Çanakkale’de çocuk olmak…
Bir çocuk olmak Çanakkale’de…
O mahşerin ortasında, gökten gülle, yerden mayın, her yandan mermi yağan o mahşerin ortasında bir çocuk olmak…
Henüz 13 yaşında bir Osmanlı çocuğu olmak… Elbistan’dan, Gürün’den, Yahyalı’dan, Bağlar’dan, bir ananın memesinden kopartılır gibi getirilmek, Çanakkale’ye.
Çanakkale’de çocuk olmak…
“Rifat, Smail, Memo, İrecep”… gelirken isimleriyle beraber lakaplarını, yerel ağızlarını da getirdiler.
Daha börtü böcekten korkarken, daha anasının koynunda uyanırken sabahları, henüz sarı öküzün buzağıyla oynarken, alıp getirdiler ölüm tarlasına. Kim sarıldı ona korkma diye, kim başını okşadı ürkme yavrum diye bilinmedi.
Çanakkale’de çocuk olmak...
Yamalı şalvarından, dirseği yırtık kazağından hallice kıyafet giydirdiler. Annesi gibi öperek giydirmedi kimse. Oyun oynamak için de giymedi o kıyafetleri, bir ölüm deryasına gitmek için çekti bacağına yünlü pantolu. Uzun geldi, katladılar, kolu göyneğin içinde kaldı sıvadılar, başına büyük geldi Enveriye, ters çevirdiler. Bir oğlan çocuğunu ölüm diyarında oynayacak diye herife benzetmeye çalıştılar.
Çanakkale’de çocuk olmak…
O kolu uzun, bacağı katlı, kirli paslı elbiseleri giyince birden değişti civan oğlanlar. O taze ürkek yürekler pekleşti, gözler keskinleşti, bir küçük askere döndüler. O kol hizasına geçmek, o tırıs yürüyüşe uymak, o hazrol vaziyeti, o topukları birleştirmek… Yavrum köyde oynadığı asker oyunu mu zannetti acaba Çanakkale’yi?…
Çanakkale’de çocuk olmak
Gülen bir tek çocuk fotoğrafı olmadı Çanakkale’de. Gülen kimse yoktur ki zaten, çocuk nereden öğensin gülmeyi. Ağabeyleri ne yaptıysa onlar da aynısını yaptı. Namaz kıldılar cemaatle, saf tuttu bacak hizasında. Secde ettiler kara toprağa seccadesiz, o da temiz, pak anlını koydu yere. Dua ettiler, zaferler muştulasın, düşman zelil olsun diye, ‘amin’ dedi minik elleri havada, amin…
Çanakkale’de çocuk olmak…
Gücü yetmedi bir mavzeri kaldırmaya, bir martiniyi kavramaya. Yoksa gözünden vuracaktı düşmanı, öyle bellemişti. Bir süngü parçasını beline taktı ne olur, ne olmaz diye, dizinden aşağı sarktı kılıç gibi. Boyu yetse gözcülük edecekti, kuvveti olsa mermi taşıyacaktı, hızlı koşabilse ulak olacaktı, çocuk olmasa en başta şehadete atlayacaktı. Anadolu çocuğu işte, böyle olur bizim oranın çocukları, herif gibi gözü kara.
Çanakkale’de çocuk olmak…
Lakin en çok gece korktular, en çok da topların patlamasından ürktüler. Köyde gök gürledi mi babanın dizinin dibine dolanırdı, karanlık bastımı anasının eteğindeydi eli. Gece o mis kokulu, sıcak ana koynunda kim korkardı ki. Lakin Çanakkale geceleri köydekinden daha karanlıktı sanki, gök gürlemesi de daha ürkünçtü. Siperde birine sokulmaya utandı, asker adam korkar mı demelerinden çekindi. Kıvrıldı toprağa, ‘kulvuyu’ okudu, ‘eşedenini’ getirdi.
Çanakkale’de çocuk olmak…
Ferizli’nin, Söğütlü’nün, Taşlıçay’ın köyünden hiç dışarı çıkmamış ki başka başka adamlar görsün. Şimdi kara kara herifler var siperde ağabeylerinin yanında, Arap diyorlar. Böyle anlamadığı dilde konuşan insanlar var, Kürt diyorlar, Çerkez diyorlar, Boşnak diyorlar. ‘Osmanlının çocukları böyle olur yavrum, her Müslüman milletin çocuğu geldi buraya, her milletin anası ağladı Çanakkale’de’ dedi onbaşı komutanı.
18 Mart sabahı bir çocuk olmak
Şerife Şevval Kardelen