Leave a Comment »
Posted by Site - Yönetici Ağustos 13, 2015

ÂHİRETE DAİR BAZI TABİRLER
Âhiret Günü: Kâinât yok olduktan sonra yeniden bir takım âlemlerin yaratılacağı, bütün ölülerin tekrar hayat bulacağı günden itibaren başlayan nihayeti olmayan bir zamandan ibarettir.
Kıyâmet: Bütün mahlûkatın yok olup kâinâtın ömrünün biterek tamamen harab olacağı gündür. Bütün ölülerin tekrar dirileceği güne de denir. Bu bir kıyamet-i kübrâ; büyük kıyamettir.
Her insanın ölümü ise kendi hakkında bir kıyamet-i suğrâ; küçük kıyamettir.
Sûrun Üfürülmesi: İsrâfil aleyhisselâmın “Sur” denilen ve mahiyetini ancak Allâhü Teâlâ’nın bildiği bir şeye üfürmesinden ibarettir. Bu iki defa olacaktır.
Hz. İsrafil’in ilk defa sura üfürmesinden meydana gelecek pek şiddetli bir ses ile yerde, gökte bulunanlar öleceklerdir. İkinci defa üfürmesi üzerine bütün ölülerin ruhları, yeniden teşekkül eden cesetlerine dönerek yattıkları yerden kalkacaklardır.
Haşir: Kıyamette ruhların cesetlere dönerek “Mevkıf-i Arasât; Arasat meydanı” denilen düz mahalde toplanmalarıdır.
Kitapların Verilmesi: Dünyada iken herkesin yaptığı güzel ve çirkin amellere dair Kirâmen Kâtibin meleklerinin tuttukları amel defterlerinin sahibine verilmesidir.
Defterler müminlere sağ taraflarından, kâfirlere sol ve arka taraflarından verilecektir.
Mizan: Mahşerde herkesin amellerinin (sevap ve günahının) miktarını bildiren şeydir. Allâhü Teâlâ’nın adâletinin tecellisine vesile olacaktır.
Sual: Allâhü Teâlâ’nın dilediği hususları kullarından sorması demektir. Bütün yaratılmışlar, insanlar ve cinler amellerinden dolayı hesaba çekilecek Cenâb-ı Hakk’ın adaleti tecelli edecektir.
Havz-ı Kevser: Mahşerde Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) ihsan buyurulacak olan gayet geniş bir havuzdur. Sütten beyaz, miskden daha güzel kokulu olan suyundan müminler içerek şiddetli hararetten kurtulacaklardır.
Şefâat: Âhiret gününde günahkâr müminlerin af ve mağfireti, ibadet ve itâat edenlerin daha büyük mertebelere kavuşmaları için peygamberlerin ve evliyânın Allâhü Teâlâ’dan istirhamda bulunmalarıdır.
Sırat: Cehennem üzerine kurulmuş son derece ince ve keskin bir köprüdür. Herkes bunun üzerinden geçecektir. Cennete gidebilmek için başka yol yoktur. Müminler amellerine göre bir süratle geçerler. Kâfirler ve müminlerin âsîleri geçemeyip cehenneme düşerler.
Cennet: Allâhü Teâlâ’nın bütün mümin kulları için hazırladığı hatır ve hayale gelmeyen ve dünya nimetleriyle asla kıyas olmayan, cismânî ve rûhânî nice nimet ve lezzetlerin bulunduğu sekiz tabaka olan büyük mükâfat evidir.
Cehennem: Bütün kâfirler ile âsî müminlerin azab görmesi için yedi dereke olan bir azab evidir.
.
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Ölüm - Ecel, Bunları Biliyormuydunuz, Cennet, Cennet & Cehennem, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kıyamet, Mahşer, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »
Posted by Site - Yönetici Ekim 22, 2014

SÛR’A ÜFÜRMEK
Ölünün can çekişirken çektiği acı ve ızdıraplar, son nefesteki tehlike, kabrin karanlığı ve azabı, Münker ve Nekir’in sorguları… Bütün bunlar Sûr’un üfürülmesinden önceki hallerdir. Bunların hepsinden daha büyük olanı, şimdi üzerinde duracağımız Sûr’a üfürülme olayı ile baş layan kıyamet gününün zorluklarıdır. Mahşer, Allah’ın huzurunda hesap verme, terazinin kurulması, kılıçtan keskin, kıldan ince diye tabir olunan Sırat Köprüsü ve Cennet ile Cehennem… Kuş kusuz bunlar çok daha zor, dehşetli hallerdir.
Bunların üzerinde çok düşünmek gerekir. Fakat ne yazıktır ki, günümüz insanlarının çoğunluğunda samimi ve kamil bir imana rastlamak gerçekten
çok zordur. Gönüllerinin derinliğine bu hususlar gereği gibi yerleşmemiştir.
Dünyanın soğuklarına ve sıcaklarına karşı korunmak için gereken hazırlığı yaparlar da, cehennemin dehşetli ve şiddetli ateşlerine karşı korunmak için gereken hazırlığı yapmazlar. Tuhaf değil mi?
Kendilerine ahiretten sorulduğu vakit , bunları dilleri ile tasdik ederlerken, kalpleri gaflet içindedir. Örnek verecek olursak, bir kimseye yemeğinde zehir olduğu söylendiği zaman, o kimse:
“Evet , doğru söylüyorsun.” diye kendisine yemeğinde zehir olduğunu söyleyen adamı dili ile tasdik ettiği halde, yemeği yine de yerse, yaptığı iş
ile yalanlamış olur. İş ile yalanlamak, dil ile yalanlamaktan çok daha önemlidir.
Nitekim sevgili Peygamber Efendimiz bir hadis -i kutside şöyle buyuruyor:
“Allah-ü Teâlâ buyuruyor ki: “İnsanoğlu benim hakkımda kötü şeyler söyledi. Oysa hakkımda kötü söylemesi, bana küfretmesi doğru olamaz.
İnsanoğlu beni inkar etti. Oysa, beni yalanlaması, inkar etmeside doğru değildir. Bana küfür etmesi “Allah’ın – haşa – oğlu vardır” diye bana evlat
isnat etmesidir. Beni inkar etmesine gelince, bu da (kullarımın) beni yarattığı gibi bir daha diriltemez demesindendir.”
Hadis -i kutside buyrulduğu gibi, günümüzün insanlarının büyük bir kısmı, Allah ‘ı inkar etmekte, bir daha dirilteceğine inanmamaktadır. Geçmişte de bu hatayı işleyenler olmuştur kuşkusuz. Fakat bu büyük hatalarının cezasını onlar ebediyyen çekecekleri azaba çarptırılmakla buldular. Bu her zaman böyle olmuştur, böylede olacaktır.
İnsan, canlıların doğum yapmalarını görmese de, Allah’ın bir damla meni’de akıllı, kamil ve tasarruf sahibi mükemmel bir insan yaratmasına rağmen, O’nu tasdik etmek istemez. Bunun için Allah-ü Teâlâ bu gibi kimseler hakkında şöyle buyurmaktadır:
” İnsan, kendisini bir damla meniden yarattığımızı görmedimi ki? Şimdi o, açıktan açığa aşırı bir düşmanlık yapmaktadır.” (Yas in Sûres i, ayet : 77)
Hz. Allah, diğer bir ayet -i celilede ise şöyle buyurmaktadır.
” İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağınımı sanıyor? O, dökülen meniden bir damla su değilmiydi? Sonra o meni bir kan pıhtısı haline gelmiş , daha
sonra da Allah onu insan biçiminde yaratmış , (uzuvlarını) düzenlemiştir. Kısacası, ondan erkek ve dişi olmak üzere iki sınıf çıkarmıştır.”
(Kıyame Sûres i, ayet : 36-39)
Evet , insanın yaratılışındaki acaip haller, azalarının birleşimindeki ayrılıklar, onun tekrar dirilmesinden çok daha önemlidir. O halde siz, Allah ‘ın insan’ı tekrar dirilteceğini inkar eden gafiller!.. Sorarım size:
Allah-ü Teâlâ’nın sanat ve kudretindeki bu acaib halleri görebilen bir kimse nasıl olur da öldükten sonra dirilmeyi inkar edebilir? Tüm kainatı yoktan var eden, yaratan Hz. Allah, yeni bir âlemi (ahiret i) yaratmaktan ve insanoğlunu tekrar diriltmekten aciz midir? Haşa!..
Hz. Allah buyuruyor ki:
“Sûr’a üfürülecek ve artık Allah’ın diledikleri dışında göklerde ve yerde kim varsa hepsi düşüp ölecektir. İkinci Sûr’a üfürülüşte ise, görürsün ki; ölüler dirilmiş , ayakta bakınıp dururlar.” (Zümer Sûres i, ayet: 68)
Hz. Allah buyuruyor ki:
“Sûr’a üfürüldüğü vakit , o gün çok zor bir gündür. Hele Kâfirler için, hiçde kolay değil… Çetin bir gün olacaktır.” (Müdes s ir Sûres i, ayet : 8-10)
Bu Sûr, öyle bir haykırıştır ki, sadece Allah-ü Teâlâ’nın dilediği bazı melekler hariç, yerde ve gökte ne kadar maddi-manevi varlık varsa, hepsi ölür.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Nasıl sevineyim, zevkleneyim? Sûr’un sahibi, Sûr’u ağzına almış , yönünü çevirmiş , kulaklarını eğmiş , Sûr’a üflemek için emir bekliyor.“
Mukaatil diyor ki:
“Sûr, bir boynuz şeklindedir. Bu Sûr’un yarım daire şeklindeki genişliği, yer ile gökler kadardır. İsrafil, Sûr’u üfüreceği vakit için, gözünü Arş ‘a dikip oradan emir beklemektedir. İsrafil (A.S.), birinci Sûr’a üfürmekle tüm maddi – manevi varlıklar ölür. Bunun yanında kendiside dahil olmak üzere Cebrâil ve Mikail (A.S.) de ölür. Nihayet Azrail de ölür. Artık kainat’ta bir tek Allah’tan baş ka hiçbir şey yoktur. Böylece aradan tam 40 y ıl geçer. Bu müddet sonunda Allah-ü Teâlâ İsrafil (A.S.)’ı tekrar diriltir. Ona ikinci defa Sûr’a üfürmesini emreder. Ayet -i celilede buyurulduğu gibi, Sûr’a ikinci bir kez üfürüldüğünde tüm ölüler dirilip kabirlerniden kalkacaklar. “Bize ne oldu?” gibilerden ayağa kalkmış , şaşkın şaşkın etraflarına bakınıp duracaklar.”
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Ben Peygamber olarak gönderildiğimde, Sûr da sahibine (İs rafil’e) verildi.
İsrafil (A.S.) onu ağzına alıp, bir ayağı ilerde, bir ayağı geride, Sûr’a üfüreceği zamanı beklemektedir. Sûr’a üfürüleceği zamandan ve onun dehşetinden Allah’a sığınırım.“
Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam-ı Gazali
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kimya-i Saadet - İmam Gazali, Kıyamet, Mahşer, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: Kıyamet Günü, Sur'a Üfürmek | Leave a Comment »
Posted by Site - Yönetici Eylül 17, 2014

Mahşer Günü
Sûr’a ikinci üfürülüşte tüm canlılar dirilip kabirlerinden kalkacaklardır.
İnsanlar kabirlerinden kalktıkları zaman çıplak, yalınayak ve sünnetsiz olarak mahşer alanına sevkedileceklerdir. Yeri bembeyaz, hiçbir eğri-büğrülüğü, girintisi-çıkıntısı, insanoğlunun saklanacağı hiçbir perdesi olmayan mahşer alanı dümdüz, bir ova gibidir.
Sonsuz düzlükte bir alan…Tüm sınıf ayrılıklarına rağmen gelmiş -geçmiş tüm insanları bir araya toplayan Hz. Allah’ın noksan sıfatlardan tenzih ederim.
O dehşetli günde,gönüllerin O’ndan korkmaları, gözlerin O’nun önünde korku ile dikilip bir noktaya bakmaları haklarıdır.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
” İnsanlar, kıyamet günü beyazımsı tozdan temizlenmiş kul rengi toprak gibi, kimse
sığınılacak bir yer bulunmayan alanda (mahşerde) haş rolunurlar.”
Mahşer alanını, bugünkü dünya gibi sanmayın.
Benzerlik sadece isimdedir.
Nitekim Kur’an-ı Kerim’de:
“O günkü yer, başka yere; göklerde başka göklere değiştirilecektir.”
(İbrahim Sûres i, ayet : 48)
İbni Abbas (R.A.) diyor ki:
“Yeryüzü değişir, ağaçları, dağları, vadileri ve ovaları yok olur. Ukaz ovası gibi uzayıp gider. O, gümüş gibi parlak, üzerine kan dökülmemiş , günah işlememiş , göklerinin, güneş , ay ve yıldızların gitmiş olduğu bir yerdir.“
Ve siz ey aciz insanlar! O günün dehşet ve şiddetini bir tasavvur edin!
Geçmiş ve gelecek tüm yaratıkların bir araya geleceği, yıldızların, ay ve güneşin kararıp yok olacağı, tüm âlemlerin bir olup her yerin kapkaranlık kesileceği, meleklerin bile dikilip kalacağı, Sûr’un çıkaracağı o korkunç sesi, tüm göklerin parçalanacağı o dehşetli günü bir düşünün!
O gün gökler eriyen bakır gibi eriyip akarken, dağlar hallaç elinde atılan pamuk gibi savrulup dağılırken, insanlarda yalınayak, yaya, korku ve dehşet içinde yollara dökülecek. Bölük bölük Mahşer alanına sevkedilecek.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
” İnsanlar, yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak haşrolunurlar. (Korku ve dehşetten) döktükleri terler, onları kulaklarına kadar gömer.”
Hadis -i şerifi rivayet eden Resulullah Efendimizin hanımı Sevde (R.A.):
“Ey Allah ‘ın Resulü! O gün, kadın erkek karışık, çıplak olacak. Herkes birbirine bakmaz mı? Bu nasıl olur?” diye sordu.
Sevgili Peygamberimiz:
“O gün, senin bildiğin gibi değil… O günün verdiği korku ve dehşetten kimse kimseye bakmaz. Herkesin telaşı kendine yeter.” diye buyurdular.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Kıyamet günü insanlar üç sınıf olarak haşrolurlar. Bir kısmı binek üzerinde olduğu halde, bir kısmı yaya olarak, bir kısmı ise sürünerekten giderler.
(Resulullah Efendimiz, kendis ine: “Yüzüstü nasıl gidilir?” diye soranlara şöyle cevap buyurdular.) Ayakları üstünde yürütmeye gücü olan (Hz. Allah), yüzüstü sürünerek de yürütmeye kadirdir.“
Ne yazık ki; görmediği, bilmediği, tanışık olmadığı her şeyi inkar etmek, insanoğlunun tabiatındandır. Eğer yılanı yüzüstü sürünerek, şimşek gibi yürür görmese, muhakkak kendi bildiği ayaklarından başkası üzerinde yürümeyi kabul etmezdi. Hatta ayak üzerinde yürümeyi görmeyenlere göre, vücudun iki ayak üzerinde yürümesini bile imkansız görürler.
Dünyadaki şeylerle karıştırma yapıp, kıyametin acaib, şayan-ı hayret durumları inkara kalkışılmamalıdır. Bir an için, kendinizi mahşer yerinde şaşkın, perişan, çırılçıplak olarak bulunduğunuzu ve hakkınızda cennetlik veya cehennemlik olarak hüküm verileceğini beklemekte olduğunuzu düşünün. Bunun ne denli dehşet verici olduğunu hatırlayıp, kendinize gelin.
Sonrada tüm yer ve gök ehlinin mahşer yerindeki bir araya gelişlerini düşünün. Melekler, insanlar, cinler ve şeytanlar, vahşi ve evcil hayvanlar, kuşlar hep bir arada toplanmış ; güneş tüm sıcaklığıyla tepelerine yaklaşmış . Arş ‘ın gölgesinden başka gölge yok. Orada ise ancak Allah’ın yakın kulları gölgelenir. Hiç Arş ‘ın gölgesi altında gölgelenenler ile güneşin hararetli sıcaklığı altında terler dökenler bir olur mu?
Ve sonra, insanların şaşkınlık ve korku içinde birbirlerine girip karışmalarını, gizli işlerinin açığa çıkması ile meydana gelen utanç ve rezilliklerini, Allah-ü Teâlâ’nın huzuruna çıkmaktaki perişanlıklarını düşününüz. Bu sıradaki sıkışık durumlarını, utanç ve korku içindeki gönüllerini saran ateşlerini ve her birinin isyanlarına göre içine gömüldükleri terlerinin mahşer alanına akışlarını, kimisinin dizine, kimisinin göğsüne, kimisinin boğazına, kimisininse ter suları içinde kaybolacak duruma geldiklerini düşünün
.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“ İnsanlar mahşer alanında toplanıp da Allah’ın huzuruna çıkarıldıkları zaman, bazıları kulaklarının yarısına kadar terlere batacaktır.”
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Kıyamet günü, insanlar öyle bir terlerki, bu terleri yerin yetmiş kulaç derinliğine indikten sonra yukarı çıkıp insanların kulakları hizasına kadar yükselir.”
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Öyle bir duruşla ayakta dururlar ki, kırk yıl gözlerini semaya dikerler, dehşetli
sıkıntıdan dolayı terlere gömülürler.“
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Kıyamet günü güneş yere doğru alçalır. Bunun tesiriyle insanlar terlerler.
Öyle ki, bu terleri kimisinin topuklarına, kimisinin dizlerinin yarısına, kimisinin koltuklarına, kimisinin ise ağzına kadar yükselir. Bazılarını ise terleri tamamen kaplar.”
Mahşer alanında bitmek tükenmek bilmeyen o dehşetli sıkıntıdan dolayı öylesine bir can bıkkınlığı gelecek ki, sırf bu uzun bekleyişten, sıkıntıdan kurtulmak için, “Ya Rabbi! Cehenneme göndermekle de olsa, beni bu sıkıntıdan kurtar.” diyecek hale gelirler. Bütün bunlar, henüz hesap – defter işlerine başlamadan önceki durumlardır.
Allah rızası için yapılan hac, cihad, oruç, namaz ve halkın hizmetinde bulunmak, Allah’ın emirlerini yerine getirmek, yasaklarından kaçınmak gibi işlerin ağırlığına kat lanarak dökülmeyen ve bedenden çıkarılmayan terlerde , kıyamet günü mahşer yerinin rüsvaylık ve korkusundan dökülecektir.
Sıkıntıları orada artacaktır.
Eğer insanoğlu, cehalet ve aldanma hastalığından kurtulsaydı, dünyada taat ve ibadet uğrunda dökülen terlerin, o günün terlerinden çok daha kolay olduğunu bilirdi. O gün, çok uzun ve azabı çok şiddetli olan bir gündür.
Mahşer halkı o gün, gözleri göklere çevrilmiş , kalpleri parçalanmış halde, kimse ile konuşmadan ve kimsenin işine bakılmadan, yemeden içmede ve soluk bile almadan tam üçyüz yıl korku ve dehşet içinde bekleşeceklerdir.
Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam-ı Gazali
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kimya-i Saadet - İmam Gazali, Kıyamet, Mahşer, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: Mahşer Günü | Leave a Comment »
Posted by Site - Yönetici Eylül 8, 2014

Mahşerde Sorgu Ve Sual….
Kıyametin azamet ve dehşeti içinde herkes kendi derdiyle kıvranıp dururken; çok büyük, korkunç Sûratlı, haşin ve şiddet saçan melekler gelir.
Günahkarları boyunlarından yakalayıp hesap vermek üzere zorlayıcı ve kahredici bir halde Yüce Allah ‘ın huzuruna götürürler.
Nitekim sevgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuş lardır.
“Allah-ü Teâlâ’nın öylesine acaib melekleri vardır ki, göz kapaklarının arası yüz yıllık mesafe kadardır. varın siz düşünün o meleklerin büyüklüğünü.)”
Bu sırada mahşer halkı o kadar şaşkın bir haldedir ki, gelen meleklere, “Rabbimiz içinizde midir?” diye sorarlar. Bu sual karşısında melekler, Rablerinin büyüklüğünü ve kibriyalığını düşünerek hemen heyecanlanıp haykırırlar ve: “Rabbimiz, sizin sandığınızdan münezzehtir. Biz, O’nu bundan tenzih ederiz. O, bizim aramızda değildir. Fakat O, sizi manevi huzuruna alacaktır.” derler. Bundan sonra melekler saf olup insanları kuşatır aralarına alırlar. Bu durum karşısında insanlar, büyük bir korku ve dehşet içinde bulunurlar. İşte o vakit Hz. Allah’ın:
“Kendilerine (Peygamber) gönderilenlere de mutlaka soracağız ve onlara gönderilen (Peygamber)’e de soracağız. Böylece, kendilerine karşı (olup biteni mutlak) bir ilim ile anlatacağız. Çünkü biz onlardan hiçbir zaman gaaib değildir.” (A’raf Sûres i, ayet : 6, 7)
“Rabbine and olsun ki, onlara topuna yapmakta oldukları şeyleri elbette soracağız.” (Hicr Sûres i, ayet : 92) diye buyurduğu sırlar zuhur edecektir.
Sorgu – sual ilk önce peygamberlerden başlayacaktır. Nitekim ayet -i celilede:
“O günde, Allah-ü Teâlâ, bütün peygamberleri toplayıp: “Size verilen o cevap nedir?” diye soracak. Onlar da: “Bizim hiçbir bilgimiz yok. Kuş kusuz gizlilikleri hakkiyle bilen Sensin.” diyeceklerdir.” (Maide Sûres i, ayet : 109) diye buyrulmuş tur.
Peygamberlerin bile akıllarının başından gideceği, ilimlerinin mahvolacağı o günün şiddet ve heybetinden vay bizlerin haline. Çünkü Hz. Allah, peygamberlere:
“Siz, insanlara peygamber olarak gönderilmediniz mi? O halde neden sizin davet inize icabet etmediler?” diye soracak.
Onlar, insanların neden dolayı davetlerini kabul etmediğini bildikleri halde, şaş kınlıktan cevap veremeyeceklerdir. Allah’ın heybetinin dehşeti karşısında:
“Bilmiyoruz Yâ Rab! Bütün gizlilikleri bilen Sensin.” diyeceklerdir.
Onlar, o anda gerçekten doğrudurlar. Çünkü akılları başlarından gitmiş , ilimleri uçmuş durumdadır. Bu durum, Allah-ü Teâlâ’nın onları takviyesine kadar devam edecektir.
Hz. Allah Nuh (A.S.)’ı çağırıp da ona:
– Peygamberliğini insanlara bildirdinmi? Diye sorduğunda, Nuh (A.S.),
– Evet , ya Rab, bildirdim.” diyecek. Bu defa ümmetine sorulacak:
– Nuh peygamber, size bildiride bulundu mu? Onlar:
– Hayır, bize herhangi bir korkutucu gelmedi.” diyecekler.
Hz. Allah, İs a (A.S.)’a:
– Sen mi ümmetine, “Beni ve annemi Allah’tan başka birer ilah olarak tanıyın dedin?” diye soracak.
İs a (A.S.), Rabbinin sorduğu bu sual yüzünden yıllarca dehşet içinde kalacaktır.
Evet , peygamberlerin bile korku ve dehş et içinde kaldıkları o muazzam günde vay bizlerin haline?..
Vazifeli melekler; hesaba çekilmek üzere insanları teker teker çağırdıkları zaman, kalplerin çarpmaya ve vücutlarının titremeye başladığı o anda akılları başlarından gidecek ve hesaba çekilmektense cehenneme gitmeyi yeğleyecek hale gelerek: “Keş ke bu çirkin amellerimizle Allah’ın huzuruna çıkmaktan ve rezil olmaktansa cehenneme gitsek.” diyeceklerdir.
Suale başlamadan önce Arş ‘ın nuru belirecek ve her taraf bu nur ile parlayacaktır. O vakit herkes Allah-ü Teâlâ’nın hesap göreceğini anlayacak ve yine herkes Allah ‘ın yalnız kendisini gördüğünü ve yalnız kendisini hesaba çektiğini sanacaktır. Allah-ü Teâlâ, o anda Cebrâil’e cehennemi getirmesini emredecektir. Cebrâil (A.S.) da cehennemi getirip “Seni yaratana bak! Ne buyuracak.” diyecek. O anda Cebrâil, cehennemi tüm şiddeti ile görecek.
Gerekli emri alan cehennem, kükreyecek ve insanlar üzerine kıvılcım ve alevlerini
saçmaya başlayacak. Herkes onun uğultu ve hışıltısını duyup da alevlerin kendi üzerlerine nasıl hücum ettiklerini görünce, korku ve dehşetten adeta dizlerinin bağı çözülüp ayakta duramayacak, yere çökecek hale gelirler. Geri çekildikçe cehennemin alevleri üzerlerine daha çok hücum eder ve o gün insanları donup kalmış , hatta yüzü koyun yere serilmiş olarak görürsün. As iler ve zâlimler, “Vay hâlimize!..” derlerken, sıddıklar bile kendi başlarının çaresine düşüp “Nefs i, nefs i!” diyerek yerlere kapanırlar. Bunlar bu durumda iken cehennem ikinci bir Saldırışa geçer. Mahşer halkı cehenneme atılacakları zannı ile daha çok korkarlar.
Ancak cehennem durmaz. Mahşer halkı üzerine üçüncü bir saldırışa geçer.
Bunun üzerine herkes yerlere serilip korku ve dehşet içinde bakınıp dururlar. Bu arada zâlimlerin durumu daha da perişandır. Ciğerleri gırtlaklarına gelir. Mü’min ve günahkar herkesin aklı başından gider. İşte sonra peygamberlere sorular baş lar. Mahşer halkı peygamberlere yapılan bu muameleyi gördüğü zaman, korkuları daha da artar. Hele günahkar ve Kâfirlerin… Böylece o gün herkes birbirinden kaçar, kendi başının çaresine bakar. Sonra hepsi teker teker hesaba çekilir. Yaptıklarının azından çoğundan, gizlisinden açığından ve tüm azalarından sorulurlar.
Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki:
– Res ulullah Efendimize “Kıyamet günü Rabbimizi görecek miyiz?” diye
sordu. Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdular:
“Bulutsuz havada öğle vakti güneş görmenize engel teşkil edecek bir şey var mı? Ayın ortasında bulutsuz havada ayı görmenize bir engel var mı?
(Onlar yok deyince, sevgili Peygamberimiz: Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, o günah Rabbinizi görmenizede hiçbir şey engel olamaz. Hz. Allah kulunu huzuruna alır ve ona: “Ben sana ikramda bulunmadım mı? Seni evermedimmi? At ları, develeri emrine vermedim mi?
Seni milletine başkan yapmadım mı? Ganimet malını dörtte birini sana aldırtmadım mı?” diye sorar. Kul da: “Evet Yâ Rab! Hep böyle oldu.” der.
Allah-ü Teâlâ: “Bana hesap vereceğin bu günü hiç düşünmedin mi?” diye sual buyurur. Kul da: “Hayır, düşünmedin mi?” der. Bunun üzerine Allah-ü Teâlâ: “Sen beni nasıl dünyada unuttun ise, bende şimdi seni terkederim.” buyurur.”
Ve sen ey aciz insan!
O gün melekler seni yakandan tutup da Allah’ın huzuruna götürdükleri zaman, sen ne cevap vereceksin? Allah-ü Teâlâ sana: “Bu gençliği sana vermedim mi? Onu nerede kocalttın? Sana hayat vermedimmi? Ömrünü nerelerde harcadın? Sana bilgi, mal vermedimmi? Bu bilgi ile ne gibi bir amelde bulundun? Sana verdiğim malı nerelerde sarfettin?” diye sorduğu zaman ne cevap vereceksin?
Alla-ü Teâlâ, sana verdiği nimetleri sayarken diğer yandan da sana verdiği bu nimet lere karşın yaptığı günahları yüzüne vurduğu zaman, düşeceğin utanç ve kepazeliği bir düşün. Eğer inkar etmeye, kalkışırsan, o vakit de, azaların hakkında şahadet edeceklerdir.
Enes (R.A.) diyor ki:
“Sevgili Peygamber Efendimiz ile birlikte bulunuyorduk. Kendileri bir ara gülümsedi. Bize: “Neden gülümsediğimi biliyor musunuz?” diye sordu. Biz de: “Hayır Ya Res ulallah, bilmiyoruz.” dedik. Bunun üzerine Resulullah Efendimiz şöyle buyurdular:
“Kulun Rabbisine karşı kendini savunmasından ve Allah ile aralarında geçen konuşmadan ötürü gülümsüyorum. Kul, Rabbine şöyle der: “Sen, dünyada beni zulümden korumadın mı?” Allah-ü Teâlâ, kuluna “Evet” diye buyurur. Kul: “O halde, bende, yabancı şahidi kabul etmiyorum.
Kendimden bir şahit isterim.” der. Allah-ü Teâlâ: “Dediğin gibi olsun. Senin hes abını, senin azaların görsün. Kiramen kâtibin (doğru yazıcı) meleklerde şahit olsunlar.” diye buyurur. Bundan sonra kulun dili sus turularak azalarına konuş emri verilir. Azalar da teker teker yaptıklarını söylerler. Azaların konuşması bittikten sonra, adamın dili açılır. Adam,azalarına: “Defolun başımdan. Ben, sizi korumak için uğraşırken, siz yaptıklarınızı söylüyorsunuz.” der.”
Azalarımızın şahadetiyle mahşerde, mahşer halkının önünde rezil ve rüsvay olmaktan Allah’a sığınırız. Allah’tan kusûrlarımızı başkalarından gizlemesini ümit edelim.
Hz. Ömer’e “Gizli hesap görme hakkında sevgili Peygamber Efendimizden herhangi bir şey duydunuzmu?” diye sorduklarında, Ömer (R.A.) s evgili Peygamber Efendimizin şu hadis -i şerifini beyan ettiler:
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Sizden biriniz, Rabbinin manevi huzuruna yaklaşır. Hatta Allah-ü Teâlâ, onu rahmet himayesi altına alır ve ona: “Falan günahları yaptın mı?” diye sual buyurur. Kul da: “Evet Yâ Rab! Yaptım.” der. Allah-ü Teâlâ tekrar ona: “Şu günahları yaptın mı?” diye sual buyurur. Kul da: “yaptım” der.
Nihayet Allah-ü Teâlâ kuluna “Onları dünyada senin için nasıl örtüp gizlediysem, bugünde onları senin için bağışlayacağım.” diye buyurur.
Yine s evgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Dünyada bir mü’minin kusurunu gizleyen kimsenin, kıyamet günü Allah-u Teâlâ da kusurlarını gizler.”
Bu dünyada insanların kusurlarını yüzlerine vurmayan, başkalarına söylemeyip gizleyen, eziyet ve kusurlarına katlanarak onların kötülüklerini sayıp dökmeyen ve duydukları vakit de hoşlanmayan, çekiştirmelerini yapmayan kimseler içindir. Bu gibi kimseler, böyle muameleye layıktırlar.
Düşünün ki, kusurlarınız dünyada iken gizli olarak kaldı. Ancak Allah-ü Teâlâ seni huzuruna alıp da: “Ey kulum! Kullarımdan utanarak onlardan gizlediğin ve onlara karşı kendini iyi göstermeye çalıştığın halde, benden hiç çekinmeden, gözüm önünde her türlü rezaleti işlemekten utanmadın mı?
Yoksa gerçek beni onlardan dahamı düşük gördün?
Benim görüşüme hiç aldırış etmedin!” dediği zamanki perişanlığın, utancın ne olur bilir mis in?
Allah-ü Teâlâ sana hitaben: “Ey kulum! Tüm nimetleri sana veren ben değil miydim? Daha bana karşı aldanmana sebep ne idi? Yoksa seni görmeyeceğimi, ya da karşıma çıkarılmayacağını mı sandın?” diye buyurduğu zaman ne cevap vereceks in?
Nitekim sevgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizden hiçbiriniz, Allah’ın hesabından kendini kurtaramaz. Herhangi bir örtü ve tercüman olmaksızın Allah-ü Teâlâ bizzat sizi sorgu ve hesaba çekecekt ir.”
Yine sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Sizden biriniz, arada bir perde olmaksızın Allah’ın huzurunda duracaktır.
Allah-ü Teâlâ ona: “Ben sana nimet ve servet vermedim mi?” diye sual buyuracak. O da: “Evet” diyecek. Allah-ü Teâlâ ona tekrar: “Sana peygamber göndermedim mi?”diye sual buyuracak. O yine: “Evet” diyecek.
Bundan sonra o kimse, sağına soluna bakacak. Ancak cehennemden başka bir şey görmeyecek. Bu yüzden bir hurma ile de olsa, ken dinizi cehennemden koruyunuz. Eğer buna da gücünüz yetmiyorsa, tatlı dil ve güzel söz ile kendinizi korumaya çalış ınız.”
(Sevgili Peygamberimiz bu hadis -i şerifinde hurma ile, dünyada iken fakirlere verilen bir hurma tanesi kadar da olsa s adaka vermekle yardım elimizi uzatmamızı; güzel söz ve tatlı dil ile de, dünyada iken başkalarının kalbini kırmamamızı, tatlıdil ile konuşmamızı, her türlü kötü sözlerden uzak durmamızı ifade etmek istemiş lerdir.)
Mücahid diyor ki:
“Kıyamet günü insanoğlu, dört hasletten sorulmadıkça Allah’ın huzurundan ayrılamaz.
(Bunlar): Ömrünü nerede tükettiği, ilmi ile ne gibi bir amelde bulunduğu, ömrünü nerelerde geçirdiği ve malını nerelerde harcadığıdır.”
Ey Müs lüman!
O gün senin için ya azap ya da kurtuluş olmak üzere iki durum vardır. Biri, Allah’ın “Dünyada yaptığın kusur ve ayıplarını gizlediğim gibi, bugün de seni bağışladım.” diye buyurmasıdır. Bu durum senin için kurtuluş ve saadettir. Herkes sana gıpta edecektir.
Diğeri ise:
“Alın şu kötü insanı, götürüp cehenneme atın!” diye cehennem zebanilerine buyurmasıdır. Bu durum ise senin için hasret ve pişmanlıktır.
Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam-ı Gazali
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kimya-i Saadet - İmam Gazali, Mahşer, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: Mahşerde Sorgu Ve Sual.... | 1 Comment »
Posted by Site - Yönetici Eylül 6, 2014

Mizan – Mizan`ın Vasfı.
Hz. Allah buyuruyor ki:
“Amellerinin ölçüsü, o gün adl ve fazl iledir.”
Mizan (terazi), dünya terazilerinin aksinedir. Ağır gelen yukarı kalkar ve ta Arş ‘a kadar yükselir. Çünkü onlar hürmette, Arş ‘a yakın olanlardır. Eğer yüklü gelirse, o vakit de aşağı doğru iner ve ta esfel’e yaklaşır. Çünkü onlar, hürmette hafif olanlardır.
İmam-ı Gazali diyor ki:
– Mizanın iki kefesi vardır. Biri nurdan, diğeri zulmetten (karanlıktan) dır.
Kurtubi diyor ki:
– Mizanın bir kefesine yerleri ve gökleri koysalardı, o kefe yine bunlardan daha büyük kalırdı. Bu kefelerden biri nurdandır. Bunun ismi Hasena kefesidir. Diğer kefe ise zulmetten olup adı da Seyyiat kefesidir. Mizan, Arş -ı Ala’nın altında asılıdır ve Cebrâil (A.S)’ın elindedir. Arş ‘ın sağında cennet vardır. Bu sağ olan kısım Hasena kefesidir. Mizanın solunda ise cehennem vardır. Cehennemin bulunduğu kefe ise Seyyiat kefes idir.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Allah-ü Teâlâ, kıyamet günü, Adem (A.S)’a üç defa özür bildirir.
Birinci özründe: Ben yalancılara lanet etmiştim. Senin bütün oğullarına ise rahmet ederdim. Fakat … “Ve gerçekten cehennem, onların hepsine vaadedilmiş yerdir.” (Hicr Sûres i, ayet : 43)
İkincis inde ise:
“Ey Adem! Senin oğullarından hiçbirine azap etmezdim. Ancak Ben, onları tekrar dünyaya göndersem yine kötülük işleyeceklerini ve beni asla anmayacaklarını bilirim.”
Üçüncüsünde ise:
“Ey Adem! Seni, Kendimle oğulların arasına hakim tayin ettim. Git , mizanın yanında otur. Kimin hayrı, şerrinden zerre kadar dahi olsa fazla gelirse, cenneti onlara veririm. Hatta Benim kimseyi zorla cehenneme koymayacağımı da bil. Fakat onlar zâlim ve asilerdir. Onun için kendilerini ateşte yakarım. Çünkü bunu hak etmiş , ona layık olmuş lardır.”
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Kıyamet gününde mizan, Cebrâil (A.S.)’ın elinde olur. Hz. Allah buyurur ki: “Ey Cebrâil! Bunların amellerini tart . Mazlumları zâlimlerin yanına gönder. Gidip haklarını dava etmesinler. Eğer zâlimlerin iyilikleri varsa, bunları mazlumlara verin. Yok eğer iyiliklerinden bir şey yoksa, o vakit mazlumların günahlarından alıp zâlimlere yükleyin. Böylece zâlimlerin üzerinde dağlar kadar günah toplanır.”
Kıyamet günü, mizana bir kişi getirirler. Görülür ki, günahları sevabından daha ağır gelmekte. Allah-ü Teâlâ, onu cehenneme atılmasını buyurur. O sırada o kimsenin kirpiklerinden bir tanesi Allah-ü Teâlâ’ya: “Ya Rabbi! Senin peygamberin, Allah korkusundan ağlayan göze ateşi haram kıldığını buyurdu. Bizde, senin için çok ağladık ya Rabbi!…” der. Bunun üzerine Hz. Allah, o kimseyi bir kirpiğinden ötürü affeder. Cebrâil (A.S.) da, bütün Arasat halkına bunu: “Falanca kişiyi Allah-ü Teâlâ, bir kıl için affetti.” diye ilan eder.
MİZANIN SIFATI
Allah ‘ın huzurunda insanlar sual ve cevaptan sonra üç kısma ayrılacaktır.
Bunlardan bir kısmının hiç sevabı yoktur. Cehennemden çıkan siyah bir boyun bunları kuşun taneleri toplaması gibi teker teker toplayıp cehenneme atar. Cehennem onları yutar ve artık onlar bir daha saadet ve mutluluk göremiyecekleri bir azab içinde olurlar.
Bunlardan ikinci bir kısmının ise hiç günahları yoktur. Bir çağırıcı: “Her işlerinde, her durumlarında Allah’a hamdedenler kalksın.” diye ses lenişte bulunur.
Bunlar da hemen kalkıp süratle cennete giderler. Gece ibadetine kalkanlar,
ticaret ve işleri Allah’ı zikir ve ibadetlerini engel olmayan kimselerde bu muameleye tabi tutulurlar. Bunlar için: “Öyle bir saadete ulaştılar ki, artık kendileri için bir azab yoktur.” denir.
Geriye kalan kısım, çoğunluğu teşkil eden üçüncü kısımdır. Bunlar günahlarının mı yoksa sevaplarınınmı daha fazla geleceğini bilmeyen kimselerdir. Fakat Hz. Allah bunu bilir. Ancak, cezalandırmaktaki adaletini ve affetmekteki fazlını göstermek için, bunu önceden bildirmez. Sevap ve günahlarla dolu olan defterleri karın yağışı gibi havada dağılır ve herkese kitabını almaları için emir buyurulur.
Kitapları açıldığında yapmış oldukları günah ve sevapları içinde yazılı olarak bulunur.
Mizan kurulur. Artık gözler, defterlerinin sevap veya günah tarafınamı konulacağına dikilmiştir. İşte, insanları dehşet içinde bırakan önemli bir manzara…
Resulullah Efendimiz, başı Hz. Aiş e’nin kucağında olduğu halde uykuya daldığı sırada, Hz. Aişe ahireti hatırlayarak ağlamaya başladı. Gözlerinden dökülen yaşlar, sevgili Peygamber Efendimizin mübarek yanaklarına doğru süzüldü. Sevgili Peygamberimiz uyanıp Hz. Aiş e’yi öyle ağlar durumda görünce: “Niçin ağlıyorsun ya Aişe?” diye sordular. Hz. Aişe:”Ey Allah ‘ın Resulü! Birden ahireti hatırladım da ondan ağlıyorum. Acaba o gün, ev halkınızı hatırlayacak mısınız?” diye sordu. Bunun üzerine sevgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
“Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki; (kıyamet günü) üç yerde kimse kendinden başkasını hatırlayamaz.
a) Terazi başında ameller tartılırken sevabınmı, günahınmı ağır geldiğini
anlayıncaya kadar.
b) Amel defterleri dağılırken, defterinin sağındanmı, yoksa solundanmı verileceğini anlayıncaya kadar.
c) Sırat köprüsünü geçinceye kadar.”
Kıyamet günü insanoğlunu getirip terazinin iki gözü önünde durdururlar.
Bir melek de terazinin başına gelir. Eğer sevabı ağır geldiyse o melek, herkesin duyacağı bir sesle: “Ey millet !.. Falanca kişi saadete ulaştı. Ne mutlu ona ki, bundan sonra onun için bir azab yoktur.” diye seslenişte bulunur. Günahı ağır gelirse, o vakit de ebediyyen azaba düştüğünü haber verir.
Sevap kefesi hafif gelen kimseleri, ellerinde demir tokmaklar, sırtlarında ateşten elbiseler bulunan zebaniler yakalayıp cehenneme atarlar.
Kıyamet hakkında sevgili Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
“O öyle bir gündür ki, o gün Allah-ü Teâlâ Adem peygamberi çağırır ve: “Ey Adem, kalk! Cehennemlikleri cehenneme gönder.” diye buyurur. Adem peygamber: “Ya Rabbi! Cehennemlikler ne kadardır?” diye sorar. Allah-ü Teâlâ: “Her bin kişide dokuzyüz doksan dokuzdur.” diye buyurur.” Peygamber Efendimiz böyle buyurduklarında Ashab-ı Kiram, bir daha gülemez oldu. Res ulullah Efendimiz, ashabının bu durumunu görünce:
“Amel ediniz. Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah’a yemin ederim ki, sizinle beraber iki yaratık daha vardır.
Ve bunlar, bulundukları toplumun çoğunluğunu teşkil ederler. Bunlar da Yecüc ve Mecüc’lerdir. Siz işinize bakın. Muhammed’in nefsini kudret elinde bulunduran Allah’a and olsun ki, kıyamet günü siz, diğerlerine nazaran devenin tüylerindeki beyaz bir kıl, yahut ayağındaki beyaz bir nokta gibi kalırsınız.” diye buyurarak müjde verdiler.
Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam-ı Gazali
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Cennet, Cennet & Cehennem, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kimya-i Saadet - İmam Gazali, Kıyamet, Mahşer, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: Kıyamet, Mizan | Leave a Comment »
Posted by Site - Yönetici Eylül 4, 2013

Arasât meydanı – Mahşer yeri.
(Arasât meydanı)na (mevkıf) ve (mahşer yeri) de denir. Burada bulunanların nasıl dâvet edileceklerini âlimlerimiz başka başka söyledi. Tefsîrlerde anlatıldığı gibi, sahih hadislerde de bildirilmiştir. Allahü teâlânın en önce hükm edeceği, kâtillerdir. Ve en önce ecrlerini vereceği kimseler de îmanı doğru olan âmâlardır. Evet! Bir münâdî nidâ eder ki: (Dünyada görmekten men olunanlar nerededirler?) Onlara denilir ki: (Siz Allahü teâlânın cemâline bakmaya herkesten daha çok lâyıksınız). Bundan sonra cenâb-ı Hak, onlara hayâ muamelesi eder de (Sağ tarafa gidiniz!) buyurur.
Bunlar için bir sancak bağlanıp Şu’aybın eline verilir. Şu’ayb onlara imam olur. Onlarla berâber, nûr meleklerinden, hesapsız melek vardır. Adedlerini Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Onların yanına varırlar. Ve sırâtı yıldırım gibi geçerler. Sabrda ve hilmde onlardan herbiri, Abdüllah ibni Abbâs ve ona bu ümmet içinde, benzeyen kimseler gibidir. [Abdüllah 68 [m. 687] de Tâifte vefât etti.]
Bundan sonra (Belâlara sabr edenler nerededir?) diye nidâ olunur. Ve meczûmîn yâni cüzzâm denilen miskin hastaları ve sârî hastalıklara yakalanmış olanlar getirilir. Allahü teâlâ, onlara selâm verir. Onlar dahî sağ tarafa emrolunurlar. Onlar için de, yeşil bir sancak bağlanır. Eyyûbın eline verilir. Eshâb-ı yeminin imamı olur. Mübtelâ olanın sıfatı sabr ve hilmdir. Ukayl ibni Ebî Tâlib ve bu ümmetten Onun emsâli gibi olanlar böyledir.
Bundan sonra nidâ olunur ki: (İslâm düşmanlarının yalanlarına, iftirâlarına aldanmayıp, Ehl-i sünnet îtikatına sımsıkı sarılan ve bu doğru îmanını ve nâmusunu kemâl derecede muhâfaza eden îmanlı ve iffetli gençler nerededirler?) Bunlar da getirilir. Allahü teâlâ bunlara da selâm verip, merhabâ, der. Ve murâd buyurduğu kelâm ile iltifât eder. Bunlara dahî (Sağ tarafa gidiniz) buyurur. Bunlar için de, bir sancak bağlanıp Yûsüfın eline verilir. Yûsüf onların imamı olur. Böyle gençlerin sıfatı haramlardan, yabancı kadın ve kızlardan sakınmaktır. Râşid bin Süleymân ve bu ümmetten onun emsâli gibi olanlar böyledir.
Bundan sonra bir nidâ dahî çıkar ki: (Allahü teâlâ için birbirlerine muhabbet edenler ve müslümanları sevenler ve kâfirleri, mürtedleri sevmiyenler nerededir?) denir. Onlar dahî Allahü teâlânın huzuruna götürülür. Allahü teâlâ, onlara da merhabâ deyip, ne murâd buyurur ise, onunla iltifâta mazhar olurlar. Sağ tarafa gitmeye emrolunurlar. Allahü teâlânın düşmanlarını sevmiyenlerin sıfatı da sabr ve hilmdir ki dünyevî sebeplerden dolayı müminlere ne darılırlar ve ne de kötülük ederler. Hz. Ali ve bu ümmetten Ona benzeyenler bunlardandır.
Bundan sonra, bir nidâ dahî çıkar ki: (Allahü teâlânın korkusundan haram işlemiyenler ve ağlayanlar nerededir?) denir. Onlar da götürülür. Bunların gözyaşları, şehitler kanı ve ulemânın mürekkebi ile tartılır. Gözyaşı ağır gelir. Bunların da sağ tarafa gitmesi emrolunur. Onlar için her renkle süslenmiş bir sancak bağlanır. Zîrâ bunlar, muhtelif haram işliyenlerin arasında bulunduğu, Allah rahîmdir, affeder diye aldatılmaya çalışıldığı hâlde, haram işlememişlerdi. Çeşidli günahlardan sakınarak Allahü teâlânın korkusundan ağlamışlardı. Meselâ, biri Allahü teâlânın korkusundan, biri dünyaya düşkün olmaktan ve öbürü pişmanlıktan ağlamıştı. Bunların sancakları Nuha verilir. Âlimler onların önlerine geçmek isterler. (Bunların ağlamalarının Allah için olmasını biz öğrettik) derler. Bir nidâ gelir ki: (Yâ Nuh, olduğun gibi dur!). Nuh hemen durur. O cemaat de Onunla berâber dururlar.
Ehl-i sünnet âlimlerinin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır. Âlimlerin mürekkebi ağır gelip, sağ tarafa emrolunurlar. Şehitler için de safranlı bir sancak emrolunur. Yahyâın eline verilir. Yahyâ önlerinden gider. Âlimler önlerine geçmek istiyerek derler ki: (Şehitler bizim ilmimizden öğrenerek çarpıştılar. Biz onlardan ileri gitmeye daha ziyâde lâyıkız). Bu zamanda Allahü teâlâ lütfünü ortaya koyup, meâlen buyurur ki: (Âlimler benim yanımda Peygamberlerim gibidir). Âlimlere hitâben: (Dilediğiniz kimselere şefaat ediniz) buyurur. Âlimler, ehl-i beytine ve komşusuna ve mümin kardeşlerine ve talebelerinden kendilerine tâbi olanlara şefaat ederler.
Şöyle ki, âlimlerden her biri için bir meleğe nidâ ettirilir. Melek insanlara bağırır ki: (Filan âlime Allahü teâlâ şefaat etmekle emreyledi. Kim ki onun bir işini görüverdiyse, yâhut bir lokma yemek yidirdiyse, yâhut bir içim su verdiyse, yâhut kitaplarını yaydı ise, onlara şefaat edecektir) der. O âlime bir iyilik yapanlar, kitaplarını dağıtanlar kalkarlar. O âlim de, o kimselere şefaat eder.
Hadis-i şerifte bildirildi ki, en önce şefaat edenler Resûllerdir. Sonra Nebîler, sonra Âlimlerdir. Âlimler için bir beyaz sancak bağlanır. İbrâhîma verilir. İbrâhîm gizli marifetleri ortaya çıkarmak bakımından Resûllerin en ileride olanıdır. Bunun için sancak kendisine verilir.
Bundan sonra yine bir münâdî nidâ eder ki: (Nafakası için hergün çalışıp terliyen ve kazandığı ile kanaat eden fakirler nerededir?) denir. Fakirler de Allahü teâlânın huzuruna götürülür. Allahü teâlâ taltîf edip, (Merhabâ ey dünya kendileri için zindân olan kimseler) buyurur. Bunların da Eshâb-ı yemin (Cennet ehli) ile berâber olmaları emrolunur. Bunlar için de, bir sarı sancak bağlanıp, Îsâın eline verilir. Îsâ bunlara imam olur.
Bundan sonra yine bir münâdî nidâ eder ki: (Agniyâ yâni Şükreden, mallarını, paralarını, dînî kuvvetlendirmek, müslümanları zâlimlerden korumak için veren zenginler nerededir?) denir. Onlar da götürülür. Onlara ihsân ettiği şeyleri cenâb-ı Hak, beşyüz sene tâdâd ettirir. Yâni zenginlik ile ne yaptıklarının Hesabını sorar. Bunlar için dahî renklerle bir sancak bağlanıp Süleymâna verilir. Süleymân bunlara imam olur. Bunlara da, Eshâb-ı yemine ulaşmalarını emir buyurur.
Hadis-i şerifte bildirildi ki, dört şey, dört şeye şehâdet etmelerini taleb ederler. Malları ile, mevki’leri ile müslümanlara eziyyet edenlere nidâ olunur ki, (Sizi Allahü teâlâya ibâdetten ne mal meşgûl etti?). Onlar der ki: (Allahü teâlâ bize mülk ve rütbe verdi. Bizi onlar, Allahü teâlânın hakkını yerine getirmekten men eyledi). Yine onlara (Mal mülk cihetinden siz mi büyüksünüz, yoksa Süleymân mı büyüktür?) denir. Onlar (Süleymân büyüktür) derler. (Öyle ise, onu benim için ibâdet etmekten, o mal mülk men etmedi de sizi mi men etti) buyurur.
Bundan sonra, (Ehl-i belâ nerededir?) denilir. Onlar da getirilir. Onlara denilir ki: (Sizi Allahü teâlâya ibâdetten men eden şey nedir?) Onlar da derler ki: (Allühü teâlâ, bizi dünyada derdlere, sıkıntılara mübtelâ kıldı. Onun için zikrinden ve hakkıyle ibâdetten mahrum olduk). Onlara denilir ki:(Belâ cihetinden size gelen belâ mı, yoksa Eyyûba gelen belâ mı çok idi?). Onlar (Eyyûba gelen çok idi) derler. (Öyle ise, Onu Allahü teâlânın zikrinden ve Onun dînini kullarına yaymaktan ve hakkını ikâmeden belâ men etmedi de sizi mi etti) denir.
Bundan sonra (Gençler ve memlûkler yâni köle ve câriyeler nerededir?) derler. Onlar da, Allahü teâlânın huzuruna getirilir. Onlara denilir ki; (Sizi Allahü teâlâya ibâdetten men eden şey nedir?). Onlar da, (Allahü teâlâ bize cemâl ve güzellik verdi. Onunla aldandık, gençlik zevklerine daldık. Gençlik bizde hep kalacak sandık. Allahü teâlânın dînini öğrenmedik. Hakkını yerine getiremedik) derler. Memlûkler de (Kölelik ve câriyelik ve beylere kulluk ettik. Dünya büyüklerine tapındık. Din câhili kaldık. Aldandık. Yâ Rabbî, Senin hakkını yerine getirmekten mahrum olduk) derler. Onlara hitâben denilir ki; (Siz mi, yoksa Yûsüf mı daha güzel idi?) Onlar (Yûsüf idi) derler. (Öyle ise, Hz. Yûsüfü, kul itaatinde iken hakkullahı ikâme etmekten hiç birşey men etmedi de sizi mi etti) denir.
Bundan sonra (Çalışmıyan, tenbel, fukara nerededir?) diye nidâ olunur. Onlar da götürülür. Onlara da, (Sizi Allahü teâlâya kulluk vazîfesini yapmaktan men eden nedir?) denilir. Onlar (İş yapmadık. Sanat öğrenmedik. [Kahvelerde, sinemalarda, maçlarda vakit geçirdik.] Allahü teâlâ da, bizi dünyada fakirlik ile mübtelâ kıldı. Fakirlik ve tenbellik bizim kulluk vazîfemizi yapmamıza manî oldu) derler. Onlara hitâben, (Siz mi daha fakirdiniz, yoksa Îsâ mı?) diye suâl olunur. Onlar da (Îsâ bizden daha fakir idi) derler. (Öyle ise, o kadar fakirlik Onu kulluk vazîfelerini yapmaktan, din bilgilerini yaymaktan men etmedi de, sizi mi men etti?) denir.
Bir kimse bu dört şeyden birine yakalanırsa, bunların sahibini düşünsün! Peygamberimiz duâsında (Yâ Rabbî! Zenginlik ve fakirlik fitnesinden sana sığınıyorum) diye duâ ederdi.
Îsâdan ibret alınız ki, dünyada birşeye mâlik olmadı. Bir yün cübbeyi yirmi sene giydi. Seyâhati esnâsında, ancak bir bardak ve bir kara kilim ve bir tarağı vardı. Birgün, birinin, eli ile su içtiğini gördü. Bardağı attı. Birgün de, bir adamın eliyle sakalını tararken gördü. Tarağı da attı. Der ki, benim hayvanım ayağımdır. Evim mağaralardır. Yiyeceğim yerin otlarıdır. İçeceğim ırmakların sularıdır. [Hâlbuki, islâm dîni böyle değildir. Çalışıp helâl kazanmak ibâdettir. Çok çalışıp, çok kazanmak ve kazandığını, islâmiyetin emrettiği iyi yerlere vermek lâzımdır.
(Râmûz-ül-ehâdîs)de yazılı hadis-i şerifte buyuruldu ki, (Eshâbım için, fakir olmak saadettir. Âhir zamanda gelecek olan ümmetim için, zengin olmak saadettir.) Şimdi âhir zamandayız. Günah işleyenlerin, fitne çıkaranların, ibâdetlere bid’at karıştıranların çoğaldığı bir zamandayız. Bu zamanda helâlı, haramı, bid’atleri ve küfre sebep olan şeyleri öğrenmek ve bunlara uymak ve helâl yoldan kazanarak zengin olmak büyük ibâdettir. Kazandığı ile fakirlere ve Ehl-i sünnet bilgilerini yayan müslümanlara yardım etmek büyük saadettir. Bu saadete kavuşanlara müjdeler olsun!]
Allahü teâlânın indirdiği bazı suhûflarda da bildirilmiştir ki, (Ey Âdem oğlu! Hastalık ve günah işlemek hayat hâllerindendir. Müte’ammiden [kin güderek] adam öldürmenin kefaretinden, hatâen öldürmenin kefareti ehven görülür, buna kısâs olunmaz ise de, bu da çok kötü iştir. Bundan da sakın!)
Büyük günahların sahibinin kalbinde îman varsa, azâbdan sonra şefaate kavuşur. Allahü teâlâ, onlara ikrâm eder. Binlerce sene geçtikten sonra, onları Cehennemden çıkarır. Hâlbuki, Cehennemdekilerin derileri yandıktan sonra, tekrar yaratılmaktadır. Hasen-i Basrî, (Keşke ben, böyle olan kişi olsaydım) buyururdu. Şüphe yoktur ki, Hasen-i Basrî âhiret hâllerini iyi bilen bir zâttır. [Hasen-i Basrî 110 [m. 728] de vefât etti.] Kıyâmet gününde, bir müslüman getirilir. Onun hiç hasenesi (iyiliği) yoktur ki, mîzânında ağır gelsin. Allahü teâlâ, onun îmanına hürmeten ona rahmet olarak buyurur ki: (İnsanlara git, sana hasene ve sevap verecek bir kimse ara. Onun ikrâmı sebebiyle Cennete giresin!). O kimse gider. İnsanlar arasında arzusuna kavuşturacak bir kimse arar. Hâlini anlatacak bir kimse bulamaz. Kime söyler ve sorarsa: (Benim de mîzânımın hafîf gelmesinden korkuyorum. Ben senden daha çok muhtacım) der. Bu hâline çok üzülür. Yanına bir kişi gelerek, (Ne istiyorsun?) der. Bu da, (Bir haseneye [sevaba] muhtacım. Onu belki bin kişiden istedim. Her biri behâne edip esirgediler) der. Bu kişi, ona der ki, (Allahü teâlânın huzuruna vardım. Sayfamda bir sevaptan başka sevap bulamadım. O da beni kurtarmaya yetmez. Onu sana hibe edeyim. Benden onu al!). O kimse, ferah ve sevinçli olarak gider. Allahü teâlâ, o kulun hâlini bildiği hâlde, (Nasıl geldin?) diye suâl eder. O kişi ile olan macerayı haber verir. O hasenesini veren kulu da Allahü teâlâ huzuruna çağırır. Buyurur ki: (Îman sahiplerine benim keremim, senin kereminden, ihsânından daha çoktur. Din kardeşinin elinden tut, Cennete gidiniz).
Mîzânın iki gözü berâber olup, sevap gözü ağır gelmezse, Allahü teâlâ buyurur ki: (Bu, ne Cennet ehlindendir, ne de Cehennem ehlindendir). Bunun üzerine, bir melek; bir sayfa getirip seyyiât [günah] kefesi üzerine kor ki, onda yalnız (üf) yazılmıştır. O göz hasene üzerine ağır basar. Çünkü (üf) lâfzı, anaya, babaya isyân kelimesidir. Kişi bununla, Cehenneme atılması emrolunur. O kişi ise, iki tarafa bakınır. Allahü teâlâ tarafından kendisinin çağrılmasını talep eder. Allahü teâlâ bunu çağırır. Ve der ki: (Ey âsî kul! Niçin seni çağırmamı istiyorsun?) O kul: (Yâ Rabbî! Anladım ki anama babama âsî olduğum için Cehenneme gideceğim. Onların azâbını bana ilâve buyur da, (Onları Cehennemden azâd et!) deyince, Allahü teâlâ buyurur ki: (Anana babana dünyada âsî oldun. Âhırette ikrâm ettin. Onların elinden yapış da, Cennete götür).
Cennete gönderilmiyenleri melekler yakalarlar. Çünkü melekler, âhıret ahkâmını çok iyi bilirler. Hattâ, âhıretten nasibi olmıyan bir kavme nidâ olunur ki, bunlar âhıretin odunudurlar. Cehennemi doldurmak için halk olundular. Onlara hitâben Allahü teâlâ Sâffât sûresi yirmidördüncü âyetinde meâlen, (Onları durdurun, onlar suâl olunacaklardır) buyurur.
Bunlar habs olunurlar. Tâ ki, kendilerine, Sâffât sûresi yirmibeşinci âyet-i kerimesinde meâlen, (Size ne oldu ki, birbirinize yardım etmiyorsunuz?) buyuruluncaya kadar kalırlar. Böylece, teslim olurlar. Günahlarını itiraf ederler ve hepsi Cehenneme gönderilirler. Bu şekilde ümmet-i Muhammedin büyük günah işliyenleri getirilir. İhtiyâr, genç, erkek, kadın nerede ise hepsi bir araya toplanır. Cehennemin bekçisi olan (Mâlik) onlara baktığı vakit der ki: (Siz, eşkiyâ zümresindensiniz. Ammâ görüyorum ki, ne eliniz bağlanmış ve ne de yüzünüz kararmış. Sizden güzel kimse Cehenneme gelmedi). Onlar da (Yâ Mâlik! Biz Muhammed aleyhisselâmın ümmetiyiz. Lâkin işlediğimiz günahlar Cehenneme sürükledi. Bizi bırak da günahlarımıza ağlıyalım) derler. Mâlik onlara: (Ağlayınız! Fakat şimdi size ağlamak fayda vermez!) der.
Nice orta yaşlılar (derdlerim, sıkıntılarım arttı!) diyerek ağlarlar.
Bir ihtiyâr erkek ellerini beyaz sakalı üzerine koyup (Âh gençlik geçti. Elem, üzüntü arttı. Zelîl oldum, rezil oldum!) diye ağlar.
Nice delikanlılar (Âh gençliği elden kaçırdım! Yâni gençliğimin kıymetini bilmedim!) diye ağlarlar.
Nice kadınlar, saçlarından tutup (Eyvâh! Yüzüm kara oldu, rezil oldum!) diye ağlarlar.
Allahü teâlâ tarafından (Yâ Mâlik! Bunları birinci Cehenneme koy) diye nidâ gelir. Cehennem bunları içine alırken, (Lâ ilâhe illallah) diye bağırışırlar. Cehennem bu sözü işitince, bunlardan beşyüz senelik öteye kaçar. [Bir şeyin çok olduğunu bildirmek için, bunu büyük rakamla bildirmenin Arabistânda âdet olduğu (İbni Âbidîn)in (El-hazer vel-ibâha) kısmında yazılıdır. Yâni büyük rakamlar, miktârı değil, çokluğu bildirirler.] [Muhammed ibni Âbidîn 1252 [m. 1836] da Şâmda vefât etti.] Yine bir nidâ gelir ki: (Ey Cehennem! Bunları içine al! Yâ Mâlik! Bunları birinci Cehenneme koy!) Bu zaman gök gürültüsü gibi, bir gürültü işitilir. Cehennem bunların kalblerini yakmak isteyince, Mâlik, Cehennemi men eder. (Ey Cehennem, kendisinde Kur’an-ı kerim olan ve îman kabı olan kalbi yakma! Rahmân olan Allahü teâlâya secde eden alınları yakma!) der. Bu hâl üzre, Cehenneme atılır. Görülür ki, bir kişinin feryâdı Cehennem ehlinin seslerinden daha çoktur. Bunu Cehennemden çıkarırlar. Hâlbuki, derisi yanmış. Allahü teâlâ ona: (Sana ne oldu ki, Cehennem ehlinin en çok bağıranı sensin?) buyurur. O kişi der ki: (Yâ Rabbî! Beni hesaba çektin. Senin rahmetinden daha Ümidimi kesmedim. Bilirim ki, sen beni işitirsin. Onun için çok bağırdım) der. Allahü teâlâ, meâl-i şerifi, (Bir kimse Allahü teâlânın rahmetinden Ümidini keserse, o kimse ehl-i dalâlettir) olan Hicr sûresinin ellialtıncı âyet-i kerimesi ile hitâb buyurup, (Git seni mağfiret ettim) der.
Yine bir kişi Cehennemden çıkar. Allahü teâlâ: (Ey kulum, Cehennemden çıktın. Hangi amelinle Cennete gireceksin?) diye suâl eder. O kul: (Yâ Rabbî! Ben âcizim, azıcık şeyden başka bir şey istemem) der. O kimse için Cennetten bir ağaç gösterilir. Allahü teâlâ: (Gördüğün şu ağacı sana versem, başkasını ister misin?) buyurur. O kul; (Yâ Rabbî! İzzetin ve celâlin hakkı için, başkasını istemem) der. Allahü teâlâ (Bu sana benden hibe olsun!) buyurur. O ağacın meyvesinden yiyip gölgesinde gölgelendikten sonra, ondan daha güzel başka bir ağaç gösterilir. O kimse, o ağaca çokca bakar. Allahü teâlâ: (Sana ne oldu? Ona da mı muhabbet ettin?) buyurur. O kul, (Evet yâ Rabbî) der. Allahü teâlâ: (Sana onu da versem, başkasını istemez misin?) buyurur. (İstemem yâ Rabbî) der. O ağacın meyvesinden yir. Gölgesinde gölgelenir. Ondan daha güzel bir ağaç gösterilir. Bu kimse, ona da bakakalır. Cenâb-ı Hak ona hitâben: (Bunu da sana versem, başkasını istemez misin?) buyurur. (İzzetin hakkı için, istemem yâ Rabbî) der. O zaman, Cenâb-ı Hak, râzı olup, o mümin kimseyi, affbuyurur. Cennete idhâl eder.
Âhıretin şaşılacak işlerindendir ki, bir kişi de Allahü teâlânın huzuruna götürülür. Allahü teâlâ, onu hesaba çeker. Hasenât ve seyyiâti tartılır. O kimse, herhâlde bilir ki, Allahü teâlâ, o zaman, o kimsenin hesabından başka bir şeyle meşgûl olmadı. Fakat öyle değil. Belki o anda milyonlarca, sayısını Allahü teâlâdan başka kimse bilemiyeceği miktârda kimselerin hesabına bakıldı. Onların her biri zanneder ki, hesap, o anda ancak ona mahsûstur.
Orada bazısı bazısını görmez. Birisi diğerinin kelâmını işitmez. Belki, her biri, Cenâb-ı Hakkın perdeleri altındadır. Sübhânallah ki, ne kuvvet ve ne büyük kudrettir. İşte bu Lokman sûresinin yirmisekizinci âyetinin, (Sizin dünyada ve sonra âhırette yaratılmanız bir nefes alacak kadar zamandadır) meâl-i şerifi ile bildirilen zamandır. Cenâb-ı Hakkın bu kavlinde sırlar vardır ki, o zamansız ve mekânsız olmak sırrıdır. Çünkü, Allahü teâlânın mülkü için, ef’âli ve işleri için had ve gaye yoktur. Fe-subhânallah ki, fiillerinden hiçbiri başka işleri yapmasına mani olmaz.
İşte bu zamanda, kişi oğluna gelir ve: (Ey oğul! Ben sana elbiseler giydirdim ki, sen kendin elbise giymeye kâdir değildin. Seni doyurdum ve su verdim ki, bunlardan elbette sen âciz idin ve çocukluğunda seni muhâfaza eyledim ki, sen kendine zarar veren şeyleri def’ etmeye ve fayda veren şeyi istemeye kâdir değildin. Nice meyveleri benden istedin. Satın alıp sana getirdim. Sana dînini, îmanını öğrettim. Seni Kur’an-ı kerim hocasına gönderdim. Lâkin, işte kıyâmetin şiddetini görüyorsun. Günahımın çokluğunu da biliyorsun. Bir miktârını üzerine al! Tâ ki, günahım azalsın. Bana bir iyilik, bir sevap ver ki, mîzânım onun sebebi ile ziyâde olsun) der. Oğlu ondan kaçar ve der ki: (O bir sevaba, ben senden daha çok muhtacım).
Böylece, evlat ile ana arasında bu muamele geçer, zevc ve zevce de birbirleriyle böyle konuşurlar. Kardeş kardeşle bu muameleyi yaparlar. İşte Allahü teâlâ hazretlerinin (Abese) sûresinin yirmidördüncü âyetinin, (O gün insân kardeşinden ve ana evladından kaçar) meâl-i şerifi bu hâli haber vermektedir.
Hadis-i şerifte buyuruldu ki, (İnsanlar kıyâmet günü çıplak haşr olunurlar). Âişe-i Sıddîka vâlidemiz, bunu işittikleri vakit, (Bazısı bazısına bakmazlar mı?) buyurdu. Peygamber efendimiz Abese sûresindeki, (Kıyâmet gününde herkesin hâli, kendisini diğerinin hâlinden ve durumundan uzaklaştırır) meâlindeki otuzyedinci âyet-i kerimeyi okuyuverdiler. Peygamberimiz bu hadis-i şerifi ile murâd buyurdular ki, kıyâmet gününün şiddeti ile meşakkati, insanların birbirlerine bakmalarına mani olur.
İnsanlar bu zamanda bir yerde toplanırlar. Onların üzerine siyah bir bulut gelir. O bulut insânlar üzerine (Suhûf-i müneşşere) yâni amel defterlerini yağdırır. Müminin sayfası, sanki gül yaprağı üzerine yazılmıştır. Kâfirlerin ise, sedir yaprağı üzerine yazılmış gibidir.
Sayfalar uçarak iner. Herkesin sağ veya sol tarafından gelir. Bu ise, ihtiyârî değildir. Nitekim, Cenâb-ı Hak, İsrâ sûresinin onüçüncü âyetinde meâlen, (Biz azîm-üş-şân insan için sayfası açılmış olarak kendisine vâsıl olan kitap göndeririz) buyurur.
Âlimlerden bazıları buyurur ki, Kevser Havzı Sırâtı geçtikten sonra getirilir. Bu ise, yanlıştır. Zîrâ Sırâtı geçen kimse, bir daha Havza gelmez.
Yetmişbin [yâni pek çok] kimse ki sıkıntılı hesaba çekilmeden Cennete girerler. Onlar için mîzân kurulmaz. Onlar sayfalar almazlar. Ancak onlara verilen sayfalar üzerinde, (Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah. Bu filan ibni filanın Cennete girmesinin ve Cehennemden kurtulmasının berâtıdır) yazılıdır. Bir kulun günahları mağfiret olduğu vakit, bir melek onu Arasât meydanına götürür. Ve nidâ ederek: (Bu filan oğlu filandır. Allahü teâlâ, onun günahını affeyledi. Bir daha şakî olmıyacak, saadetle sa’îd oldu) der. O kimseye, bu makamdan ziyâde sevgili hiçbir makam olmaz.
Kıyâmet gününde, Resûller minberler üzerindedirler. Her bir Resûlün minberi, kendi mertebesi miktârıncadır. Ulemâ-i âmilîn, yâni Ehl-i sünnet îtikatında olan ve bildikleri ile amel eden âlimler dahî nûrdan kürsîler üzerinde olurlar. Allahü teâlânın dînini korumak ve yaymak için şehit olanlar ile sâlihler, yâni şeriata uymuş olanlar, Kur’an-ı kerimi hürmet ile ve tegannî etmeden okuyan hâfızlarla, ezanı sünnete uygun olarak okuyan müezzinler, toprağı miskten olan yerlerdedirler. Bunlar, ahkâm-ı islâmiyyeye tâbi olarak, iyi amel işledikleri için, kürsi sahibidirler ki, Âdem aleyhisselâmdan Fahr-i âlem efendimize kadar gelen bütün Peygamberlerden sonra kendilerine, şefaat izni verilecek olanlardandır.
Hadis-i şerifte bildirildi ki, (Kur’an-ı kerim kıyâmet gününde yüzü güzel ve ahlâkı güzel bir kimse sûretinde gelir. Kendisinden şefaat taleb olunur ve şefaat eder. Kendisini mûsikî ile [gazel okur gibi okuyanlardan ve çalgı ve oyun yerlerinde keyflenmek için okuyanlardan ve para kazanmak için] okuyanlardan davâcı olur. Böyle kimselerden hakkını ister. Râzı olduğu kimseleri alıp Cennete götürür).
Dünya [yâni ibâdet etmeye mani olan ve haram işlemeye sebep olan şeyler ve kimseler] da, ihtiyâr, ak saçlı ve kadınların en çirkini sûretinde görülür. İnsanlara denilir ki: (Siz bunu bilir misiniz?) Onlar: (Biz bundan Allahü teâlâya sığınırız) derler. (Siz dünyada buna kavuşmak için birbirinizle çekişirdiniz. Birbirinize de buğz ederdiniz) denilir.
Bu şekilde Cuma dahî sevimli bir insan sûretinde gösterilir. Müminler ona dikkat ile bakarlar. Cuma gününe kıymet verenleri misk ve kâfûr kumları üzerinde hıfz eder. Cuma namazı kılan müminler üzerinde nûr bulunur ki, herkes ona bakıp te’accüb ederler. Cuma gününe yaptıkları saygı sebebi ile Cennete götürülürler.
Ey müslüman kardeşim! Allahü teâlânın rahmetine ve Kur’an-ı kerimin ve islâmın ve Cumanın cömerdliğine bak ki, Kur’an-ı kerim ehli nasıl kıymetlidir. Namaz, oruç, zekât, sabr ve güzel ahlâktan ibâret olan islâmiyet ise ne kadar çok kıymetlidir.
Ölüm zamanında insanın çırpınmasından, sıkıntılı görünmesinden mâna çıkaran kimseye kıymet verilmez. Zîrâ yevm-i Hendekte Peygamber efendimizin (Ey, çürüyecek olan cesedlerin Rabbi ve yok olacak olan ruhların yaratıcısı olan Rabbim!) duâsı gösteriyor ki, Allahü teâlânın dilediği her ceset çürür. Ve ruhlar da, kıyâmet zamanı gelince, fena bulur. Bunların hepsinin yaratıcısı ve Rabbi Allahü teâlâdır. Bu anlatılanların hepsi, ayrı ayrı ilimlere muhtaçdır. Diğer kitaplarımızda bunları anlattık.
İmâm-ı Gazâlî burada âhıret hâllerini gayet kısa bir şekilde anlattığını haber veriyor. Diyor ki, biz bu kitapta, Ehl-i sünnetin tarîklerine müslümanlar sülûk etsin için, ihtisâr kasteyledik. İslâmiyetin aleyhine olan bid’atlere [mezhepsizlere, dinde reformculara] iltifât etme! Kur’an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden Ehl-i sünnet âlimlerinin çıkardıkları, anladıkları mânalara sarıl! Başkalarının, insan şeytanlarının uydurduğu bid’atlere aldanma! Onlardan sakın! Bu sebebden, müminleri, Ehl-i sünnet yoluna sarılanları müjdele!
Allahü teâlânın emni ve keremi ve ihsânı ile, ismet ve muvaffakiyyet isteriz. Âmîn ve hasbünallah ve ni’mel-vekîl ve sallallahü alâ Muhammedin ve âlihi vesahbihi ecma’în.
Kaynak : Kurani Kerim’de Kiyamet ve Ahiret – Imam Gazali
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kıyamet Alametleri, Mahşer, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar, İmam-ı Gazali | Etiketler: Kurani Kerim'de Kiyamet ve Ahiret - Imam Gazali | Leave a Comment »
Posted by Site - Yönetici Aralık 17, 2010

Mahşer Meydanı ve Hesap
Mahşer Meydanı ve Hesap
يَوۡمَٮِٕذٍ۬ تُعۡرَضُونَ لَا تَخۡفَىٰ مِنكُمۡ خَافِيَةٌ۬=“ O gün huzura arz olunursunuz. Size ait hiçbir şey gizli kalmayacak.
فَأَمَّا مَنۡ أُوتِىَ كِتَـٰبَهُ ۥ بِيَمِينِهِۦ فَيَقُولُ هَآؤُمُ ٱقۡرَءُواْ كِتَـٰبِيَهۡ=Artık kitabı sağ eline verilmiş olana gelince der ki; “-Alın okuyun kitabımı! Çünkü ben hakikaten hesabıma kavuşacağımı biliyorum”
( فَهُوَ فِى عِيشَةٍ۬ رَّاضِيَةٍ۬ =İşte o hoşnut bir hayat içindedir.)
( فِى جَنَّةٍ عَالِيَةٍ۬ = yüksek bir cennette)
(قُطُوفُهَا دَانِيَةٌ۬ -=meyveleri de yakındır)
(كُلُواْ وَٱشۡرَبُواْ هَنِيٓـَٔۢا بِمَآ أَسۡلَفۡتُمۡ فِى ٱلۡأَيَّامِ ٱلۡخَالِيَة = {dünyada} Geçmiş günlerde takdim ettiğiniz {iyi amellerin} karşılığı olarak afiyetle yiyin, için. )
َ فَأَمَّا مَنۡ أُوتِىَ كِتَـٰبَهُ ۥ بِيَمِينِهِۦ فَيَقُولُ هَآؤُمُ ٱقۡرَءُواْ كِتَـٰبِيَهۡ = Amma kitabı sol eline verilmiş olan kimseye gelince, oda der ki; “ – Ah keşke benim kitabım verilmeseydi!)
وَلَمۡ أَدۡرِ مَا حِسَابِيَهۡ = Hesabımın da ne olduğunu bilmeseydim” (Hakka suresi 18-26)
– İnsanlar mahşer meydanında, onun dehşet ve azamet terleri içinde kıvranıp dururken gök tarafından büyük yapılı, korkunç suretli şiddet saçan melekler gelir. Nitekim Rasülullah Efendimiz; “-Allah-ü Teala’ nın öyle acayip melekleri vardır ki göz kapaklarının arası 100 yıllık mesafedir.” buyurmuştur. İşte bu melekler halka dönerek, teker teker bütün insanları çağıracak “ Ey falan oğlu filan hesaba gel” diyecekler.
İşte bu anda kalpler çarpmaya, vücutlar terlemeye başlayacak, akıllar yerinden oynayacak. Hesaba çekilmektense cehenneme gitmeyi tercih edecekler. Suale başlamadan önce arşın nuru gözükecek ve yeryüzü bu nur ile parlayacak. O zaman herkes Allah-ü Teala’nın hesap görmeye başlayacağını anlayacak ve yine herkes Allah-ü Teala’nın yalnız kendisini hesaba çekeceğini zan edecektir.
Azamet sahibi Hz Allah o anda Cebrail’e cehennemi getir buyuracak, o da cehennemi getirecek. Gerekli emri alan cehennem kükreyerek, insanlar üzerine kıvılcımlar saçmaya başlayacak. Herkes onun uğultusunu duyacak ve herkes feryadu figan ederek vay halimize diyecekler…
بِسۡمِ ٱللهِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَعُرِضُواْ عَلَىٰ رَبِّكَ صَفًّ۬ا لَّقَدۡ جِئۡتُمُونَا كَمَا خَلَقۡنَـٰكُمۡ أَوَّلَ مَرَّةِۭۚ بَلۡ زَعَمۡتُمۡ أَلَّن نَّجۡعَلَ لَكُم مَّوۡعِدً۬ا (٤٨)
Meali: “ Ve hepsi saf saf olarak Rablerine arz edilmişlerdir. İşte buyurur; “- Celalim hakkı için ilk defa yarattığımız gibi bize geldiniz.Size hiç bir mevıde yapmayacağız, hesap sormayacağız zan etmiştiniz. Sure-i Kehf = 48
Beş saf olarak geleceklerdir, bir saf Peygamberlerden, bir saf evliyaullahtan , bir saf mü’minlerden bir safta münafıklardan oluşacaktır.
Bu yazıyı gönderen degerli ŞERİFE ŞEVVAL KARDELEN hocamizdan Allah razı olsun,Sizlerinde dualarını bekleriz.
.
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Mahşer, Türkiye, Yorumlar, Şerife Şevval Kardelen | 2 Comments »
Posted by Site - Yönetici Mart 12, 2008

Uhud dağından ağır gelen amel
Hz. Aişe validemiz,rüyasinda kiyametin koptuğunu,insanlarin mahşer yerine toplandiklarinigördü.
Bir kadinin ameli uhud dagindan da agir geldi.
Hz. Aise o kadini taniyordu.
Uyaninca onu cagirtti ve amelinin ne oldugunu sordu.
Kadin söylemekten cekindi.Hz. Aise israr edince dediki;
´´Su yedi hususla amel etmeye cok dikkat ederim
1-Kendimi hep korudum.Hic bir zaman beni mahremimden baskasi görmedi.
2-Elimde oldukca benden bir sey isteyeni hic bos cevirmedim.
3-Hic bir zaman yalniz yemek yemedim.
4-Ezan okumadan önce Namaza hazirlandim.
5-Müezzin ezan okuyunca onun söylediklerini bende söyledim.
6-Istisare etmeden, danismadan bir sey yapmadim.
7-Akrabamdan benden alakayi kesmis olani ,ben aradim ziyaret ettim.´´
Bunun üzerine Aise validemiz
´´Senin mizanin´,iste bununla agir oldu.´´ buyurdu.
16 Nisan 2006 Fazilet takvimi
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Düşündüren Sözler, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Mahşer, Nasihat, Tavsiyeler, Türkiye, Tevbe, İlginç | 2 Comments »
Posted by Site - Yönetici Aralık 16, 2007

Herkes ameline göre haşrolur
Sual:
Kıyamette insanlar haşrolurken herkes iyi kötü karışık mı olacak, yoksa iyiler ayrı mı olacak?
CEVAP
Kur’an-ı kerimde mealen, (Hepiniz bölük bölük gelirsiniz) buyurulmaktadır. (Nebe 18)
Peygamber efendimize bu âyet-i kerimenin manası sorulmuş, O da uzun şekilde açıklamıştır. İnsanların yaptığı amellere göre çeşitli şekillerde haşrolunacağı bildirilmiştir. Hadis-i şerifin sonunda buyuruluyor ki:
(Maymun suretinde olanlar koğuculuk edenlerdir. Hınzır şeklinde olanlar haram yiyenlerdir. Başı üstü sürünenler, riba yiyenlerdir. Körler, hüküm verirken haksızlık edenlerdir. Dilsiz ve sağır olanlar, amellerini beğenenlerdir. Dilleri göğüslerine sarkık olanlar, işleri sözlerine uymayan âlimlerdir. El ve ayakları kesik olanlar, komşularını incitenlerdir. Pis kokulu olarak gelenler, içki içen ve zina eden ve zekat vermeyenlerdir. Katrandan elbise giyenler, insanlara karşı büyüklenip kibirlenenlerdir. Allahü teâlâ hepsinden korusun!) [Tibyan]
Daha başka şekillerde de hesap yerine gidileceği bildirilmiştir. Burada bildirilenler, günah işleyip de tevbe etmeden ölenler içindir. Tevbe edenler veya sevabı günahından daha fazla olan kimseler o şekilde haşredilmezler.
Akıllı kimse, hiçbir günahı küçük görmemeli, hepsinden kaçmalıdır.
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kıyamet, Mahşer, Soru Ve Cevaplar, Türkiye | Leave a Comment »