Göynem – Beyşehir

İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Archive for Eylül 2015

MUBAREK KURBAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN

Posted by Site - Yönetici Eylül 23, 2015

kuban bayrami mesajlari,kurban bayraminiz kutlu olsun,kurbanlik,koc,kurban nasil kesilir,

Posted in Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kurban, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | 1 Comment »

KURBAN NASIL KESİLİR?

Posted by Site - Yönetici Eylül 22, 2015

Dall Sheep (Ovis dalli)

Dall Sheep (Ovis dalli)

KURBAN NASIL KESİLİR?

Kurban kesmeye “Yâ Rabbi! Şu vücudum sana karşı o kadar hata ve isyan etti ki affedilebilmem için bu vücudu sana kurban etmem lazım. Fakat sen insan kurban etmeyi haram kıldığından vücuduma bedel olarak bu hayvanı kesiyorum, kabul eyle.” diyerek niyet edilir.

Besmele-i şerîfe ile;

İnnî veccehtü vechiye lillezî fetara’s-semâvâti ve’l-arda hanîfen ve mâ ene mine’l-müşrikîn.” ve

Allâhümme hâzâ minke ve leke. Allâhümme inne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillâhi Rabbi’l-âlemîn, lâ şerîke leh ve bizâlike ümirtü ve ene evvelü’l-müslimîn” duâlarını okuduktan sonra;

Allâhü ekber, Allâhü ekber, lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber, Allâhü ekber ve lillâhi’l-hamd, Bismillâhi Allâhü ekber.” deyip hemen kesilir.

Kurbanın şu dört şeyi kesilir:

1) Nefes borusu,

2) Yemek borusu,

3 – 4 ) İki şah damarı

Bu dördünü de kesmek sünnettir. Bunlardan üçünü kesse helâl olur. Canı çıkıncaya kadar rahat nefes alabilmesi için nefes borusunun sıkışmaması ve içeri kaçmaması sağlanır.

Deveyi gerdanından, koyun, keçi ve sığırı çene ile göğüs arasından, yumrucuk denilen kemiğin altından boğazlamak sünnettir.

Kurbanı kıbleye doğru yatırıp (ön ayakları ile arka sol ayağını) bağlayarak kesmek sünnettir.

Sığırların dört ayağı bağlanır.

Deve ayakta kesilir.

Eğer hayvan kaçarsa veya insana hücûm ederse yâhut kuyuya düşüp de boynundan kesmek mümkün olmazsa, kesilmesi niyetiyle “Bismillâhi Allâhü Ekber” diyerek, bir bıçakla veya kesici bir şeyle (herhangi bir yerinden) yaralamak sûreti ile öldürülse helâl olur.

.

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Fıkıh, Güncel, Gündem, Genel, Kurban, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | Leave a Comment »

ZİLHİCCE AYI VE İLK ON GECENİN FAZİLETİ

Posted by Site - Yönetici Eylül 12, 2015

Zilhicce ayının fazileti

ZİLHİCCE AYI VE İLK ON GECENİN FAZİLETİ

Kamerî ayların 12’ncisi olan Zilhicce ayı, İslâm’ın beş esâsından biri olan hac farîzasının îfâ edildiği umûmî af ayıdır.

Arafât’a çıkıldığı, Allâh için milyonlarca kurbanın kesildiği ve bir senelik hesapların görülüp amel defterlerinin kapandığı mukaddes bir aydır.

Zilhiccenin ilk on gecesi “leyâli-i aşere” yâni 10 mübârek gecedir. Bu ayda, noksanların tamamlanması için istiğfâr, salevât-ı şerîfe, diğer duâlar ve tesbîh namazına devamda hayır vardır.

Hacca gidemeyen mü’minlerin bu günlerde oruç tutmaları çok büyük fazîlettir. Kurban bayramından evvel dokuz gün oruç tutmalı, 10. günü kurban kesilinceye kadar bir şey yemeyip kurban etinden yemelidir. Bu mendubdur. Hiç olmazsa 8’inci gün ile beraber 9’uncu günü (Arefe günü) oruçlu olmak lâzımdır. Arefe günü sabah namazından bayramın 4’üncü günü ikindi namazına kadar, bütün farz namazların arkasından Teşrîk tekbîri (Allâhü Ekber Allâhü Ekber, Lâ ilâhe ilallâhü vallâhü ekber, Allâhü Ekber ve lillâhil-hamd) okumak kadın-erkek her mükellef Müslümana vâciptir.

ZİLHİCCENİN İLK ON GÜNÜNDE NE YAPILIR?

Zilhicce ayının birinden onuna (yani Kurban Bayramının ilk gününe) kadar, her gün sabah namazlarından sonra:

10 salevât-ı şerîfe:
“Allahümme salli ve sellim ve bârik alâ seyyidinâ Muhammedin ve alâ âli seyyidinâ Muhammed.”

10 istiğfâr:
“Estağfirullâhe’l-Azîm el-Kerîm ellezî lâ ilâhe illâ Hüve’l-Hayye’l-Kayyûme ve etûbü ileyk ve nes’elühü’t-tevbete ve’l-mağfirete ve’l-hidâyete lenâ innehû hüve’t-Tevvâbü’r-Rahîm.”

10 tevhid:
“Lâ ilâhe illallâhü vahdehû lâ şerîke leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve Hayyün lâ yemûtü biyedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey’in Kadîr” okunur.

(Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | Leave a Comment »

DÜNYA VE AHİRET İŞLERİ

Posted by Site - Yönetici Eylül 11, 2015

20120603_194237 copy (2)

DÜNYA VE AHİRET İŞLERİ

Ahiret sermayen olsun. Dünyayı ticaret yeri say. Zamanını sermayeni batırmamak için evvela ahiretine sarfet. Eğer fazla kalırsa onu da dünyaya harca, geçimini sağla. Sakın dünyayı sermaye, ahireti ticaret saymayasın. Bunu yapınca namazını vaktinde kılamazsın. Kılsan da erkanını yerine getiremezsin. Rukûu belli olmaz, sücûdu belli olmaz. Çünkü senin için maksat dünya olmuştur. Yorgunluk gelir, uyursun. Namazın kazaya kalır, kılamazsın. Gece cife gibi yatar, sabahları tenbel olarak kalkarsın. Nefis seni peşinden sürükler, heva seni takip eder. Şeytan artık sana hakimdir. Böylece ahiretini dünyaya satmış olursun. Sen bu durumda nefsin kulu ve onun uşağı olmuşsun. Halbuki sen onu emrine alacak, terbiye edecek, doğru yola getireceksin. Bu, onun ahiret tarafı idi. Yani iyilik yüzü idi. Ama sen böyle yapmadın, onu hakkıyla idare edemedin. Onun sözlerini kabul etmekle zulüm ettin. Onu kendi başına bıraktın, netice lezzete, zevke, sefaya daldı ve şeytana uydu. Sen de ona uydun. Daha sonra hem dünyan battı, hem de ahiretin.

Yarın kıyamet günü iflas halinle meydana çıkarsın. Orada ne din bakımından, ne dünya bakımından hiç karın olmaz. Ne kazandın nefse uymakla?.. Eğer onu doğru yola getirseydin, her iki cihanda da mesut olacaktın. Nefse uymadan ahireti sermaye kabul etseydin, her ikisini de kazanacaktın. Ayrıca dünyadaki nasibin, bol ve rahat gelecekti. Sen her kötülükten temiz ve her pislikten beri olacaktın.
Peygamber (SAV) Efendimiz buyurdu:
– “Allah (CC), dünyayı ahiret niyetine göre verir. Ahireti, dünya niyetine göre vermez.
Niçin aksi olmuyor? Olmaz, çünkü ahiret Allah’a (CC) kulluktur. Allah’a (CC) kulluk niyeti ile ibadet eden ahireti bulur. Niyet ibadetin ruhu ve özüdür. Kötülüklerden çekinerek ibadet edersen dünyan hoş olur. Dünya bir yana der, yalnız ahireti arzularsan Allah’ın (CC) öz kullarından ve O’na (CC) halis ibadet edenlerden olursun. Dolayısıyla ahiret nimeti senin için olur. O nimetlerin başında cennet ve Allah’a (CC) yakınlık gelir.
Dünya sana hizmet eder. Kısmetin kendiliğinden gelir. Çünkü her şey yaratanına bağlıdır. Eşyanın haliki ise Allah’tır (CC), sen de O’nun (CC) öz kulu olduğuna göre, her şey senin olur.
Ahireti bırakır dünyaya çalışırsın. Hakk (CC) sana gazabını karşı yapar. Ahireti kaybedersen, dünya sana isyankar olur. Her şeyini güçlükle alırsın, ufacık bir makam elde etmek için güçlük çekersin. Çünkü Allah’ın (CC) sevmediği bir insan oldun. Dünya ehli olup ötekini kaybetmeyi mi, yoksa ahiret ehli olup dünyada manevi bir huzur duymayı mı?
İnsanlar iki kısımdır. Biri dünya arar, diğeri ahiret. Bunlar kıyamet günü de böyle olacak. Bir kısmı cennet ehli, diğer kısmı da cehennem…

Yine o gün, bir kısım insanlar hesap çokluğundan korunurlar, bunlar ahiret ehlidir.
O günün uzunluğunu anlatırken:
– “O gün, dünya gününe göre bir günü ‘bin’ senedir.
Buyuruldu. Yine o gün bir kısım insanlar Peygamber (SAV) Efendimizin buyurduğuna göre şöyle anlatılır:
– “O gün siz, arşın gölgesinde rahat edersiniz, lezzetli meyveleri yer, tatlı yemekleri tadarsınız. Kardan daha beyaz, soğuk ballardan afiyetlenirsiniz…
Diğer bir Hadis-i Şerifte ise şöyle buyuruldu:
– “Cennet ehli, o gün yerlerine bakarak görürler. Hesap bitince yerlerine giderler.
Onlar yerlerini tanırlar. Dünyadaki evlerine gider gibi, cennetteki yerlerine varırlar.
Bunlara verilen bu yüksek derece, dünyayı terkettikleri için oldu. Dünyayı attılar bir yana, Allah’a (CC) kul oldular. Diğer kısmın, şiddetli hesaba maruz kalması ise dünyaya tapmaları yüzünden oldu. Dünyaya tapmanın neticesi onları öbür alemde buldu.
Allah’ın (CC) emri hilafına gidiş felakettir. Bu hataların hepsi yarın senin önüne çıkar. Hata işleme, hata ettikçe batarsın. Kitap ve Peygamberin (SAV) emirlerinde bulun, yoksa ne iyilik, ne kötülük kaybolur.

Nefsine acı; ona rahmet ve şefkatle bak. Onu kötü yola atma. Ona hata işleme fırsatı verme. Onu birinci sınıftan yapmağa çalış, ikinci sınıftan koru. Nefsine kötü arkadaş seçme, insan ve cin şeytanlarından onu esirge. Kitap ve sünneti eline al.
Her zaman onları gör, onlarla amel et. Oldum olası sözlerle uğraşma.

Boş heveslerle kendini yorma. Allah-ü Teala (CC) şöyle buyurdu:
– “Peygamberlerin (AS) getirdiklerini alın, yasak ettiği şeyleri yapmayın.
Allah’tan (CC) korkunuz. O’na (CC) muhalefet etmeyiniz. Ameli terkediyorsunuz.
Peygamberlerin (AS) getirdiği şey ile amel etmiyorsunuz.

Boş işle nefsini aldatma, amel ve ibadetini daima yap. Yeni icadlar çıkarmaya kalkışma. Allah-ü Teala (CC) icatçı bir kavim hakkında şöyle buyurdu:
– “Bir kısım dini kisve giyenler icat çıkardılar, halbuki biz onlara böyle şey yazmamıştık.”
Sakın icatçı olma, uyucu ol. Hakk’a (CC) uy, Peygamber (SAV) yolunu tut. Allah-ü Teala (CC) Hz. Peygamberi (SAV) kötülüklerden temiz kılmıştır. Peygamberimiz (SAV) hakkında şöyle buyurdu:
– “O (SAV) kendiliğinden konuşmaz. O’nun (SAV) konuştuğu vahiydir. O’na (SAV) vahyolunur.”
Yani Peygamberin (SAV) getirdiği bendendir. Şahsî ve indî mütealası değildir.
Dolayısıyla O’na (SAV) uyunuz. Sonra Peygamberimiz (SAV) şöyle buyurdu:
– “Allah’ı (CC) seviyorsanız bana uyun. Bana uyarsanız Allah da (CC) sizi sever.
Anlaşılıyor ki; sevgi sevilene uymakla olur. Söz ve hareketle Peygambere (SAV) uymak gerekir.
Peygamber (SAV) Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurdu:
– “Çalışmak adetim, tevekkül halimdir.
Zayıf iman sahipleri çalışmasına güvenir. Çalışmak, Peygamberin (SAV) sünnetidir.
Kısmetli iman sahipleri tevekküle bağlanır. Çalışmaya devam edersen Peygamberin (SAV) sünnetini işlemiş olursun. Tevekkül yoluna kıymet verdikçe de Peygamber’in (SAV) ruhaniyeti seni sarar. Allah-ü Teala (CC) tevekkül üzerine şöyle buyurdu:
– “İnanıyorsanız Allah’a (CC) tevekkül ediniz. Allah’a (CC) tevekkül edene O (CC) yeter. Allah (CC) tevekkül edenleri sever.”
Bu ayetlerle sana tevekkül emri veriliyor. Bunu Hakk Teala (CC) Peygamberine de (SAV) emretti. Her halinde Allah’a (CC) tevekkül et. Allah’ın (CC) emri haricine gitme. Her halinle Allah (CC) ve Peygamberin (SAV) emrini rehber tut. Çünkü Peygamber (SAV) Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurdu:
– “Emrimiz haricinde işlenen hiçbir şey makbul değildir.
Bu emir her şeye şamildir. İster dünya, ister ahiret, ister söz, ister iş hepsini işine alır.
Benim için Allah’tan (CC) başka Allah, Peygamberden (SAV) başka peygamber yoktur. Kur’an ve sünnet yolundan başka, her kapı kapalıdır. Biz onlara göre amel etmeliyiz. Aksi, şeytan ve nefsin yoludur. Allah- ü Teala (CC) bu manada şöyle diyor:
– “Hevaya tabi olma, seni yoldan alır.”Selamet kitap ve sünnettedir. Helak bunların haricindedir. Kul, bunlarla yükselir. Veli, bedel ve gavs makamlarına bunlarla erer.
Velhasıl, insan-ı Kamil bu yolda yetişir. En doğrusunu Allah (CC) bilir.

Kaynak : Fütuhu’l Gayb – Gizliden Sesler – Seyyid Abdülkadir Geylani

Posted in Abdülkadir Geylani, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | 1 Comment »

Buz`u Altına Satmak – ZÜHDÜN – TAKVA`NIN HAKİKATİ

Posted by Site - Yönetici Eylül 10, 2015

Buz`u Altına Satmak - ZÜHDÜN - TAKVA`NIN HAKİKATİ, Kimya-i Saadet – İmam Gazali,

Buz`u Altına Satmak – ZÜHDÜN – TAKVA`NIN HAKİKATİ

Sıcak havada biraz buza sahip olan kimse, susayınca suyu o buzla soğutup içmek için, o buzu çok arzu eder. Fakat birisi gelip bir altın karşılığında o buzu ondan satın almak istese, altın sevgisi buza olan tutkunluğunu giderir ve şöyle düşünmeye başlar: “Bir gün ılık suya sabredeyim. Buz devamlı kalmaz, akşama kadar eriyip gider. Altın ise ömür boyu kalır.

Böyle bir durumda, buzu daha değerli bir şeye değişmez, buz için zühd olur. Arifin de dünya karşısındaki tutumu böyledir. Zira arifler dünyanın geçici olduğunu, sürekli olarak tükendiğini ve ölüm anının yaklaştığını görür. Ahiretin ise saf ve devamlı olduğunu, hiç sonu olmadığını ve ancak dünyayı bırakmak karşılığında satıldığını bilirler. Durum böyle olunca değerli olan ahireti kazanmak için, dünyayı aşağı görürler ve bundan dolayı dünyadan el çekerler.
İşte buna zühd denir. Ancak zühd, yani dünyadan el çekmek mübah olan şeylerde olmalıdır. Yoksa haramdan el çekmek zühd değil, zaten farzdır. Ve yine zühd (dünyadan el çekmek) elde edebildiği şeylerde olmalıdır. Dünyada bir şeyi olmayanlar için zühd mümkün değildir. Ancak bir şeyi olmayan kimseye, dünyalık verilince bunu kabul etmese o zaman zühd olabilir. Fakat bu derece denenmedikçe belli olmaz. Zira dünyalık elde edince nefsi bir başka şekil alabilir ve eski haline dönebilir. Zühdün başka bir şartı da malı saklamayıp dağıtmak, mevki ve makamı terk etmektir. Zira tam zahid, dünyanın bütün lezzetlerini bırakıp, ahiret lezzetini isteyen kimsedir. Bu, bir alış -veriştir. Ama çok karlı olan bir alış -veriş . Nitekim,
Yüce Allah buyuruyor ki:
Şüphesiz Allah, mü’minlerin vücutlarını ve mallarını, cennet karşılığında satın alır.” [TEVBE SURESİ, Ayet: 111 ]
Ondan sonra da buyurur ki: “Bu alış -veriş mübarek olsun. Sevininiz; bunda çok kazanç vardır.”

Cömertliğini göstermek veya ahireti kazanmaktan başka bir sebep için dünyayı terk eden zahid olmaz. Dünyayı, ahiret karşılığında satmakta büyük zühddür. Fakat marifet sahiplerinin yanında bu da zayıftır. Zira arifler dünya gibi, ahireti de düşünmezler. Zira cennet de dünya gibi göz, mide ve cinsi arzularla ilgilidir. Onun için ahirete de hakaret gözü ile bakıp kendini, hayvanların da ortak olduğu şehvet ve arzulardan yüksek tutarak ona ilgi göstermemelidir. Hatta dünyada olsun, ahirette olsun, Allah’tan başka bir şey gaye edinmemeli, Allah’ı tanıyıp görmekten başka bir şey ile yetinmemeli ve Allah’tan başka herşey ona aşağı görünmelidir. Bu ariflerin zühdüdür.

Ariflerde dünya malından sakınıp kaçınmayabilirler. O zaman ellerine geçeni yerli yerince harcamalı, hakkı olanlara dağıtmalıdır. Nitekim Hz. Ömer (R.A.) yeryüzünün servetini elinde tuttuğu halde ona bağlı değildi.
Hz. Aiş e (R.Anha) de bir günde yüzbin akçe dağıtmış ve kendisi için bir lokma et alacak parası kalmadı.
O halde arif yüzbin akçeye sahip iken zahid olur da, başkası hiçbir şeye sahip değilken zahid olamaz.
Burada olgunluk derecesi kalbin, dünyadan kesilmesi, onu istemek veya ondan kaçmakla meşgul olmaması, onunla savaşmak veya dost olmak yoluna gitmemesidir. Zira bir şeyi dost edinen onunla meşgul olduğu gibi, düşman edinen de onunla meşgul olur. Demekki olgunluk derecesi Yüce Allah’tan başka bir şeyi düşünmemektir. Ona göre dünya malı deniz suyu gibi, eli de Yüce Allah’ın hazinesi gibi olmalıdır. Azalıp çoğalması, gelip gitmesi onu düşündürmemelidir. Üst derece budur. Akılsızların en çok
yanıldıkları husus budur. Zira malı terk ettiğini söyleyen, kendine ben malı düşünmüyorum, süsü verebilir. O halde malı olsa bile gönlünü mala bağlamamak, ondan kaçmak ve onun çekiciliğinden kurtulmak, işin esasıdır.

Birisi Mübarek’in oğlu Abdullah’a “Ey Zahid” dedi. Abdullah ona şöyle dedi: “Zahid Halife Ömer bin Abdülaziz’dir. Zira dünya malı onun elinde olduğu halde o zühd üzeredir. Benim zaten bir şeyim yok. bana nasıl zahid denilebilir?

Buzu altına satmak, o kadar büyük anlayış istemez. Akıllı olan herkesin anlayabileceği ve yapabileceği bir şeydir. Dünyanın ahiret yanındaki değeri, buzun yanındaki değerinden daha aşağıdır.

Fakat bazı insanlar üç nedenden dolayı bunu göremezler.
1-İmanın zayıflığı.
2-Şehvetlerin esiri olmak.
3-İhmalkarlık yapıp tevbeyi geciktirmek.

En büyük neden şehvet ve arzulara esir olmaktır.

Kaynak – Kimya-i Saadet – İmam Gazali

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kimya-i Saadet - İmam Gazali, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: , | Leave a Comment »

NEFSİN HALİ

Posted by Site - Yönetici Eylül 9, 2015

Nefs üç köşeli dikendir, ne türlü koysan batar.

NEFSİN  HALİ

Nefsin iki hali vardır. Üçüncüsü yoktur.
1 – Bela
2 – Afiyet…

İnsanlar, başlarına bir bela geldiği zaman bağırır, çağırır, Allah’ı (CC) şikayet eder.
Allah’a (CC) darılır. Her şeye itiraz eder. Hakk’ı (CC) töhmet altına almak ister. Ne sabır bilir, ne de bir nasihatçıya uyar. Yalnız kendi aklına göre Allah’a (CC) (haşa) eş bulma yoluna girer, bir uygunsuz hareket yolu bulur. Öylece gider.
Afiyet haline gelince; ondan daha iyisi yoktur, güler, oynar sevinir. Zaman kaybetmeden şehvet yollarına koşar. Hiç biriyle yetinmez. Biri eskiyicince yenisini aramaya koyulur. Yemek beğenmez. İçkilerin her çeşidini sofrada bulundurur.
Evinde hanımını da hemen savar, onun da yenisini arar. Evini beğenmez, iyisini arar. Binek işi de çok önemlidir. Daima günün en iyisini ister. Elinde olan her şeye bir ayıp bulur, hemen yenisini tedarik etmeye koyulur. Böylece bütün rahatını kendi eliyle kaçırır. Bilmez ki, her şey kendisi için değildir. Buna akıl erdiremeden iyi şeylerin peşine düşer.

İşte bu haller insanı yorar. Elde mevcut şeylere razı olmamak, insanı her çeşit güçlüğe sürükler. Sonu gelmeyen eziyet, içinden çıkılması mümkün olmayan felaketler bundan sonra başlar. Dünyalığı var, rahat etmesi gerekirken, eliyle keyfini kaçırır.

Bundan sonra öbür alemin işi başlar. Ölür, sorguya çekilir, hesap veremez. Çünkü düzenli hiçbir iş tutmamıştır. Bazıları şöyle der:
– “Öbür alemin ve buranın en çok cefasını çekenler, kendilerine ait olmayanı isteyenlerdir. Ve yapamayacakları işin peşinden koşanlardır.”

Bir insan düşünelim: Bir zamanlar her türlü maddi sıkıntı onun manevi durumunu da bozmuştur. Bu halinde yalnız belanın gitmesini ister. Yalnız bunun için Allah’a (CC) yalvarır. Bir gün duası kabul olur, her çeşit darlık zail olur gider. Genişlik başlar.
Bundan sonra o zat, evvelce çektiği bütün sıkıntıyı unutur. Allah’ı (CC) da unutur, kulluk etmez. Her çeşit günah yollarını seçer. Bu adamın hali nasıl olur? Elbette ki “iyi olur” denemez.
Tam tahmin edildiği gibi olur. Dünyada israfın yolunu tuttuğu için her şeyi az zamanda biter, yine darlığa düşer. Ve artık, eski halini de bulamaz, sürünerek ölür gider… Bununla bitse iyi, öbür alemde bir de hesabını vermek vardır.
Eğer bu insan beladan kurtulduğu zaman, derhal ibadet ve taat yolunu tutmuş olsaydı, bir daha eski haline düşmezdi. Elinde bulunanla yetinip gayrısını bulmak için onları bir yana itmemiş bulunsaydı, ömrü rahat içinde geçerdi. Dünyası hoş olurdu, Ahireti ise onun çok üstünde rahatlık verirdi. Öbür alemin en güzel şeylerine kavuşurdu.

Dünya ve ahiret selameti isteyen sabırlı olmalıdır, elinde bulunanla yetinmeyi adet eden rahattır. Daima Allah (CC) vergisine şükür edenin nimeti artar.
İnsan fani varlıklara dayanmamalı. Onların elindekini unutmalı ve Hakk’a (CC),
ihtiyacı için dua etmelidir. Ve Allah’ın (CC) emri üzerine çalışarak her şeyini kazanmalıdır. İşte böylece eğer darda ise dua ederek kurtuluşunu O’ndan (CC) beklemelidir. İnsanların kurtarması ne kadar sürer, birinden ne kadar iyilik görülürse görülsün, devamı beklenemez. Bir zaman gelir her iki taraf da bundan usanır. İyilik eden vermekten, kabul eden de mihnet altında kalmaktan bıkar. Ama Allah (CC) böyle mi? O (CC), usanmaz, daima iyilik eder. Kafir kullarının dahi rızkını kesmez.

Yeri gelmişken şunu da söylemek yerinde olur: Allah’ın (CC) verdiğini iyiye kullanmak şarttır. Bunun icabı budur. Mahzurları yukarıda belirtilmesine rağmen bir daha söylemek iyi olur. Bu sebeple helâlin hesabı, haramın azabı olduğunu hatırlatmak lazım gelir.
Her şeyin iyi tarafını görmek en iyisidir. Yoksullukta güzellik olabilir. Bazı zahmetli işlerin sonunda iyi olmaları muhtemel. Bazı hastalıklarda şifa vardır. Şunu da unutmamak iyi olur ki, Allah’ın (CC) emri kesindir, başka şeylere benzemez. Onun içindir ki bu yolda çok dikkat gerek. Onun her iradesi mutlak yerine gelir. İtiraz etmekle hikmet değişmez, emri geri alınmaz. “O (CC), her neyeol”… Demeyi murad ederse… O olur…
Hakk’ın (CC) her işi hikmettir. Her emrinde fayda vardır. Şu da var ki; Allah (CC), hiçbir zaman insanların zararını istemez.
Söz buraya gelmişken; bir daha ilk sözleri tekrar etmek iyi olur. Gerçi tekrar değildir ama, sözün baş tarafında belirtilenlere benzediği için böyle diyoruz.
Söylemek istediğimiz şudur: En yerinde ve insana yakışan iş, razı olma melekesine sahip olmak ve teslim haline ermektir. Bundan sonra ibadet gelir ki, onun hakkında bir diyeceğimiz yoktur. Çünkü her müslüman onun ne demek olduğunu bilir. İbadet sadece kulluk etmektir. Ötesi yine teslim halidir. Yani kader ne ise onu gözetmekten ve ona uymaktan başka kurtuluş yoktur. Bundan sonrası kader bahsi ile ilgilidir ki, incelemek iyi olmaz. Çünkü o bir ilâhi sırdır. Ona kolayca akıl ermez.
Bu bapta tavsiyemiz, yalnız bir sükûttan ibarettir. Çünkü bu ince mesele ancak duygu ve halle sezilir, ilim yolu ile bilinmez.
– “Bu iş nasıl oluyor, neden ve ne zaman olacak?
Gibi sözler yerinde olmaz. Kaderin iç nizamını kurcalamak bir nevi şirke benzer ve Allah’ı (CC) töhmet gibi olur. Bu sözümüz İbn-i Abbas’dan (RA) rivayet olunan bir Hadis-i Şerife istinad eder.
İbn-i Abbas (RA) şöyle diyor:
– “Birgün ben Resulallah’ın (SAV) ardındaydım, yürüyorduk. Bana döndü ve: ‘Ey Allah’ın (CC) kulu, Allah’a (CC) iyi sarıl, O’nu (CC) bırakma. Bu gayreti içinde saklarsan Hakk (CC) da seni esirger. Bu duyguyu taşıdığın müddet Allah’ı (CC) kendine yakın bulursun. Bir şey isteyecek olursan, O’ndan (CC) iste. Yazılan yazılmış ve kalem kurumuştur. Olacak şeyler de olur. Bütün insanlar bir araya gelse, ilahi bir hüküm yoksa, sana fayda sağlayamazlar. Ve eğer kaderinde yazılı değilse, bütün insanlar sana zarar vermeye gelseler yapamazlar. Eğer kendinde kuvvet görüyorsan, iyilik yap ve doğru çalış. Kötülüğe meylin varsa sabırlı olmaya çalış. Yapmamaya gayret et. Hayrın çoğu sabırdadır. Şunu da bil ki, yardım sabırlılara olur. Darda kalmışlar genişliğe çıkarlar. Her sıkıntının sonunda bir ferahlık vardır’.”İşte, her mümine lazım olan odur ki: Bu Hadis-i Şerifi kalbinde bir ayna gibi saklaya, işini gücünü buna göre ayarlıya ve böylece çalışa. İşte son nefesine kadar böyle gide… Allah’ın (CC) rahmet ve inayeti sayesinde dünya ve ahirette böylece güçlüklerden salim ola; vesselam…

Kaynak : Fütuhu’l Gayb – Gizliden Sesler – Seyyid Abdülkadir Geylani

Posted in Abdülkadir Geylani, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

Müslümanlar Böyle Değildi….

Posted by Site - Yönetici Eylül 8, 2015

Dinler Arası Diyalog Tuzagı – Mehmet Oruç,Müslümanlar Böyle Değildi

Müslümanlar Böyle Değildi

KAREN ARMSTRONG’UN YAZISI

Bugün dünyanın süper gücü nasıl ABD ise, bir zamanlar da Osmanlı İmparatorluğu idi. Hem de asırlarca üç kıtada devam eden bir üstünlük. Her devlet bir iş yapacağı zaman, “Osmanlı ne der?” diye düşünürdü.

Osmanlının himayesinde ve idaresinde olan her millet Osmanlıdan kendisine bir zarar gelmeyeceğinden emindi. Bunun için Osmanlıya düşmanlık aklından bile geçmezdi.

Yakın zamana kadar, ABD’deki müslümanlar hangi milletten olurlarsa olsunlar, gururla “Amerikalıyız” diyorlardı. Şimdi diyemiyorlar. 11 Eylül’den sonraki, farklı, haksız muameleler bu noktaya getirdi onları. Halbuki hukukta genel kaidedir. Birinin yaptığı suçtan dolayı diğerleri cezalandırılamaz.

Peki, sayıları çok az da olsa bazı Müslümanları anarşiye, teröre iten sebep nedir? Terörün hiçbir haklı sebebi olamaz; fakat durup dururken bu hale gelmedi bunlar. Onları canlı bomba çılgınlığına ne sevketti? İsterseniz bunun cevabını kendilerinden dinleyelim.

İslâm araştırmacısı Karen Armstrong, İngiliz The Guardion gazetesindeki bir yazısında bu soruların cevabını şöyle veriyordu:
“Bundan yüz sene kadar önce, Müslümanlar böyle değildi; hepsi barış severdi. Bugün İslâm dünyasının her yerinde Batı’ya özellikle de Amerika’ya karşı bir hınç var. 11 Eylül eylemini samimiyetle kınasalar bile, içlerinden bir de oh olsun demektedirler.
Usame bin Ladin ve diğerlerini Bush ve müttefikleri şimdi imha etseler bile, yüzlerce yeni lider ve lider ruhlu insanlar mantar gibi bitecektir. Çünkü insanların Amerika’ya kini vardır. Biz İngilizler bu kinin ne demek olduğunu İrlanda meselesi yüzünden çok iyi biliriz. Zira İrlanda’daki çatışmaların sorumlusu İngiltere’dir.

Bu çalkantının, bu kinin ve bu öfkenin birinci sebebi sömürü ve istismardır. Batı hemen hemen İslâm âleminin bütün ülkelerini işgal etti. İşgal ettiği her yeri sömürdü. Bütün ham maddelerine el koydu. Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla da Batı, işgal etmedik İslâm diyarı bırakmadı.

Halbuki Müslümanlar dünyanın en büyük medeniyetlerinden birini ve dünyanın en güçlü devletlerini kurmuş köklü bir geleneğe sahiptiler. Hz. Muhammed’in vefatından 100 sene sonra Atlantik Okyanusu’ndan Çin ortalarına kadar uçsuz bucaksız bir sahayı ellerine geçirmişlerdi. Daha sonra ise Osmanlı Devleti, kendi döneminde dünyanın en güçlü ve biricik devleti idi.
İşte böyle tarihi bir mirasa sahip Müslümanlar, Batı’nın kendisini büyük görüp İslâm âlemini küçümsemesini, horlamaya kalkışmasını hiç hazmedemedi. Yapılan haksızlıklar Batı’ya karşı büyük bir nefret doğurdu.
Mısır gibi bazı ülkeler, Batı’yı taklit yoluyla moderneleşmeyi denediler. Bu ise halk arasında ters tepki yaptı. Zira halk yeni yöneticilerin kendi örf ve adetlerini, dini geleneklerini hor gördüklerini müşahede etti. Aydınları halkına düşman ettik
Diğer taraftan Batılılar sömürgeleştirdikleri ülkelerde okullar, hastaneler açtılar. Fakat bütün bunlar Batı’nın menfaatlerine yönelik faaliyetlerdi. Ülkeyi Batı’ya daha fazla bağımlı hale getirmek maksadıyla yapılan işlerdi.
Nitekim misyonerler bu okullarda halkın çocuklarına kendi dini geleneklerini kötülüyor, kültürlerini küçük gösteriyordu. Bu okullardan mezun olanlar sonunda kendilerini ne Doğulu hisseder oldular, ne de Batılı. Okumuşlar, dinden ve halktan koptu; aydın halka, halk aydına yabancılaştı. Batı yanlısı zümre ile dindar halk birbirinden uzaklaştı.

İslâm ülkelerinin petrollerini sömürebilmek için Batılılar bu ülkelere en zâlim diktatörleri yerleştirdiler. Sonraları Batı’yı temsil eder hale gelen Amerika, CIA yoluyla pek çok ülkede iktidar değişikliği yapıp, Amerika’nın çıkarını gözetecek kişileri başa getirdi.
Müslüman halklar, sevmedikleri kişileri başa geçirip başta tuttuğu için Batı’ya diş bilemeye başladı. İran’da, Irak’ta, Mısır’da ve daha pek çok yerde Batının adamı diktatörler ve yönetimler başa getirilmedi mi?
Kısa görüşlülükle hareket ederek ve sırf kendi çıkarlarını düşünerek İslam ülkelerine yön veren Batılılar, gitgide sevimsizleştiler ve nefret edilir duruma düştüler.
Bir yandan insan haklarından ve demokratik değerlerden dem vururken, diğer yandan despot yönetimleri ayakta tuttuğu için ABD, sahtekâr devlet olarak görülmeye başlandı. Çünkü bu halkların, ne hakları vardı, hatta ne de protesto etme yetkileri. Yüzbinlerce Filistinli, İsrail işgali yüzünden mülteci durumda bulunurken, hangi insan haklarından, hangi demokratik değerlerden bahsedebilirdi?

Demokrasi adı altında yapılan zorbalıkları, laiklik adına yapılan baskıları, insan hakları maskeli işgalleri göre göre Batı’dan ve Batılı değerlerden tiksinmeye başlayan Müslüman kitleler, çareyi giderek İslâmı daha iyi yaşamakta aramaya başladılar.
Nerede Batı tipi bir toplum olmuşsa, orada mutlaka, fundamentalizm de ortaya çıkmıştır. Nitekim ben bunları yakından inceledim. Hepsinde de gördüğüm şudur: Bu insanlar Batının gerçek maksadının hakiki imanı ve dini değerleri yok ettiği kanaatini taşıyorlar. Bu fundamentalistler hayatta kalma mücadelesi verdiklerine inanıyorlar. Üzerlerine fazla gidildiği ve duvara dayandıkları zaman da mecburen saldırıya geçiyorlar.
İslâmda intihar da, masum insanları, savaşmayan kadın, çocuk ve yaşlıları öldürmek de haramdır. Fakat bazı gruplar, yapılan zulümlerden gına getirmiş ve eylemden başka çarenin kalmadığı kanaatine varmışlardır. Bu kimseler, hayatında çok zulüm görmüş ve sonunda da Seyyid Kutup’tan ilhamla zâlim yönetimleri silah yoluyla devirme yolunu seçmişlerdir.
Kur’ân’da Allah ancak haklı savaşa izin verir ve bu savaş herhangi bir saldırıya karşı savunma savaşıdır. Fakat insanların; Filistin’deki Müslüman evlerinin Amerikan füzeleriyle yerle bir edildiğine, Irak’ta milyonlarca çocuğun Amerikan ambargosu yüzünden öldüğüne bakarak, Amerika’yı saldırgan olarak görmüş olmaları mümkündür.

İtiraf edelim ki
Bununla beraber itiraf etmeliyim ki, 11 Eylül saldırısı beni tam anlamıyla hayrete düşürdü. Çünkü bu saldırı, benim incelemiş olduğum Müslümanların hiçbirinin yapacağı bir işe benzemiyordu. Görünen o ki Muhammed Atta uçağa binmezden önce votka içmişti. Oysa alkol Kur’ân’da kesinkes yasaklanmıştır ve bir şehit adayının nefesi votka kokarken cennete girebilmeyi düşünmesi asla ve kat’a mümkün değildir. Pansilvanya’da düşen uçaktaki terörist olduğu iddia edilen Lüblanlı Ziyad Cerrahi’nin de gece kulüplerine devam eden biri olduğu iddia ediliyor.
Halbuki Müslümanlar çok disiplinli bir hayat sürerler. Kesinlikle içki içmezler. Gece kulüpleri gibi eğlence yerlerine adımlarını dahi atmazlar. Bütün bunları cahiliye davranışı olarak görür ve nefret ederler.
Bir olup bitene, bir de bildiğim hakikatlere bakıyorum, bu meselenin Müslümanlarla hiçbir bağının olmadığını görüyor ve diyorum ki galiba bu çok garip, çok tuhaf ve hiç görülmedik bir eylem şekli. Böyle bir eylemi de Müslümanların yapmayacağına inanıyorum.

İslam düşmanlığını bırakmak zorundayız

Peki bundan sonra Batılılar olarak bizler ne yapmalıyız? Zira bu trajediyi hayra çevirmek de pekâlâ mümkündür. Öncelikle bizler, biz Batılı vatandaşlar terörle mücadeleyi, politikacılarımıza veya ordularımıza bırakmalıyız! Artık yapılan zulüm ve cinayetlere kayıtsız kalamayız. Hem İslâm âlemini, hem de diğer Üçüncü Dünya ülkelerinin gönüllerini kazanacak hareketlerde bulunmalıyız.
Sadece Müslümanlar diş bilemiyorlar Amerika’ya ve Avrupa’ya, Müslüman olmayan ülkeler de bize en az Müslüman ülkelerin insanları kadar öfke ve kin duyuyorlar. Çünkü Batı’nın ticaret ve sanayi yolu ile başta olmak üzere her bakımdan kendilerine zulmettiğine, sömürdüğüne inanıyorlar.
Bizler İslam düşmanlığını bırakmak zorundayız. Bu kötü imajımızı düzeltmemiz gerekiyor. Çıkarlarımızı, onlara zulmetmeden demokratik haklarımızı kullanarak korumak zorundayız. İslam ülkelerindeki terörü, ancak bu hususlarda dikkatli ve son derece titiz olursak önleyebiliriz. Biz güçlüyüz istediğimizi yaparız anlayışı ile bir yere varamayız!”
Karen Armstrong, yanlışlıkları ve yapılması gerekeni açık yüreklilikle ortaya koymuş. Bize söyleyecek söz bırakmamış. İnşaallah akılları başına gelir de bunları hemen tatbike koyarlar. İslam ülkeleri de böylece yüz sene önceki huzura kavuşur! Herkes rahatlar!

PROF. CAMPENHAUSEN’İN ÜZÜNTÜSÜ

Hıristiyan âlemi batıl dinini yaymak için milyar dolarlar harcarken bizler nelerle uğraşıyoruz? Sen ben kavgasıyla zamanı boşa harcıyoruz. Birlik beraberliğin önemini, parçalanmanın zararlarını biliyoruz hepimiz. Parçalanmanın, milletlere, devletlere, dinlere ne kadar zarar verdiğini tarihteki geçmiş hadiseleri okuyarak öğreniyoruz. Fakat bu zararı yaşayarak, görerek idrak etmek daha başka oluyor. İnsan müşahhas örnekleri görünce, yaşayınca iliklerine kadar hissediyor bu acıyı. Hele de bu bir yabancı tarafından dile getirilmiş ise. Sizi fazla meraklandırmadan konuya gireyim.
Geçenlerde, SİSAV, KONRAD Adenauer ve İSAR vakıflarının ortaklaşa düzenlendiği Armada Oteli’ndeki bir konferansa katıldım. Yerli-yabancı ilim adamları, “Din ve devlet İlişkileri”ni anlattılar. Özellikle Fransa’nın, Almanya’nın ve Amerika’nın devlet olarak dine bakış açıları dikkat çekiciydi. İlk gün Alman Prof. Dr. Axel vorn CAMPENHAUSEN’in konuşmasında bir örnek dikkatimi çekti ve beni çok üzdü. Bunu ele almak ve sizlerle paylaşmak istedim.

Sayın CAMPENHAUSEN Almanya’nın dinlere ve din eğitimine verdiği önemi belirttikten sonra karşılaştıkları bir problemi şöyle anlattı: “Bizde hangi dinden olursa olsun, herkesin dinini istediği gibi yaşaması ve dinini öğretebilmesi serbesttir. Anayasamız da devletin bunu sağlamasını emreder. Okullarımızda çocuklara dinlerini öğretmek yine anayasamızın emridir.
Biliyorsunuz, Almanya’da okullarmızda binlerce Türk çocuğu okuyor. Biz devlet olarak anayasamızın emrini yerine getirmek için Türklere, çocuklarınıza İslamiyeti öğretmek istiyoruz. Neleri öğretmemizi istiyorsanız, bize getirin okullarda öğretelim, dedik.
Karşımıza elliye yakın cemaat çıktı. Her biri illa da bizim istediğimiz İslamiyeti öğreteceksiniz, dediler. Ama bizim her birini öğretme imkanımız yok, aranızda anlaşın bir tek program getirin bunu öğretelim dedik. Ortak bir program getiremediler.

Biz gerçekten samimi olarak okullarımızda Türk çocuklarına İslamiyeti öğretmek istiyoruz. Kanunen buna da mecburuz zaten. Bu defa Ankara’ya yazdık. Böyle bir problemle karşılaştık. Bize yardımcı olun, okullarımızda İslamiyet olarak ne anlatalım, diye sorduk.
Ankara’dan gelen cevap ise şöyleydi: Onların hiçbirini öğretmeyin, bizim programımızı uygulayın. Tam bunu uygulamaya hazırlanırken, Türklerden ikiyüz bin imzalı dilekçe aldık. Dilekçede, bu programın okutulmasını istemiyoruz. Okutursanız, çocukların bu derslere girmelerine izin vermeyiz, diyorlardı.

Zorla İslamiyeti öğretecek halimiz yoktu. Üzülerek şunu belirteyim ki, anayasamızın emri olduğu ve samimi olarak öğretme isteğimize rağmen halen okullarımızda İslam dinini öğretemiyoruz. Bu problemi, engeli bütün gayretlerimize rağmen bir türlü aşamadık. “
Alman pofesörün bu anlattıklarına önce inanamadım. Toplantıdan sonra, 20-30 senedir Almanya’da olan bazı arkadaşlara sordum, anlatılanların doğru olduğunu söylediler.

Nasıl oluyor hâlâ hafsalam almıyor. Okulda öğretilecek olanlar zaten temel bilgiler. İmanın altı şartı, islamın beş şartı gibi ana konularda da mı anlaşamıyorlar. Okullarda, temel bilgiler öğretilse, her cemaat kendi doğrularını evinde öğretse olmaz mı sanki? “Bir şeyin hepsi elde edilemezse hepsinden de vazgeçmemek” gerekir.

İlla benim dediğim olacak, inadının kime ne faydası var. Bazıları diyebilir ki, Almanlar samimi değil, el altından cemaatleri kışkırtıyor. Böyle bile olsa en azından oradaki Müslümanların vebalden kurtulmaları için, bir araya gelip Alman devletinin istediği şartları yerine getirmeleri gerekir. Yoksa ahırette bunun hesabını kimse veremez. Bu vebal başka vebale benzemez!
Böyle hadiseleri öğrenince Resulullah efendimizin “Birlik” üzerine niçin bu kadar durduklarını daha iyi anlıyor insan. Peygamber efendimiz ne buyurmuş: “Birlikte rahmet, ayrılıkta, (parçalanmakta, bölünmekte) azab vardır

“PARÇA PARÇA OLMAKTAN SAKININ!”

Daha önce ayrılıkların, parçalanmaların nelere mâlolduğunu Almanya’dan bir örnekle gözler önüne sermeye çalışmıştım. Bu çok önemli konu üzerinde bugün de durmak istiyorum.
İnsanların hayvanlardan önemli bir farkı da, beraber, toplu olarak yaşama mecburiyetinde olmalarıdır. İnsan, hayatta kalabilmesi için mutlaka diğer insanlara muhtaçtır. Hayvanlarda böyle bir mecburiyet yoktur.
İnsan topluluklarının huzur içinde yaşamalarının en büyük düşmanı, aralarındaki ayrılık, fitne, fesattır. Bunun için, insan topluluklarında, birlik beraberliğin önemi büyüktür. Ayrılıkların zararı, kötülüğü de meydandadır. Hele bu ayrılık îmânda, inançta olursa durum daha tehlikeli olur. Çünkü îmândaki ayrılık, Âhırette insanı sonsuz felâkete sürükleyebilir.
Bunun için dînimiz, bu ayrılığın üzerinde çok durmuştur. Dünya ve âhıretteki zararlarını geniş olarak bildirmiştir. Bu konuda ciltler dolusu kitaplar yazılmıştır.
En’âm sûresinin 153. âyetinde meâlen, “Doğru yol budur. Bu yolda olunuz! Fırkalara bölünmeyiniz!” buyuruldu. Âl-i İmrân sûresinin yüzüçüncü âyetinde meâlen, “Hepiniz, Allahü teâlânın ipine sarılınız! Fırkalara bölünmeyiniz!” buyuruldu.
Tefsîr âlimleri, Allahü teâlânın ipi, cemâ’at, birlik demektir dediler. Cemâ’at de, fıkıh ve ilim sâhibleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan, dalâlete, sapıklığa düşer. Allahü teâlânın yardımından mahrûm kalır, Cehenneme gider. Çünkü, fıkıh âlimleri doğru yoldadırlar. Muhammed aleyhisselâmın sünnetine yapışan ve Hulefâ-i râşidînin yanî dört halîfenin yoluna sarılan bunlardır. İslâm âlimleri, bunların yolundan ayrılanların Cehennem ateşinde yanacaklarını bildirdiler.
Bunların yolunda olan kimselere, “Ehl-i sünnet vel-cemâ’at” denilmiştir. Allahü teâlânın yardımı ve koruması bu fırkada olanlaradır. Bugün bu i’tikâddaki kimseler dört mezhebde toplanmıştır.
Resûlullah efendimiz, birlik beraberlik üzerinde çok durmuş, cemâ’atten, topluluktan ayrılmanın zararlarını açık ifâde ile dile getirmiştir:
Kim Cennetin ortasında olmak isterse, cemâatte, Eshâbımın yolundaki kimselerle beraber bulunsun. Muhakkak şeytan, yalnız kalan kimseyle beraberdir. İki kişi olunca, o yaklaşamaz.”
Allahü teâlânın rahmeti cemâat üzeredir. Şeytan, cemâate katılmayıp, muhâlefet eden kimse ile beraberdir.
Sürüden uzak kalan koyunu kapan kurt gibi, şeytan da insanın kurdudur. Parça parça olmaktan sakının. Cemâ’at hâlinde olun. Mescidlere koşun!
İki kişi, bir kişiden hayırlıdır. Üç kişi, iki kişiden, dört kişi de, üç kişiden daha hayırlıdır. Cemâate koşunuz. Muhakkak ki Allahü teâlâ, ümmetimi hayır üzere toplar.

Peygamber efendimiz, bir sohbetinde, ümmetinden sâdece bir fırkanın kurtulacağını bildirince, orada bulunan Eshâb-ı kirâm, bu fırkanın kimler olduğunu sordular: Peygamber efendimiz, “Cehennemden kurtulan fırka, benim ve Eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir” buyurdu. Bunun için bu fırkaya ehl-i sünnet vel-cemâ’at denilmiştir.

Eskiden din, temel fıkıh kitaplarından, ilmihallerden öğrenildiği ve bu kitaplar da herkesin anlayabileceği seviyede olduğu için Müslümanlar arasında bugünkü gibi parçalanma yoktu. Birlik ve beraberlik vardı. Sinsi din düşmanları, Müslümanları fıkıhtan uzaklaştırıp, doğrudan Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere yönlendirince görüşler, anlayışlar çoğaldı, bugünkü dağınık parçalı durum ortaya çıktı. Asırlardır devam etmiş birliğe tekrar dönülmek isteniyorsa bu ancak fıkıh kitaplarına geri dönüşle mümkündür.

Kaynak : Dinler Arası Diyalog Tuzagı – Mehmet Oruç

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Dinler Arası Diyalog Tuzagı, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

SADAKA ÖMRÜ UZATIR, BELAYI DEFEDER

Posted by Site - Yönetici Eylül 7, 2015

SADAKA ÖMRÜ UZATIR, BELAYI DEFEDER

SADAKA ÖMRÜ UZATIR, BELAYI DEFEDER

Muhakkak sadaka, Allâhü Teâlâ’nın gadabını söndürür ve (yanmak, boğulmak, isyan ederken ölmek gibi) kötü ölümden kurtarır.

(Hadîs-i Şerîf, Feyzü’l-Kadîr)

Sâlih aleyhisselamın kavminde halka eziyet eden bir adam vardı. İnsanlar:

Ey Allâh’ın Nebîsi! Şu adamdan kurtulmamız için duâ edin” dediler. Hz. Sâlih:

Gidiniz, muhakkak isteğiniz olmuştur” buyurdu.

O adam her gün odun toplamaya çıkardı. O gün de yanında iki parça ekmekle odun toplamaya çıktı. Birini yedi, diğerini sadaka olarak verdi. Odununu toplayıp sağ salim geri döndü.

Şikâyet edenler hemen Sâlih aleyhisselâmın yanına geldiler ve:

Bu adam başına hiçbir şey gelmeden odunuyla sağ salim geldi” dediler.

Hz. Sâlih adamı çağırttı ve:

Bugün ne yaptın” diye sordu. Adam:

Yanımda iki parça ekmek alıp odun toplamaya çıktım, birini sadaka verdim, diğerini yedim” deyince;

Yükünü çöz” buyurdular.

Çözdüğünde odunlar arasına siyah bir yılanı da odun diye aldığını gördü. Sâlih aleyhisselâm:

İşte şu verdiğin sadaka sebebiyle ölümden; bu yılanın sokmasından kurtuldun” buyurdular.
(İmâm Ahmed, Kitâbü’z-Zühd)

Fazilet Takvimi : 05.09.2015

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

Lokman ( a.s.) ve Köleler

Posted by Site - Yönetici Eylül 6, 2015

Mesnevide Geçen Hikayeler,Lokman ( a.s.) ve Köleler

Lokman ( a.s.) ve Köleler

Lokman Hekim’in Kur’an’da ismi geçer. Peygamber olup olmadığı bilinmeyen üç kişiden biridir (Üzeyir, Zülkarneyn ve Lokman).
Habeşli veya zenci olduğu, memleketinden getirilip köle olarak İsrâiloğulları’na satıldığı rivayet edilmiştir.
Lokman Hekim efendisinin hizmetindeyken, diğer köleler tarafından çok kıskanılırdı.

Bir gün, efendisi Lokman’ı diğer kölelerle birlikte bahçeye gönderdi. Vazifeleri, bahçeden topladıkları meyveleri efendilerine getirmekti. Köleler topladıkları meyveleri yağma eder gibi büyük bir iştahla yediler.
Efendilerinin yanına varınca da, ”Meyvelerin hepsini Lokman yedi” dediler.
Bunun üzerine, efendi Lokman’a kızdı, söylendi. Lokman efendisinin kızgınlığının sebebini araştırıp anlayınca dedi ki: ”Ey kerem sahibi olan efendim! Kölelerin hakkında bir karar vermeden önce, onları bir imtihan et.Hepimize bol bol sıcak su içir. Sen atlı, biz yaya olarak kırda koşalım. O zaman, meyveleri kimin yediği anlaşılır ve hakkımızda doğru kararı verirsin.”

Efendisi Lokman’ın dediği gibi yaptı. Sonra onları kırda aşağı yukarı koşturdu. Köleler yorgunluktan kusmaya başladılar. Yiyip içtiklerini çıkartınca, kimin yalancı olduğu ortaya çıktı.

***

Bu kıssadan anlamamız gereken:
Aynaya beni çirkin gösterme demen fayda vermez.

Teraziye ne koyarsan onu tartar.

Kıyamet günü de, Allah bütün gizlediklerimizi güzel çirkin demeden ortaya dökerek, hesap görür.

Kaynak : Mesnevide Geçen Hikayeler
.

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Hikayeler, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Mesnevi’de Geçen Hikayeler - Mevlana, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

Dinler Arası Diyalog Tuzagı – ALBERT SCHWİTZER’İN YORUMU

Posted by Site - Yönetici Eylül 5, 2015

Dinler Arası Diyalog Tuzagı - ALBERT SCHWİTZER’İN YORUMU

Dinler Arası Diyalog Tuzagı – ALBERT SCHWİTZER’İN YORUMU

İslam medeniyetinin farkını belirtmeden önce, medeniyet nedir, ne değildir buna bir açıklık getirelim. Medeniyet demek, yalnız ilim ve teknoloji demek değildir. Bunlar, medeniyet için, ancak bir âlet, bir vasıtadır. İlimde, fende çok ileri olan milletlere teknolojilerini ne yolda kullandıklarını incelemeden, medenî demek büyük gaflettir. Teknolojinin çok gelişmiş olması, gözleri kamaştıran yeni buluşların artması, medeniyeti göstermez. Bunları medeniyet sanmak, her silâhlıyı gâzi, asker sanmaya benzer. Evet, iyi bir asker olmak için en yeni harp vasıtalarına sahip olmak lâzımdır. Fakat, bunlara sahip olan, eşkıyâlık da yapabilir, cana da kıyabilir.

Medeniyete bu açıdan baktığımızda, Batı medeniyeti ile İslam medeniyetinin çok farklı olduğunu görürüz. Çünkü, İslam medeniyeti insan merkezlidir. İnsanın da iki yönü vardır. Biri ruhani yönü, ikincisi cismani yönü. Bu ikisinin toplamı insandır. Bunun için insanın sadece cismani yönünü esas alıp, medeniyeti bunun üzerine bina ederek, her türlü maddi ihtiyaçlarını en konforlu şekilde temin etmek yeterli değildir. Bu ihtiyaçları en iyi şekilde temin edilmiş olsa bile zaruri ihtiyacının ancak yüzde ellisi temin edilmiş olur. Geri kalan ruhi ihtiyaçlar temin edilmediği için insanın rahat ve huzuru, gerçek manada sağlayamaz.

İslamiyet dış güzellikten daha ziyade iç güzelliğe önem verir. Dolayısıyla insanların iyi niyetli, güzel huylu olmalarını ister. Çünkü görünürde her ne kadar güzel de olsa insanlar güzel huylu olmadıkça vahşice birbirlerinin canlarına, mallarına, şahsî menfaatler için kıymaktan çekinmedikçe o güzel görünen medeniyet, medeniyet değil bir vahşet olur. Dolayısıyla hayatın tadı tuzu kalmaz, çekilmez bir hal alır.

Bunun için İslamiyet, önce insanın keşfedilmesini daha sonra da yer yüzünde, yer altında, denizlerin dibinde ve gök yüzündeki sırları keşfetmeye teşvik eder. Çünkü insanlar kendi tabiatlarının sırlarını keşfedemeyince nefislerine hakim olamazlar, nefislerine hakim olamayınca da ne kadar medeni olurlarsa olsunlar birbirine zarar vermekten teknolojik gelişmeleri birbirlerinin aleyhine kullanmaktan çekinmezler. Dolayısıyle ilimde ne kadar ilerleseler mutlu olamazlar. Çünkü ahlâkî yönden çökmüşlerdir. Medeniyetleri de bir gün uçuruma gider ve sonra da çökmeye, yok olmaya mahkum kalırlar.
Bunun farkına varan birçok batılı yazarlar Avrupa medeniyetinin çöküşünden bahsetmektedirler. Bunlardan birisi Oswald Spengler’dir. Diğer biri de Sir Richard Livingstone’dir. “Şaşkın Âlem için Eğitim” adlı eserinde ahlâksızlığın, ruhsuzluğun insanları ve Avrupa medeniyetini nasıl dejenere ettiğini ortaya koymaktadır.

Albert Schweitzer Avrupa medeniyetinin çöküşü ile ilgili olarak şöyle yazıyor: “Maneviyat dondurulmuştur. Bunun için maddî girişim, teknoloji çok zararlı bir şekil almıştır. Biz bugün coşkun dalgalarla dolu şelâleler altındaki bir denizde gemiyle yüzmekteyiz. Gemiyi bu tehlikeli gidişten kurtarmak ve doğru yola sokmak için büyük çabalar sarfetmemiz gerekir.”
Bundan dolayı bugün en ileri medeniyete sahip olan toplumlar hemen hemen en çok cinayetlerin, kötülüklerin, intiharların bulunduğu milletler haline gelmişlerdir. Yapmış oldukları en tehlikeli silâhlarla birbirlerini her an yok edebilecek güce sahip olduklarından birbirlerinin şerrinden korkarak kâbus içerisinde yaşamaktadırlar.

İşte bundan dolayı İslamiyet, tarih boyunca insanlık için değerli olan şeylere önem verilmesine ve o sahalarda daha çok ilerlemeye teşvik etmiştir. Çünkü, din ve fen, insanlara çok lüzûmlu, çok faydalı olan iki yardımcıdır. Fen bilgileri, rahat için, huzur için, medeniyet için lâzım olan vâsıtaları, sebepleri hazırlar. Din bilgileri de, fennin hazırladığı âletlerin, rahat için, huzur için ve medeniyet için kullanılabilmelerini sağlar. Bu denge sağlanmazsa, bugün gelişmiş birçok ülkede örneğini gördüğümüz gibi, ruhsuz teknoloji, medeniyete değil, vahşete yardımcı olur.

Kaynak : Dinler Arası Diyalog Tuzagı – Mehmet Oruç

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Dinler Arası Diyalog Tuzagı, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »