Göynem – Beyşehir

İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Archive for 25 Mar 2009

CENNETİN VE CENNET EHLİNİN DİĞER BAZI HUSUSİYETLERİ

Posted by Site - Yönetici Mart 25, 2009

cennet,cehennem,cennete kimler girecek,cennet nerdedir,

CENNETİN VE CENNET EHLİNİN DİĞER BAZI HUSUSİYETLERİ

Kur’ân-ı Kerim’de cennetin ve cennet ehlinin diğer bazı hususiyetleri de şöyle tasvir edilmiştir:

“Müttakîlere (Allâh’ın azabından korkup şirkten, günahlardan uzak duranlara) söz verilen cennetin durumu şöyledir: İçinde bozulmayan sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Orada meyvelerin her çeşidi onlarındır. Rablerinden de bağışlama vardır. Hiç bu, ateşte ebedî kalan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?”(50)

Evet, bu ve benzeri nasslara göre, cennette ekmek, et, tatlı, meyve, su, süt ve şarap gibi yiyecek ve içecekler bulunacak. Ancak bunların dünyadaki benzerleriyle isimden başka alakaları olmayacak. Nitekim İbnü Abbas’tan (r.anhüma) gelen bir rivâyet şöyledir: “Cennette isimlerden başka dünyayı hatırlatan hiçbir şey yoktur.”(51) Meselâ fevkalâde zevkli olan cennet şarabı, kadehler dolusu içileceği halde sarhoşluk ve rahatsızlık vermeyecek. Bu mevzudaki âyetler de şöyledir:

“Onlara pınardan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır. Berraktır, içenlere lezzet verir. O içkide ne sersemletme vardır, ne de onunla sarhoş olurlar. Yanlarında, güzel bakışlarını yalnız onlara tahsis etmiş, iri gözlü eşler vardır. Onlar, gün yüzü görmemiş yumurta gibi bembeyazdır. İşte o zaman (mü’minler), birbirlerine dönerek, (dünyadaki hâllerini) soracaklar. İçlerinden biri,

– ‘Benim bir arkadaşım vardı’ der (ve şöyle devam eder: O arkadaş) derdi ki, ‘Sen de (dirilmeye) inananlardan mısın? Biz ölüp, sonra da toprak hâline geldiğimiz zaman (diriltilip) cezalanacak mıyız?’

(O zat, dünyada geçmiş olan bu hâdiseyi böylece anlattıktan sonra Allah Teâlâ orada bulunanlara,)

– ‘Siz işin hakikatine vâkıf mısınız?’ buyurudu.

“Işte o zaman konuşan (o mü’min) baktı ve arkadaşını cehennemin ortasında gördü. (Ona,)

– ‘Yemin ederim ki, sen az daha beni de helâk edecektin. Rabbimin nimeti olmasaydı, şimdi ben de (cehenneme) getirilenlerden olurdum’ dedi.

“(Sonra da birbirlerine dönerek şöyle derler :

– ‘Birinci ölümümüz hâriç, bir daha biz ölmeyecek ve bir daha azap görmeyecek değil miyiz? Şüphesiz bu, büyük kurtuluştur. Çalışanlar, böyle bir kurtuluş için çalışsın.’

“(Bunun üzerine Cenâb-ı Hak buyurur ki :

– ‘Şimdi, ziyafet olarak, cennet ehli için anılan bu nimetler mi daha hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı? Biz onu (zakkumu) zâlimler için bir fitne (imtihan) kıldık.”(52)

Evet, dünyada kâfirler bunu inkâr etmişler, ‘Ateşin içinde ağaç olur mu?’ demişlerdi. Âyetlerde, cehennemde biten ağaç sözü geçince, ‘Ateş, ağacı yakarken cehennemde nasıl ağaç olur?’ diyerek alay etmişlerdi. O bakımdan bu söz onlar için bir imtihan oldu. Bu sözden kastedilen mânâyı anlayamadıkları için iyice küfre düştüler. Allah Teâlâ’nın, dilerse, cehennemin yakamayacağı bir ağaç yaratabileceğini düşünemediler.

***

HERKES YAPTIKLARINA KARŞILIK BİR REHİNDİR

“Şüphesiz ki müttakîler (en büyük zulüm olan şirk başta olmak üzere bütün günahlardan sakınan, Allâh’ın yasak bölgesi-koruluğu olarak tanımlanan haramlara yaklaşmayan, şüphelilerden kaçınan, kalplerini, Allah’tan gaflette bırakacak her şeyden arındıran ve bütün varlığıyla ona yönelen kullar), Rablerinin kendilerine verdikleriyle sevinerek cennetlerde ve nimet içindedirler. Rableri onları, cehennem azabından da korumuştur. “Onlara (denilir ki):

“Yaptıklarınıza karşılık sıra sıra dizilmiş koltuklara yaslanarak âfiyetle yeyin, için.

“Ayrıca biz onları, ceylan gözlü hûrilerle evlendirmişizdir. İman eden ve soylarından gelenlerde, imanda kendilerine tâbi olanlar (var ya)! İşte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık. (Böylece imanlı baba ve onun imanlı zürriyeti, cennete birlikte girerler. Bu Allâh’ın ona, çocuklarıyla birlikte cennette yaşaması için verdiği bir lûtuftur.) Onların amellerinden de bir şey eksiltmedik.

“Herkes kazandıklarına karşı bir rehindir. (Âhirette herkes, hayır ve şer ne yapmışsa karşılığını alacaktır. Kişi yaptıklarına karşılık ipotek edildiğine göre, imanla ve iyi amelle gelen ipoteği çözer; değilse cezaya-azaba dûçar olur.) Cennet ehline canlarının istediği meyve ve etten bol bol verdik. Orada karşılıklı kadeh tokuştururlar, ama burada (içki yüzünden) ne saçmalama vardır, ne de günaha girme. Hizmetlerine verilmiş, (kabuğunda) saklı inci gibi gençler etraflarında dönüp dolaşırlar.

“Cennettekiler birbirlerine dönüp sorarlar. Derler ki:

“Daha önce biz, âile çevremiz içinde bile (İlâhi azaptan) korkardık. Allah bize lûtfetti de, bizi, vücudun içine işleyen (bu) azaptan korudu. Hakikaten biz bundan önce ona yalvarıyorduk. Çünkü iyilik eden, rahîm olan (koruyup esirgeyen) ancak odur.”(53)

Duâ makamında bir âyet:

“(Rabbim,) beni Naîm cennetinin vârislerinden kıl.”(54)

***

ARAŞTIRMA-İNCELEME

DÜNYA GİBİ “CENNET” DE YUVARLAKTIR

“Bundan sonra da (Rabb’in) arzı (yeryüzünü ikamete, oturup yaşamaya elverişli bir şekilde) yayıp döşedi.”(55)

Muhtelif tefsirlerde açıklandığına göre arz (yeryüzü), gökten evvel vardı; fakat, henüz ikamete (oturmaya) müsait değildi.

Bu âyetle ilgili Hasan Basri Çantay merhûmun bir makalesini biraz sadeleştirerek nakletmek istiyoruz:

“Bu âyet-i kerimedeki ‘dehâ’ kelimesine birçok müfessirler, ‘Allah yeri (ikamete sâlih/elverişli bir halde) döşeyip düzledi.’ mânâsını vermişlerdir. Hatta Elmalılı merhûmun kıymetli tefsirinin o âyete ait kısmında(56) da, bu mânâya uyulmuştur. Gerçi arzı döşeyip düzlemek, ikamete yarar bir hâle getirmek onun yuvarlaklığına mâni değildir. Çünkü arz, koskoca bir âlemdir, ikamete elverişli bir durumdadır. Bu bakımdan o vüs’at ve azameti ile onun yuvarlaklığı ilk bakışta görülüp anlaşılamaz. Nitekim başta Beyzâvî (rh.) olduğu halde bazı müfessirler de buna ve arzın bu yuvarlaklığına işaret etmişlerdir. Fakat ‘dehâ’ kelimesinde öyle bir aslî mânâ vardır ki, bunun düşünülmesi bugünkü fennin ‘Arz tam bir küre değil, bir kat’ı nâkıs [geoid] şeklindedir’ görüşünü de tamamen kuvvetlendirmektedir.

‘Dahy’ ve ‘dahv’ kelimelerinde, hakikaten ‘yayıp döşemek’ mânâsı da vardır. Ancak ben, bu mânânın aslî değil, lâzımî olduğuna inanıyorum. Çünkü Arap lûgatlerinde görüyoruz ki, o kelimenin mekân ismi olan ‘medhâ’, deve kuşunun yumurtladığı yer demektir. Bundan mekânlık alâmetini alınca, aslı olan ‘dahv, dahy” kalır ki, onun mânâsının da, ‘deve kuşu yumurtası olacağı’ tabiîdir. Nitekim bazı Arap memleketlerinde, deve kuşu yumurtasına ‘dahv’ adı verilmektedir. Ahterî sahibi Mustafa bin Şemseddin (rh.), o eserinin 301. sayfasında şöyle der:

‘Dahy, bir nesneyi yayıp döşemek. Cenâb-ı Hakk’ın, «Ve’l-arda ba’de zâlike dehâhâ» kavl-i şerifi de bundandır ki, döşeyip yaydı demektir. Deve kuşunun yumurtladığı yer de ‘Medha’n-neâme’dir.’

“Bu kelime ‘dal’ harfinde olduğu halde o koca Türk lûgatçısının orada ‘mim’ harfini ilgilendiren ‘medhâ’dan, hem de o âyeti zikrettikten sonra bahsetmesi, kelimenin o asıldan gelmiş olduğunun açık bir delilidir. Gerçi Okyanus gibi, Sıhâh-ı Cevherî gibi mûteber lûgatlerde ‘medhâ’ yine aynı mânâda olmak üzere zikredilmiştir. Fakat onlardan hiçbiri bizim o Türk âlimi kadar açıkça işaret etmeye cesaret edememişlerdir.

“Demek ki, Hicrî 968’de vefât eden Afyonkarahisarlı Mustafa bin Şemseddin merhum, dünyanın bir devekuşu yumurtası gibi, yani mücessem kat’ı nâkıs [Bugünkü en son matematik tâbiriyle geoid] şeklinde yuvarlak olduğuna âdeta inanmış, bugün yaşayan bu nazariyeyi bundan dört asır evvel yazmıştır. Bu mânâya göre âyet-i kerimenin meâli şöyle oluyor:

“(Cenâb-ı Hakk) bundan (yani göklerin kuruluşundan ve tanzîminden) sonra da yeri bir deve kuşu yumurtası hâline (yani mücessem kat’ı nâkıs şekline) getirdi» İşte benim bu âyetten anladığım mânâ!”(57)

Bilindiği üzere hayatın biyolojik yönü; yani canlıların doğma, büyüme, gelişme ve üreme gibi safhaları, sadece üzerinde yaşadığımız dünyada bir araya gelmiş değerli hayat unsurlarının âhengi ile devam edebiliyor. Soluduğumuz havadaki aslî maddelerin (elementler) terkibi ve nisbeti… Dünyanın çekirdeğinde harlanıp duran o müthiş nükleer fırının harâretini sâkinleştiren manto tabakasının kalınlığı… Suyun tabiat içinde halden hâle geçip kendini arıtarak yeniden kullanılır vaziyete gelebilmesi… Güneş’in câzibesi etrafında dönen dünyanın dönüş hızının ay tarafından dengelenerek istikrara kavuşturulması… Kutuplardan geçtiği farzedilen eksenin, güneşin yörüngesine doğru takrîben 23,5 derecelik bir açı ile eğrilmesi ve benzeri daha pek çok “sıradan” bilgiler, bir başka nazarla değerlendirildiğinde; sadece biyolojik hayat tarzının bile, hayranlık verici “ince ayar”larla devam edebildiğini bizlere en açık bir şekilde gösteriyor.

Dünya böyle yuvarlak olduğu gibi, cennet de öyledir… Nitekim, Nakşibendî silsilesi Müceddidîn kolunun 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri, bir sohbetlerinde, cennetin de dünya gibi yuvarlak olduğunu ifade etmişler… Beyyine sûresinin, “Onların Rabbleri katındaki mükâfatları, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı olarak kalacakları Adn cennetleridir….” âyet-i celîlesinin tefsiri esnasında şu izahlarda bulunmuşlardır:

“Sekiz cennetten altısı Allahü Teâlâ’nın sıfâtının, ikisi de zatının ve cemâlinin cennetidir. Cennât-i Adn, sâir cennetlerin görülebileceği bir yerdir ki, hepsinin ortasıdır. Orada, bütün cennetleri seyretmek için minberler vardır. Dileyen kimseler bu minberlerden diğer cennetleri seyredebilirler. Bundan, cennetin de dünya gibi yuvarlak olduğunu anlıyoruz.”

***

CEHENNEM

Cehennem, kelime olarak derin kuyu, dibi derin ateş çukuru mânâlarına gelmektedir. Dinî literatürde ise, iman etmeyenlerin veya inandıkları halde günahlarından dolayı affa mazhar olamayanların âhirette azap olunacakları ebedî yurdun adıdır. Dünya hayatında ömrünü küfürle, sapıklıkla ve Allâh’a isyan ile geçirenler, azap yurdu olan cehennemde cezalarını çekeceklerdir.

Cehennem halkına, “ehl-i cehennem” yani cehennem ehli denilmektedir.

Kur’ân-ı Kerim’de belirtildiği üzere cehennem, birbirinin üstünde yedi dereke-tabaka halindedir ve her derekenin ayrı bir kapısı vardır. İnançsızlıklarının çeşitliliğine göre inanmayanlar ve İlâhî affa mazhar olamamış günahkâr mü’minler, bu kapılardan birisinden cehenneme girecekler ve orada kimisi ebedî, kimisi de muvakkat (belirli bir süre) azap göreceklerdir. Âyet-i kerimede şöyle buyrulmuştur: “Muhakkak ki cehennem, onların hepsine va’dolunan yerdir. Cehennemin yedi kapısı vardır. Onlardan her kapı için birer grup ayrılmıştır.”(5 8)

Cehennem ateşi, derekelere (üstten aşağı katlara doğru) inildikçe şiddetlenmektedir.

***

CEHENNEM KATLARI VE MENSUPLARI Yazının devamını oku »

Posted in Cennet, Cennet & Cehennem, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »