Göynem – Beyşehir

İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Archive for Ağustos 2014

Fetret Ne Demektir ?

Posted by Site - Yönetici Ağustos 31, 2014

Feriduddin-i Attar ( K.S ),Allah dostlari,evliyalar,seyyid abdul kadir geylani,taskent,buhara,semerkand,

Fetret Ne Demektir ?

Fetret: Aynı cinsten iki hâdise arasındaki kesinti devresi demektir.
Fetret kelimesi daha çok şu manâlarda kullanıla gelmiştir:

1- İki peygamber arasında peygambersiz geçen zaman… Meselâ: Şit aleyhisselâmın vefatından sonra insanlar bozuldu. Âdem ve Şit aleyhimesselâmin bildirdiği hükümler unutulup, terk edildi. Bu fetret döneminden sonra, Hazret-i İdrîs peygamber gönde¬rildi. Ona otuz suhuf verildi.) Hazret-i îsâ ile Peygamber efendimiz arasındaki fetret devri bin senedir. Peygamberler tarihinde fetret devri denince. Isa Aleyhisselâm ile Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin arasındaki zaman akla gelir.

2- Efendimiz (s.a.v.) hazretlerine kırk yaşında iken ilk vahy gelerek peygamberliği bildirildi. Kırk üç yaşına kadar geçen fetret devresinde vahiy gelmedi. Fakat İsrafil aleyhisselâm ara sıra gelip, Peygamber efendimize bâzı şeyleri öğretirdi. Bu hâl üç sene kadar sürdü. Kırk üç yaşında iken Cebrail aleyhisselâm gelerek Müddessir sûresi¬nin ilk âyetlerini getirdi. Böylece Peygamber efendimiz insanları dîne davet etmekle vazifelendirildi. İlk vahiyle bu zaman arasına da fetret devri adı verildi

3- İki hükümdar arasında hükümdârsız geçen zaman. Osmanlı târihinde, Ankara sava¬şından sonra Yıldırım Bâyezid’in ölümü ile oğlu Çelebi Mehmed’in başa geçtiği târihler arasındaki zamana fetret devri adı verildi. Bir çok devletlerin tarihinde böyle fetret devreleri vardır…. Mütercim.

İsmail Hakkı Bursevi(k.s.), Ruhu’l Beyan Tefsiri: 6/394-395.

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | Leave a Comment »

Tenasüh , Reincarnation Nedir ?

Posted by Site - Yönetici Ağustos 30, 2014

Tenasüh , Reincarnation Nedir

Tenasüh , Reincarnation Nedir ?

Tenasüh: Bir şeyin diğerini takib ederek yok etmesi ve bir şeyin dolaşarak diğerinin yerini alması .
Tenasüh ölen insanların ruhunun bir hayvan ya da bir insan bedenine girmesi, demektir. Batı dillerinde bunun karşılığı, “Reincarnation ve Tranmigratton” dur.
Tenasühe inananlara da “Tenasuhiyye” denilir. Tenasüh inancı, Hindistan’da Hinduizm’den doğmuş ve buradan Hint Adaları, Tibet, Çin, Kore, Japonya, ve eski Yunan’a yayılmıştır. Bu inanç, Hinduizm (Brahmanizm) ile beraber, Budizm, Taoizm, Caynizm, Maniheizm gibi Asya’nın eski dinlerinde de görülür. Tenasüh’ün en eski yazılı kaynağı, Hinduizmin kutsal metinleri olan Upanişad’lardır (M.Ö. 7-6 yy). Tenasüh inancında manevi mükâfat ya da ceza, yaptığı kötülük veya iyiliklerin karşılığı olarak ruhunun bir hayvan veya bir insan cesedine girerek alçalması ya da yükselmesidir. Hİndu-izm’de ruhların bir bedenden diğer bedene göçüne “Samsara” adı verilir. Hindulara göre bir insanın ruh göçünün başlangıcı belli değildir. Ruh, daha önce bir bedendeki durumuna göre bir hayvan veya bir İnsan veyahud da bir tanrı olarak dünyaya gelebilir. Hindulara göre, tenasüh yalnızca insana mahsus değildir. Tanrılar da ölür ve yeniden başka bir kalıpta doğabilir.

Tenasüh inancı Hinduizm’in esasıdır. Ruhunun kalıbdan kalıba dolaşması insanı kemâle erdirebilir. İnsan ruhu, hayvan veya beşer bedenlerine girerek pek çok sayıda varoluşlar yaşadıktan sonra saflaşırsa bu dünyadan giderek saadete ulaşır ve yaratıcı tanrı olan Brahma’ya ulaşabilir. Veya Hinduizm’in bazı kollarına göre kâinatın ruhuna karışır. Budizm’e göre, bir ruh intikali en küçük böcekten İnsana varıncaya kadar bütün canlılara şamil olur. Kurtuluş (Nirvana), insan varlığı safhasında ruhun bütün arzularını yenerek dünya ile alakasını kesince meydana gelir.Tenasuh inancı, eski Yunan’da M.Ö. 6. asırda ortaya çıkan Orfizm (Orfik dini) mezhebinde de görülür. Tenasüh fikri M.Ö 6. asırda yaşamış Pythagoras (M.Ö. 580-500) ve Eflâtun (M.Ö.427-347) tarafından da benimsenmiş ve geliştirilmiştir. Tenasüh inancı, Kelt ve İskandinav dinlerinde ve Yahudiliğin bazı batınî mezheblerinde de görülür.Islam dünyasında da i-Gulât-ışra
2- Mutezile’den Ahmed b. Hâbit, Ahmed b. Eyyûb, Ahmet b. Muhammed el-Kahtî gibi sapık kişilerde tenasüh inancını eski Yunan’dan alıp kabul etmişlerdir
3- Meşhur Abbasî komutanı Ebû Müslim el-Horasanînin de tenasühe inandığı rivayet edilir (el-Bağdadi, a.g.e., 273, 276; Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, Kum 1394, 61-62).
4- Karmatiler,
5- Batınîlerin bir kısmı,
6- Nusayriyye,
7-Dürzîler de tenasühe inanırlar.

Tenasüh inancı batıldır ve küfürdür.
Genellikle Tenasüh ehli cismanî meâdi ve ba’si inkâr ederler. Tenasühe inanmak imanla ve özellikle ahiret inancı ile bağdaşmaz. Bir insan bu dünyada yaptıklarından sorumludur. Sorumlulukta ruhun bedeninin de payı vardır. Her bir insan bedeninin bir ruhu ve bir ruhunda tek bir bedeni vardır.
Bir insanın ruhu sadece kendisine mahsus bedenini ve nefsini idare edip yönlendirir. Ruh sadece kendisine mahsus tek bir beden ve bedenin canı (nefsi) ile iyi vasıflar (kemâlât) veya kötü vasıflar kazanır.
Tenasühe inanılmakla tek bir insan ayn ayrı pek çok’sayıda hayvan ve insan olarak kabul edilmiş olunur ki bu da muhaldir. Bu inanca göre bir insan ruhunun yüzlerce bedeni olmuş olur. Halbuki ahirette her bir insanın bedeni diriltilecek ve ruhu buna iade edilecektir. Meselâ bir İnsan ruhu 100 tane insan cesedine girmiş olsa, gerçekte bu cesedlerin tek bir ruhu bulunur, diğerleri ruhsuz kalmış oldukları için diriltilmez. Hepsi diriltilse, biri ruhlu olarak diğerleri ruhsuz olarak diriltil-miş olur. Ruhsuz beden ise insan değildir. İnsan kendisine aid ruhuyla insandır. Tenasüh inancına göre bir İnsanın bedeni dünyada iken yüzlerce defa diriltilmiş sayılır. Halbuki ayrı ayrı insanların bedenleri hiçbirisi eksik bırakılmaksızın ahirette diriltilecek ve ruhları bunlara iade olunacaktır. Ahirette İnsan bedenlerinin aynen dünyadakilerinin tam benzeri olarak diriltilmiş ve ruhları bunlara iade edilmesi gerçeği, ruhun beden ve nefsiyle beraber tekliğine delildir. Halbuki bir insanın bedeni, dünyada hücrelerinin yenilenmesiyle değişse de yine aynı o insanın ruhuna aid beden olarak kalacak, öldükten sonra aâhirette ilm-i ilahîde bütün özellikleriyle mahfuz planına göre (DNA=Deoksiribonükleik asidine göre) bu beden aynen iade edilecektir.
Cesedlerin de sorumluluktan payı olduğu için bunun planı olan DNA’sı dağılmış bile olsa, Allah bunu aynen İade edecek ve bundan eski bedeni aynen yaratacaktır Ahirette hiç bir kimse, “İade edilen bu beden benim bedenim değildir, veya o suçu işleyen falan kimse ve bedenidir” diyerek imanla bağdaşmayan bir söz söylemeyecektir. Hayvanlarda can (nefs) vardır ve nefsi natıka denilen insanî ruh yoktur. İnsan ruhu, bir hayvan bedenine nakledilmek şöyle dursun, başka bir insanın bedenine de nakledilemez. Hatta ileride bir insanın beynini başka bir insanın kafatasına nakletmek mümkün olsa, ruhunu nakletmek imkansızdır. Ayrıca tenasüh inancı, ruhların ezeli olduğunu kabul etmek gibi bir yanlışlığa götürür. İnsanlar ölünce iyi kimselerin ruhları illiyîn’e kötü kimselerin ruhları ise Siccîn’e gidecektir. Tenasühün batıl olduğuna kat’î olarak delalet eden naklî delillerden birisi de su ayetlerdir:
” Nihayet her birine ölüm geldiği vakit diyecek ki: ‘Rabbim! Döndür, döndür beni döndür! ” Belki ben, o bıraktığımda salih bir amel işlerim’. Hayır, hayır! 0 bir kelimedir ki onu o söyler, ötelerinden ise bir berzah vardır, tâ ba’solunacakları güne kadar! ” (el-Mü’minûn. 23/99-100), Bu manada bir çokâyet-i kerime vardır.

Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi(k.s.), Ruhu’l Beyan Tefsiri: 6/376-377.

 

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: , | 1 Comment »

Güzel Söz ile kendinizi cehennem ateşinden koruyun!

Posted by Site - Yönetici Ağustos 29, 2014

1005746_482039988537908_1464072226_n copy

Güzel Söz ile kendinizi cehennem ateşinden koruyun!

Hadis-i şerifte buyuruldu:
Adiyy’ibni Hatem (r.a.) hazretlerinden rivayet olundu. E-fendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
-“Sizden herhangi birinizle mutlaka Rabbi, kendisiyle onun arasında tercüman olmaksızın elbette konuşacaktır.
O kişi, sağına baktığında ancak yapmış olduğu (iyi) amelleri görür.
Sol tarafına bakar orada da daha önce yapmış olduğu (kötü) amelleri görür.
Kişi, önüne bakar yüzünün hizasında (karşısında) ancak ateş görür.
Yarım hurma parçasıyla da olsa kendinizi cehennem ateşinden koruyun!
Kim (sadaka verecek yarım hurma bulamazsa otakdirde) güzel söz ile (kendisini cehennem ateşinden korusun)!
Yani kendisini cehennem ateşinden koruyacak bir şey bulamayan kimse, kendisini güzel (tatlı ve) Müslüman kişinin kalbini hoş edecek doğru sözleri tasadduk ederek kendisini cehennem ateşinden korusun, demektir.

Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi(k.s.), Ruhu’l Beyan Tefsiri: 6/364-365.

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Güzel Sözler, Genel, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | Leave a Comment »

Dört Hintli Müslüman ve …….

Posted by Site - Yönetici Ağustos 28, 2014

Mesnevide Geçen Hikayeler.

Dört Hintli Müslüman ve…..

Dört Hintli müslüman ibadet etmek için mescide girdi. Namaza başladılar.
Bu sırada mescidin müezzini geldi.
Namaz kılan Hintliler’den biri, namazda olduğunu unutarak müezzine
seslendi:
Müezzin, ezanı okudun mu?Yoksa, vakit daha girmedi mi?
Yanındaki Hintli,
Kardeşim namaz kılarken konuştun, namazın olmadı” dedi.
Diğer Hintli,
Amca, sen onu ikaz ederken, senin de namazın bozuldu’‘ dedi.
Dördüncü Hintli,
Allah’a şükürler olsun, sizin düştüğünüz hataya düşmedim. Konuşarak namazımı bozmadım” dedi.
Bu şekilde, dört Hintli müslümanın da namazı bozulmuş oldu.

***

Nefsânî huylarını terketmeyen, kötü ahlâk sahipleri mânen hastadır.
Hastalığını tedavi etmek için gayret göstermelidir.
Kendi ayıbını ve kusurlarını görmek, mânevî hastalığın ilâcıdır.
Başkasının ayıbını görmek, o ayıbı satın almaktır.
Kendi kusur ve ayıplarıyla meşgul olana ne mutlu!

Kaynak : Mesnevide Geçen Hikayeler.

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Hikayeler, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Mesnevi’de Geçen Hikayeler - Mevlana, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | 1 Comment »

Baba ile Oğlu

Posted by Site - Yönetici Ağustos 27, 2014

Mesnevide Geçen Hikayeler.

Baba ile Oğlu

Çocuğun biri, babasının tabutu önünde ağıtlar yakıyordu.
”Babacığım, seni nereye götürüyorlar? Seni toprağa gömecekler.
Seni öyle dar, öyle gam ve kederle dolu bir eve götürüyorlar ki, altına ne halı serilir ne de hasır.
Orada geceleri ne bir ışığın var ne de gündüzleri bir dilim ekmeğin.
Ne yemek kokusu duyarsın, ne de yemek verirler.
Evinin kapısı olmadığı gibi, çatısına çıkacak bir yolun da yok.
Etrafında dertleşebileceğin bir komşun olmayacak.
Güneş görmeyen bu karanlık yerde, ne olur halin babacığım?”

O sırada cenazede bulunan bir başka çocuk, babasının elinden
çekiştirerek,
Baba, bu ölüyü bizim eve mi götürecekler? diye sordu. Babası kızarak,
Aptal olma oğlum” dedi. Çocuk,
Baba bu çocuğun saydığı özelliklerin hepsi bizim evde var.
Anlattığı gibi, ne hasır var ne ışık var ne de doğru dürüst kapısı, avlusu, çatısı var. Yiyecek, içecek bir şeyimiz de yok” dedi.

***

Allah’ın nurunun güneşiyle aydınlanmayan gönüller de mezar gibidir.
Mârifet ve hakikate kapalıdır. Böyle bir gönülden, mezar daha iyidir.
Gel, nursuz kalmış beden kuyusunun gönül mezarından çık kurtul.
Gökyüzünün güneşi ol. Vaktin Yusuf’u olduğunu bil.

Kaynak : Mesnevide Geçen Hikayeler.

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Mesnevi’de Geçen Hikayeler - Mevlana, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | Leave a Comment »

Şefaat Nedir ? Kimler Kimlere Şefaat Edecektir ?

Posted by Site - Yönetici Ağustos 26, 2014

Şefaat Nedir  Kimler Kimlere Şefaat Edecektir kabe,mekke,mekka,medine,kaba,hajj,hac,haaca nasil gidilir

Şefaat Nedir ? Kimler Kimlere Şefaat Edecektir ?

Mü’minlerden cehenneme girmeyi hak eden kimseler hakkında, Hz. Allah, fazl ve keremi ile peygamberlerin, sıddıkların, âlimlerin, salihlerin ve kendi katında değeri olan her zatın şefaatini kabul eder. Bu gibi kimselerde,kendi ailelerine, yakınlarına ve dostlarına şefaat ederler. Hz. Allah sevdiklerini, kulları arasında gizlemiştir. Belki senin hor ve hakir gördüğün kimse, Allah ‘ın katında üstün mevki sahibidir. Hiç olmazsa onların şefaatine nail olmak için çalış .
Bu yüzden kimseyi küçük görme. Allah-ü Teâlâ, velilerini kullarının arasında gizlediği gibi, gadabını da günahlar arasında gizlemiştir. Onun içinde hiçbir günahı küçük görme. Belki,
Allah ‘ın gadabı, senin küçük gördüğün o günahta saklıdır.
İbadet leride küçük görme. Olur ki, Allah ‘ın rızası, senin o önemsemediğin ibadettedir.
Çünkü Allah ‘ın rızasıda ibadet ler içinde gizlidir. Bunun için güzel bir söz, bir lokma, iyi bir niyet ve benzeri şeyleride küçümseme.

Şefaat hakkında ayet ve hadislerde pek çok deliller vardır.
Kur’an-ı Kerim’de:
“Muhakkak Rabbin sana verecek. Ve sen hoşnut olacaksın.”
(Duha Sûres i, ayet: 5) diye buyrulur.

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Bana beş şey verilmiştir ki, bunlar, benden önce kimseye verilmemiştir:
a) Bir aylık mesafeden düşmanlarıma korkum verilerek bana yardım edildi.
b) Ganimet malı, benden önce hiç kimseye helal edilmemişken, bana helal kılındı.
c) Bütün yeryüzü benim için mescit kılınıp her tarafı temiz olundu. Böylece herkes bulunduğu yerde namazını kılabilir.
d) (Dilediğime) Şefaat etme yetkisi yalnız bana verildi.
e) Her peygamber sadece kendi milletine peygamber olarak gönderilirken,
ben bütün insanlara peygamber olarak gönderildim.”

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Her peygamberin makbul bir duası vardır. Ben duamı, ahirette ümmetime şefaat için b ırakt ım.”

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Kıyamet günü, peygamberler için altından kürsüler kurulur. Bütün peygamberler, kürsülerine otururlar. Ancak benim kürsüm boş kalır. Ben, dimdik olarak ayakta Rabbimin huzurunda dururum. Benim korktuğum tek şey, kendimin cennete girip, ümmetimin geride kalmasıdır. Bu arada ben: “Yâ Rab! Ümmetim.” derim. Allah-ü Teâlâ: “Ümmetin için ne yapmamı istiyorsun?” diye sual buyurur. Bende: “Ey Rabbim! Senden istediğim, ümmetimin bir an önce hesaplarını görmendir.” derim. Ta ki, cehenneme
gönderilen ümmetimden bazı kimseler hakkında Rabbimden bana hüccet verilinceye kadar. Öyle ki, cehennemin bekçisi olan Hazin: “Ey Muhammed! Rabbinin gadabından, cehennem kendisinde ümmetinden olan kimseyi bırakmamış . Ümmetinden kimse orada kalmamıştır.” der.”

Sevgili Peygamber Efendimize bir parça et ikram edildi. But tarafını kendisine vermiş lerdi. Peygamber Efendimizin en fazla hoşuna giden tarafda, hayvanın but kısımlarıydı. Et ten bir kez ısırdıktan sonra Peygamber Efendimiz (S.A.V.) şöyle buyurdular:
“Kıyamet günü, ben peygamberlerin efendisiyim. Bunun nedenini biliyor musunuz? Allah-ü Teâlâ gelmiş geçmiş tüm insanları ve canlıları bir araya toplar. Güneş , beyinlerine yaklaşır. İnsanlar tahammül edemeyecekleri bir üzüntü, eziyet ve ızdırap içinde girerler. (Böyle uzun süre bekledikten sonra) birbirlerine:
“Görüyorsunuz çektiğimizi. Rabbinize karşı bize bir şefaatçi arasanıza.” derler.
Birbirlerine:
“O halde (İlk pey gamber ve babamız olan) Adem (A.S.)’a gidelim.” derler ve Adem (A.S.)’ın yanına giderler. Ona:
“Sen ey insanların babası! Allah-ü Teâlâ seni kudret eli ile yarattı. Kendi katında malum olan ruhtan sana nefhetti ve melekleride sana secde ettirdi.
(Aynı zamanda Allah’ın sevgili kulu olup peygamberisin) Çektiğimiz ızdırap ve sıkıntıyı görüyorsunuz. Bize şefaatçi ol.” derler.
Adem peygamber, onlara der ki:
“Rabbim bugün öylesine gadaplıdır ki, bundan önce böyle gadaplanmadığı gibi, bundan sonra da böyle gadablanmaz. Ben ise, yasak kıldığı ağacın meyvesini yediğim için, O’na karşı suçluyum. Ancak kendim ile meşgulüm. Bu ş efaate gücüm yetmez. Başkalarına gidin siz.”
Bunun üzerine mahşer halkı, Nuh (A.S.)’ın yanına giderler. Nuh (A.S.)’a derler ki:
“Sen ki şükrünle Rabbinin iltifatına nail olan peygambersin. Allah-ü Teâlâ sana “şükreden” kul” diye hitap etmiştir. Çekt iğimiz ızdırabı görüyorsun.Rabbinin katında bizim için ş efaatçı ol.”
Nuh (A.S.):
“Rabbimiz bugün çok kızgındır. Bundan önce böyle öfkelenmediği gibi, bundan sonra da öfkelenmeyecektir. Benim, kavmim hakkında “Bu Kâfirlerden bir tanesini bile yeryüzünde bırakma” diye bir bedduam vardır.Bu ise, benim için bir kusurdur. (Bu yüzden ş efaate yet kili olamam.) Ben, ancak kendi nefsimle meşgulüm. Başka birine gidin.” der.
Bunun üzerine onlarda İbrahim (A.S.)’ın yanına giderler. Durumlarını anlatırlar. Ona: “Sen Allah ‘ın hem peygamberi, hemde halil’isin (dos tusun). Allah ‘ın dostu olarak bizim için Rabbinden şefaat dile.” derler.
İbrahim (A.S.) onlara der ki:
“Ben üç yerde yalan konuş tum. Bundan dolayı, bu şefaate yetkili değilim. Ancak kendimle meşgulüm. Siz başkasına (Mus a peygambere) gidin.”
Böylece mahş er halkı, Mus a (A.S.)’ın yanına giderler. Ona: “Sen ki, Allah ‘ın kelimisin. Aynı zamanda Allah ‘ın peygamberisin. Ne durumda olduğumuzu görüyorsun. Rabbinden bizim için şefaat dile.” derler. Mus a (A.S.) da:
“Bugün Rabbim öylesine öfkelidir ki, bundan önce böyle öfkelenmediği gibi bundan sonra da böyle öfkelenmeyecektir. Ben emrolunmadığım halde adam öldürdüm. Bu bakımdan Rabbime karşı suçluyum. Ben ancak kendi nefsimle meşgulüm. Bu ş efaate yetkili değilim. Siz varın İsa (A.S.)’a gidin.” der.

Bunun üzerine insanlar İsa (A.S.)’ın yanına giderler. Onada diğer peygamberlere arz et tikleri gibi durumlarını arz ederler. Kendis ine:
“Senki, Allah-ü Teâlâ’nın resulü, ruhu’sun. Sen ki, daha doğarken konuştun. Görüyorsun bizim içinde bulunduğumuz durumu. Bize rabbinden şefaat dile.” derler.
İsa (A.S.) da:
“Bugün Rabbim öylesine kızgın ki, daha önce böyle öfkelenmediği gibi bundan sonra da böyle öfkelenmeyecektir. Ben bu şefaate yetkili değilim.
Siz, Hz. Muhammed’in yanına gidin. Size şefaat ederse ancak o edebilir.” der.
Bunun üzerine insanlar son bir ümitle Hz. Muhammed’in yanına giderler.
Kendisine derler ki:
“Ey Allah’ın resulü! Sen ki, peygamberlerin sonuncusu, geçmiş ve gelecek tüm günahları bağışlanansın. Çektiğimiz ızdırap ve eziyetleri görüyorsun.
Bizim için Rabbinden şefaat dile.” derler.
Bunun üzerine ben Arş -ı Ala’nın altına gidip Rabbime secde ederim. Bu sırada Rabbim kimseye yapmadığı bir övgü ve sena ile söze başlayarak:
“Ya Muhammed! Başını secdeden kaldır! Dilediğin gibi şefaat etme yetkisini sana verdim. Şefaatin makbuldür.” buyurdu. Bunun üzerine ben: “Ümmet im… Ümmetim… Ya Rabbi!…” derim. Rabbim de:
“Ya Muhammed! Ümmetinden hesabı olmayanları, cennetin sağ kapısından içeri koy. Diğerlerinide öteki kapılarından girdirtebilirsin.” diye buyurdular.

(Sevgili Peygamberimiz bundan sonra devamla şöyle buyurdular: ) “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, cennet kapılarının kanatlarının genişliği, Mekke ile Basra arası kadardır.”
Sevgili Peygamber Efendimizin ümmetinden gerçek âlimlerle salih olanlarında şefaat etme yetkileri vardır. Nitekim bir hadis -i ş erifte şöyle buyrulmaktadır.
“Ümmetimden yalnız bir kişinin şefaatiyle. Rebia ve Mudar kabilelerinden daha çok kişi cennete girer.”
Diğer bir hadis -i şerifte de şöyle buyrulmaktadır:
“Kıyamet günü adama: “Ey falan, kalk şefaat et .” denir. O da kalkar ailesine ve amelindeki kuvveti nisbetinde bir veya iki kişiye şefaat eder.”

Yine sevgili Peygamberimiz bir hadis -i şerifte şöyle buyurmaktadır:
“Bir cennetlik, cehenneme doğru bakar. Gözü birisine ilişir. Cehennemdeki o kimse, bunu çağırarak: “Beni tanıdınmı?” diye sorar.
Adam:
“Hayır, tanımadım. Sen kimsin?” diye sorar.
O kimse de:
“Falan vakitte sen benden su istemiştin de, ben sana vermiştim. İşte ben, o kimseyim.” der.
Bunun üzerine cennetlik:
“Evet , hatırladım.” der.
Cehennemlik:
“Ne olur, sende benim için şefaat et .” der.
Cennetlik, durumu aynen Rabbine bildirir ve Allah’tan kendisini o cehennemdeki kişi için şefaatçi kılmasını diler. Allah-ü Teâlâ da, cennetlik kulunun şefaatini kabul eder ve adamın cehennemden çıkmasını emir buyurur. Böylece adamda, cehennemden çıkar.”

Sevgili Peygamberimiz buyuruyor ki:
” İnsanlar dirilecekleri zaman, kabrinden ilk çıkacak olan benim. Bir araya toplandıkları vakit de ilk hatibleri ben olacağım. Ümitlerini kestikleri zaman,
ilk müjdecileri de benim. Ve o gün, Hamd sancağı benim elimde olacak.
Ben, Allah ‘ın katında Ademoğlunun en keremlisiyim. Bunu böbürlenmek için söylemiyorum.”

Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam-ı Gazali

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kimya-i Saadet - İmam Gazali, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | 1 Comment »

Yunus Peygamberin Kurtuluşu

Posted by Site - Yönetici Ağustos 25, 2014

h.z. yunus,Yunus Peygamberin Kurtuluşu copy

Yunus Peygamberin Kurtuluşu

Yunus aleyhisselâm, kavminin iman etmemesine kızarak onları terketti.
Bir deniz kıyısına vardı. Orada bir balık kendisini yuttu.
Yunus peygamber, balığın karnında Allah’ı tesbih etmeye başladı.
Yunus aleyhisselâm, kırk gün kırk gece balığın karnında kaldı.
Orada Allah’a yalvarmaya, O’nu zikretmeye devam etti.
Yaptığı tesbihin bereketiyle balığın karnından kurtulup, bir kıyıya çıktı.
Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de, Yunus aleyhisselâmın balığın karnında tesbihi sayesinde
kurtulduğunu, yoksa kıyamete kadar kalacağını bildirmektedir.

***

Bu dünya bir denizdir.
Beden de o denizinin balığıdır.
Ruh ise ilâhî nuru görememesinden dolayı, balığın karnındaki Yunus peygamber gibidir.
Beden balığı içinde hapsedilen ruh, Allah’ı tesbih ederek kurtuluşa erer.

Kaynak : Mesnevide Geçen Hikayeler.

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Hikayeler, Dini Konular, Güncel, Genel, Mesnevi’de Geçen Hikayeler - Mevlana, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

Hayatınızı H.z. Allaha Adamak

Posted by Site - Yönetici Ağustos 24, 2014

Hayatınızı H.z. Allaha Adamak

Hayatınızı H.z. Allaha Adamak

Adamak insanlık tarihi kadar eski bir ibadettir. Kur’an-ı kerimde, insanın dünya hayatındaki ilk imtihanlarından en önemlisinin Âdem aleyhisselamın iki oğlunun haz..Allah’a adak sunmaları olduğunu haber verir. “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti.” [Mâide – 27] O günden bu güne, hak batıl neredeyse tüm inançlarda insanın kutsal kabul ettiği varlığa karşı sahip olduğu nimetlerden bir kısmını sunması en önemli ibadet biçimi olagelmiştir.

İnsan rabbine kurban adayabilir, sadaka adayabilir, oruç adayabilir, malını mülkünü adayabilir. Bunlar tabii ki çok önemli ve ecri-sevabı yüksek ibadetlerdir. Fakat insanın tüm ömrünü, varıyla yoğuyla, gecesi ve gündüzüyle hayatının her anını ve tüm imkânlarını haz.Allah’a adaması hepsinden daha fazla ve daha zirvede kulluk namına büyük ve yüce bir gayedir. Nitekim Kur’an-ı kerim gerçek kulluk namına hayatı bu amaç için tanzim etmeyi, o hayatı bu gaye ile yaşamayı bizlere tavsiye etmektedir.

De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah içindir.” [En’am-162]

Kur’an-ı kerim, bu adanmış hayatlara dair önümüze bir çok örnekler de sunar. Başta peygamberimizin örnek hayatı olmak üzere tüm peygamberlerin hayatı bu manada haz.Allah’a adanmış hayatlardır. Fakat Hazreti İbrahim ve Hazreti İsmail’in bu konuda özellikli bir yeri vardır. Hazreti İbrahim bu uğurda ateşe atılmış ve haz.Allah için o da ateşe girmekten geri durmamıştır. Daha sonra oğlu haz.İsmail’in hayatı kendisinden istendiğinde onu da haz.Allah için feda edebilmiştir.

Ya İsmail aleyhisselam! “(İsmail) Babasıyla beraber yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüyada seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin? dedi. O da cevaben: Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun, dedi.” [Saffat-102] Bir baba için oğlunun ayatını feda etmek zor şeydir. Ama Allah istedi diye kendi hayatını feda etmek de az şey midir? Bu din bu gün hayatını Allah için vakfedecek İbrahimlere ve İsmaillere ne kadar muhtaçtır!

Konu, hayatını haz.Allah için vakfetmek olunca burada Hazreti Meryem’i ve onun annesi Hanne’yi anmamız gerekir. İmran’ın hanımı Hanne hamileydi. Bir gün rabbine el açtı ve şöyle dua etti: “Rabbim! Karnımdakini azatlı bir kul olarak sırf sana adadım. Adağımı kabul buyur. Şüphesiz (duamı) hakkıyla işiten ve (niyetimi) bilen sensin.” [Ali İmran-35]

Hanne bir anne olarak verebileceği en değerli varlığını, kendi evladını tamamen haz.Allah’a vakfetmişti. haz.Allah da o annenin duasını ve bu nadide hediyesini kabul etti. Küçük Meryem uzun tartışmalardan sonra mabedin bir köşesinde yapılan odasında kendisini Rabbine adadı ve ona ibadetle hayatını geçirmeye başladı. Kader planında Hanne’nin yaptığı duanın tek meyvesi Meryem değildi. Meryem erişkin olunca ondan da babasız olarak Hazreti İsa doğdu ve insanlara doğru yolu gösterdi. Böylece Hanne’nin adağının en önemli meyvesi de ortaya çıkmış oldu.

Elbet erkeklerimizin Hazreti İbrahim’in ve Hazreti İsmail’in hayatından alacağı dersler olduğu gibi kadınlarımızın da Hazreti Hacer’in, Hazreti Hanne’nin ve Hazreti Meryem’in haz.Allah için hayatlarını vakfetmelerinden alacakları bir çok dersler vardır;

1. Anneler dualarına önem vermeliler. Çünkü samimi dualar mutlaka muhatap bulur. Evlat için yapılmış duaların meyveleri bazen birkaç nesil sonra ortaya çıkabilir. Onları biz göremeyebiliriz.

2. H.z.İsa gibi bir evlat dünyaya getirmek isteyen anneler haz.Meryem gibi bir hayat sürmeliler.

3. Temiz nesiller yetiştirmek isteyen hocalar eğitimciler, öğretmenler, toplumlar işe anneanneden başlamalı.

Kuran’ı kerimin bize anlattığı benzer nice adanmış hayatlar vardır. Kuran-kerim tüm bu fedakârlıkları bize tabii ki örnek olsunlar diye aktarmaktadır. İslam’ın ilk dönemlerinden itibaren Kuran-ı kerimi rehber alarak hayatını haz.Allah’a vakfetmiş nice kahramanlar görürüz ki İslam çoğunlukla bunların omuzlarında yükselmiştir.

Örneğin Suffe ashabı. Bunlar neredeyse tüm zamanlarını Hazreti Peygamberin çevresinde geçirirler, mescidin arka kısmında ikamet ederler, ilimle meşgul olurlar, ayet ve hadis ezberlerler ve hayatlarını peygamberimizin hayatlarına benzetmek onun ahlakıyla ahlaklanmak için çaba sarf ederlerdi. Nihayet burada yetişen sahabeler çeşitli meşguliyetleri sebebiyle her zaman Hazreti Peygamberimizin yanında olamayan sahabelerden daha fazla İslami bilgi ve birikim sahibi oldular. Fetihler dolayısıyla İslam coğrafyası genişleyince ashâb-ı suffa denen bu sahabeler tüm İslam şehirlerine gönderildiler. Kimisi vali oldu, kimisi kadı, kimisi İslam öğretmeni oldular. İslam medeniyeti onların sayesinde gelişti, büyüdü ve tüm cihana yayıldı. Bu gün Rusya’dan Çin’e, Hindistan’dan Afrika’ya kadar dünyanın her yanındaki sahabe kabirleri bu vakfedilmiş hayatların canlı şahitleri olarak durmaktadırlar.

Anadolu’nun da balkanların da Müslümanlaşmasını, hayatlarını İslam’ın gelişmesine, müslümanların çoğalmasına adayan böyle sahabe ruhlu insanların gayretlerine borçluyuz. Bu tür insanlara biz “vakıf insan” diyoruz. Vakıf, mülkiyeti Allah’a, kullanımı topluma bırakılmış mal demektir. “Vakıf insan” diyoruz çünkü hayatını İslami hizmetlere adamış bir çok insanın zamanı, bedeni, düşüncesi, projeleri, hedefleri, gayreti adeta kendinin değil haz.Allah namına ümmetindir. Onlar hizmet peşinde koşarken çoğu kere kendilerine, ailelerine, dünyevi kazançlarına, çoluk çocuklarına zaman ayıramazlar. Bunu yaparken de hiçbir nefsî, şahsî, dünyevî karşılık istemezler. Hiç kimseden alkış, tezahürat, aferim, takdir beklemezler. Dinin sahibi elbette haz.Allah’tır ve onu da sahibi koruyacaktır. Ancak unutmayalım ki geçmişte ve günümüzde dinin gönüllerde yeşermesi, dini hayatın sosyal, ekonomik, kültürel alanlarda yerleşmesi de bu vakıf insanların gayretleriyle mümkün olmaktadır.

Hazreti Peygamberimiz şöyle buyurmuştur: “Ademoğlu öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Üç kimse bunun dışındadır. Devamlı sadaka (sadaka-i câriye) meydana getirenler, topluma yararlı bir ilim (eser) bırakanlar ve kendisine hayır dua eden hayırlı çocuk bırakanlar.” [Müslim, Vasıyye, 14]

Bir gün hayatımız sonlanacak ve dünyaya ve sahip olduğumuz tüm dünyalıklara elveda edip gideceğiz. Eğer hayatımızın tamamında veya bir bölümünde bir adanmışlık varsa ne mutlu bizlere ki öldükten sonra da kesilmeyecek, sanki hayattaymışız gibi daima akacak bir hayır çeşmesinin sahibiyiz. Vefat ettiği halde geride bir kurs, bir okul, bir hayır kurumu bırakan zenginler veya o kurumlarda öğrencilerin yetişmesi için bilgisiyle eserleriyle hizmet eden hocalar için şimdi yetiştirdikleri talebeler kendilerine binlerce hayır dualar etmektedirler.

Bizler bu gün işte o adanmış hayatların meyveleri değil miyiz?

ŞERİFE ŞEVVAL KARDELEN hocamiza tesekkur eder,sizlerinde dualarini bekleriz.

Posted in Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar, Şerife Şevval Kardelen | Leave a Comment »

KEVSER HAVUZU – Havz-ı Kevser Nedir ?

Posted by Site - Yönetici Ağustos 23, 2014

Havz-ı Kevser Nedir,havzi kevser nedir,Kevser havzu

KEVSER HAVUZU

Kevser Havuzu, Allah-ü Teâlâ’nın sevgili Peygamber Efendimize tahsis etmiş oldukları büyük bir lütfudur. Dünyada onun vasfını öğrenmeyi, ahirette ise ondan içerek zevkine varmayı Allah-ü Teâlâ’dan niyaz ederiz.

Kevser havuzunun en büyük özelliği, ondan bir kez içenin bir daha ebediyyen susuzluk çekmemes idir.

Enes (R.A.) diyor ki:
– Sevgili Peygamber Efendimizle birlikte bulunuyorduk. Bir ara başını eğdi.
Başını kaldırdığında gülümsüyordu. Bize: “Kevser suresi nazil oldu.” diye buyurdu. Sonra da devamla:
“Kevser’in ne olduğunu bilirmisiniz? (Biz, Allah ve Resulü bilir, dedik.) O, cennet te bir nehirdir. Aziz ve Celil olan Rabbim onu bana vaadetti. Onda büyük hayırlar vardır. Ayrıca onun toplandığı bir havuzu da vardır ki, kıyamet günü, ümmetim ona uğrayıp suyundan içer. Onun bardakları,gökteki yıldızların sayısı kadardır.” diye buyurdular.

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Cebrâil ile cennette gezinirken bir nehir ile karşılaştık. Cebrâil’e: “Bu nedir?” diye sordum. Cebrâil de bana: “Bu, Rabbinin sana verdiği Kevser’dir.” dedi ve eli ile suya vurdu. Bir de baktıkki, nehrin yatağının hoş kokulu bir miskten olduğunu gördük.”

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Kevser, etrafı altından, suyu sütten beyaz, baldan tatlı, miskten daha güzel, içindeki çakıl taşları inci ve mercandan olan bir havuzdur.”

Yine sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Havuzum, Aden ile Amman arası kadardır. Suyu süt ten beyaz, baldan tatlıdır. (Et rafındaki dizili) bardaklar, gökyüzündeki yıldızlar kadar çoktur.
Ondan bir kez bir yudum içen bir daha ebediyyen susuzluk çekmez. Bundan ilk içecek olanlar da, muhacirlerin fakirleridir.”

Hz. Ömer, sevgili Peygamberimiz (S.A.V.)’e hadis -i ş erifte belirtilen fakir muhacirlerin kimler olduklarını sordu. Sevgili Peygamberimiz de şöyle buyurdular:
“Onlar, başları tozlu, elbiseleri eski, zengin kadınlarla evlenmeyen, büyüklerin kapıları kendilerine açılmayan kimselerdir.”
Bu hadis -i şerifi duyan Ömer bin Abdülaziz de:
“Vallahi ben zengin kızı ile evlendim ve büyük kapılar bana açıldı. Bu nedenle, bunlar aras ında benim için bir ümit yok. Ancak Allah’ın rahmetinden de ümidimi kesmem. Bundan sonra benim yapacağım tek şey, başımı süsleyip elbiselerime aldırış etmemek olacakt ır.” dedi.

Ebû Zer (R.A.) diyor ki:
– Resulü Ekrem Efendimize havuzun bardaklarından sorduk. Bize:
“Muhammed’in nefsi kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, onun bardakları buluts uz, karanlık gecede gökteki yıldızların sayısından daha çoktur. Ondan içen, bir daha susuzluk çekmez. Ona enson olarak akan iki oluk vardır. Bunlar, cennet ten gelirler. Havuzun eni ile boyu birdir. Amman ile Eyle arası kadar bir yer kaplar. Suyu sütten beyaz olup baldan tatlıdır.” diye buyurdular.

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Her peygamberin bir havuzu vardır. Ve her peygamber, kendi havuzuna gelen insanların çokluğu ile övünür. Benim havuzuma gelecek olanların daha fazla olacağını umuyorum.”
Bu, sevgili Peygamberimizin ümididir. Herkes de, sevgili Peygamberimizin havuzuna uğrayacaklar arasında olmayı ummalıdır. Fakat aldanmış kuru ümitçilerden olmaktan s akınmalıdır. Çünkü harmanı uman, tohumu ekip toprağı nadas layıp ekini sulayan ve gübreleyendir. Yoksa toprağı nadas etmeden, tohum ekmeden mahsul ve ürün beklemek ahmaklıktan başka bir şey değildir. Bunun için Allah-ü Teâlâ: “Dünya hayatı sizi aldatmas ın. Çok aldatıcıda, sakın sizi Allah ile aldatmasın.” buyurmuş tur.

Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam-ı Gazali

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kimya-i Saadet - İmam Gazali, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

CEHENNEMİN VASFI, ŞİDDET VE ZORLUĞU

Posted by Site - Yönetici Ağustos 22, 2014

CEHENNEMİN VASFI, ŞİDDET VE ZORLUĞU

CEHENNEMİN VASFI, ŞİDDET VE ZORLUĞU

Hz. Allah buyuruyor ki:
“Ey iman edenler! Kendinizi, aile fertlerinizi cehennem ate-şinden koruyunuz. Çünkü cehennemin yakıt maddes i insanlarla onların tapındıkları taş lardır. Cehennemde bulunan melekler (zebaniler), ağır sözlü ve sert muamele edicidirler. Allah’ın emirlerine asla karşı gelmezler. Ne emredilirse onu (eksiksiz olarak) yerine getirirler.”
(Tahrim Sûres i, ayet : 6)

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Hz. Allah, Cebrâil’i meleklerinin başı olan Malik’e göndererek bir miktar ateş alıp yemeğ ini pişirmesi için, Adem peygambere vermesini emreder.
Cebrâil de Yüce Allah ‘ın emrini yerine getirmek üzere Malik’e başvurduğunda aralarında şöyle bir konuşma geçer:
Malik:
– Ey Cebrâil! Ne kadar ateş is tiyors un?
Cebrâil:
– Bir hurma tanesi kadar.
Malik:
– Sana istediğin bu miktarı versem, kuşkusuz o ateş yerde ve gökte neye
dokunursa derhal eritir.
Cebrâil:
– Öyle ise yarısını verin.
Malik:
– Ey Cebrâil! Sana bu kadarını versem yine onunla yeryüzündeki bitkilere
dokunulduğunda hemen yanıp kavruluverirler.
Bunun üzerine Cebrâil (A.S.), Yüce Allah’a: “Ya Rabbi! Ne kadar ateş alayım?” diye sorar. Hz. Allah, Cebrâil’e bir zerre kadar almasını emir buyurur. Cebrâil de cehennem ateşinden bir zerre kadar alıp cennet ırmaklarından tam yetmiş tanesinde yetmiş kez yıkayarak onun hararetini hafifletir. Sonra da Adem peygambere getirir. Bu ateşi dağlardan birine koyan Adem peygamber, birde bakar ki, o bir zerrecik ateşin şiddeti
karşısında dağ eriyiverir, ateşde doğruca eski yerine gider. Geride sadece
taşlar arasında dumanları kalır. işte bugün kullandığımız ateş , cehennem
ateşinin sadece dumanlarından ibarettir.”

Ey akıl sahibi olan kişiler! Ocağınızın başında ısınırken üzerimize bir kıvılcım sıçradığında nasıl havaya sıçrıyoruz. Peki, ya öbür dünyada alevlerinin yükseldiği cehennem ateşine düşersek hâlimiz ne olur?

Kur’an-ı Kerim’de:
“Sizden hiçbiriniz müstesna olmamak üzere oraya (cehenneme) uğrayacakt ır. Bu, Rabbinin kesin olarak üzerine almış olduğu kaza ettiği bir şeydir. Sonra biz, takvaya ulaş anları kurtaracağız. Zâlimleri is e orada diz üstü düşmüş halde bırakacağız.” diye buyrulmaktadır.
Evet , cehenneme uğrayacağımızda şüphe yokken, kurtulacağımız şüphelidir. Cehennemle karşılaşmak ne kadar acıklı bir manzaradır ki, günahkarları alevli ve karanlık ateşler kaplar. Onlar, ateşin uğultusunu duyarlar. İşte o vakit, mahvolduklarını anlarlar. Herkesin dizlerinin bağı çözülür, dizüstü çökerler. Bu öyle bir korkunç manzaradır ki, günahı olmayanlar bile, ne olacaklar endişesiyle korkudan kas katı kesilirler.

Zebanilerden bir tellal çıkıp: “Dünyada kötülük peşinde koşup bunun için çalışan, iyilikleri ilerde yaparım diyerek uzun emeller peşinde koşan falanca kişi nerede?” diye ses lendiği zaman, o kişi hemen demir çengel ve tokmaklarla dövüle dövüle o şiddetli cehennem ateşine götürülüp atılır.
Cehennem ateş ine attıkları zamanda kendisine şöyle denilir:
“Tad (o azabı). Çünkü sen, (iddianca) çok şerefli, çok yüce idin.”
(Duhan Sûres i, ayet : 49)
Onlara: “Etrafı dar, karanlık, tehlikeli ve ebedi olarak kalacağınız, azab çekeceğiniz bu cehennemde yaşayın.” denir. Atıldıkları yerde cehennem ateşi yanar. Ve onlar da cehennem ateşinin birer yakacağı olurlar.

İçecekleri hamim, durakları cehennemdir. Zebaniler onları cehenneme attıkları zaman, Haviye cehennemi onları toplar. Artık onlar için bir ümit yoktur. Onlar için sadece helak üzerine helak vardır. Kurtuluşları imkansızdır. Ayakları, boyunlarına bağlı olduğu halde, günahtan yüzleri kararmış olarak feryat edip dururlar.

“Ey Malik! Biz cezamızı bulduk. Bu ateşten demir bukağılar bize ağır geldi.
Öyle ki, herseferinde derilerimiz eriyip akmakta. Ne olur bizi buradan çıkar.
Bir daha isyan etmek mi? Asla..” diye bağırış ırlar.
Fakat zebaniler:
“Boşuna. Kurtuluş ümidi, sizler için artık çok geç. Siz, buradan bir daha asla çıkamazs ınız. Sesinizi kesin ve bir daha konuşmayın. Çünkü siz, buradan çıkarılsanız bile, yine es ki halinize, küfür ve isyanınıza döners iniz.” dedikleri zaman, isyankarlar artık kendileri için bir kurtuluş ümidinin kalmadığını anlarlar.
Hayattaki fırsatlarını tamamen kaybettiklerinin üzüntüsü ile pişmanlık duyarlar. Ancak bu pişmanlıkları, onlara bir fayda vermez. Yüzükoyun cehennem ateşine yuvarlanırlar. Cehennem ateşi, bir anda her taraflarını sarar. Onların yiyecekleri, giyecekleri, içecekleri ve yatacakları sadece ateştir. Ateş dalgaları arasında kavrulur, katran gömleği içinde, demir tokmaklar altında, zincirlerin bedenlerine yaptığı eziyet içinde kıvranıp durur, inleyip figan ederler. Tencerenin kaynaması gibi beyinleride ha bire kaynayıp durur. Her inleyip bağırışlarında baş larından aşağı kaynar su dökülür. Derileri yüzülür, bağırsakları dökülür. Kafalarına demirden tokmaklarla her vuruluşta ağızlarından kar ve irin çıkar. Ciğerleri
susuzluktan yanar, etleri dökülür. Kemikleri çıplak kalır. Sonra kendilerine tekrar can verilir ve tekrar azab başlar. Çektikleri azab ile tabii olan ölümü çok arzularlar. Ancak bu da, onlar için imkansızdır.
Ayakları boyunlarına bağlı olduğu halde cehennemi yüzüstü dolaşırlar.
Yüzleri, kızgın demirler ve halkalar üzerine değer. Ateşin dalgaları tüm organlarına nüfus eder. Diğer yandan ise, cehennemin zehirli yılan ve akrepleri vücutlarına sarılıp ha bire ıs ırır. İş kence edip dururlar.
Bütün bunlar, cehennemliklerin bazı halleridir. Cehennemin azabları kuşkusuz çok daha fazla ve çok daha zorludur.

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Cehennemde yetmiş bin vadi vardır! Bu yetmiş bin vadide ise yetmiş bin kol vardır ve her kolda da yetmiş bin yılan ve yetmiş bin akrep… Gerek Kâfir, gerekse münafık cehennem ehli bunların hepsine uğramadan cehennemin dibine varamaz.”

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Hüzün kuyusundan (vadisinden) Allah’a sığınınız. O, cehennemde bulunan, cehennemin kendisinin bile günde yetmiş kez hararetinden dolayı Allah’a sığındığı bir deredir. Allah-ü Teâlâ, onu riyakar kulları için hazırlamıştır.”

Bu, cehennemin kolları ve vadileridir. O da, dünya şehvetleri nispetindedir.
Cehennemin kapıları da, kulun birbirinden büyük günahlar işlediği yedi azaları sayıs ındadır. En üst kapısı Cehennemdir. Ondan sonra alta doğru şöyle sıralanır: Leza, Hutame, Sair, Cehim ve en alt kapı olan Haviye..
Nasıl dünya şehvet lerinin sonu yoksa, Cehennemin en alt kapısı olan Haviye’nin derinliğinin de sonu yoktur.

Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki:
“Resulullah Efendimiz ile birlikte bulunuyorduk. Bir ara ağır bir şeyin yüks ekten düş erken çıkardığı gümbürtüye benzer bir ses duyduk.
Resulullah’a bu sesin neye ait olduğunu sorduk. Resulullah Efendimiz de:
“Bu yetmiş yıl önce cehenneme atılan bir taş idi. Ancak şimdi dibine indi.” diye buyurdu.

Bir kısım insanlar var ki, kendilerini tamamen dünya ve dünyalığ a adamış tır. Bir kısım ins anlar da dereceye kadar adamış tır. İşte kıyamet günü, ateşin onları kaplamalarıda bu nisbette olacaktır. Çünkü Hz. Allah, zerre kadar bile olsa zulmetmez. Kıyamet günü ins anların azabı çeşit çeşittir. Birinin azabı, asla diğerine benzemez. Herkesin azabı, isyanı ve günahı nis betindedir. Cehennemde azabı en hafif olan kimse bile, oradan kurtulmak için, tüm dünyayı seve seve feda ederdi.

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Kıyamet günü, cehennemliklerin azab bakımından en hafif olanı, kendisine ateşten iki nalın giydirilendir. O kimsenin beyni nalınların hararetinden dolayı kaynar.”

Şimdi cehennem azabının şiddet inden şüphe ediyorsan, dünya ateşine parmağını dokundurman kafi. Oysa ki, cehennem ateşi, dünya ateşinden kat kat şiddetlidir. Eğer cehennem halkı, cehennemde dünya ateşi gibi bir ateş bulsalar, sırf rahat lamak için oraya hücum ederlerdi.

Bunun için şöyle denildi:
“Dünyanın ateşi, rahmet suyu ile yetmiş defa yıkandı da, ancak insanlar ona dayanabildiler.”

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Allah-ü Teâlâ, cehenneme bin yıl yanmasını emretti. Cehennem de tam bin yıl yandı, an cak kızardı. Sonra bin yıl daha yandı ve ağardı. Bin yıl daha yanınca da, karardı ve hala kararmış durumdadır.”

Yine sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Cehennem Rabbine şikayette bulunarak şöyle der: “Yâ Rab! (Öyle bir hale geldim ki) Ateşim kendi kendimi yiyip duruyor” Bunun üzerine Allah-ü Teâlâ, cehenneme iki nefes alması için müsaade verdi. Bundan dolayı yazın şiddetli sıcağı cehennemin nefes vermes inden, kışın şiddetli soğuğu da cehennemin nefes almasındandır.”

Enes bin Malik diyor ki:
“Dünyada en fazla zevk ve sefa süren Kâfiri getirip cehenneme daldırın.” denir. Kâfiri cehenneme getirdikten sonra kendisine: “Dünyada hiç zevk ve sefa geçirdin mi?” diye sorarlar. Kâfir kul: “Hayır” diye cevap verir.
Bundan sonra dünyada en fazla sıkıntı ve ızdırap çeken mü’min kulu getirip cennete koyun.” denir. Bunun üzerine mü’min kulu getirip cennete koyarlar. Kendisine: “Ömründe hiç sıkıntı çektinmi?” diye sorarlar. Mü’min: “Hayır” diye cevap verir.

Ebû Hüreyre (R.A.) diyor ki:
“Eğer bir mescidde yüzbin kişi veya daha fazla kişi olsa da, cehennemliklerden birisi bunların üzerine nefes verse, onun şiddetinden hepsi helak olurlardı.”
“Cehhenemin ateşi, yüzlerine vurup yakacak” ayet -i celilesinin tefsirinde âlimlerden biris i: “Bu, yalnız bir defa ateşin yüzlerine değmesi demektir ki,birinci ateş ile onların yüzleri ayaklarına dökülür.” demiştir.

Cehennem ehlinin içeceği irinli su ve kaynar sular olacaktır. Susuzluktan ciğerleri yanıp da “Su! Su!..” diye bağırdıkları zaman içecek olarak kendilerine zorla irinli su verilir.

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Eğer cehennem irinlerindin bir kova dünyaya dökülseydi, kokusundan bütün dünya pis pis kokardı.”

Ayet -i celilede buyruluyor ki:
“Ona orada irinli su içirilecektir. Öyle ki, o bunu zoraki içmeye çalışacak, bir türlü boğazından geçiremiyecek. Her yandan kendisine ölüm gelecek. Oysa ki, ölmeyecekt ir.” (İbrahim Sûres i, ayet : 16, 17)¨

Onların yemekleri de zakkumdur.
Allah-u Teâlâ buyuruyor ki:
“Siz ey sapkın ve inkar ediciler!.. Muhakkak ki, zakkum ağacından yiyecek kimselers iniz. Öyle ki, karınlarınızı hep ondan dolduracaksınız. Üstüne de o kaynar sudan içeceks iniz.” (Vâkıa Sûres i, ayet : 51 – 55)

Diğer bir ayet-i celilede ise Allah-ü Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz ki, o (zakkum), o çılgın cehennem ateşinin dibinde (bitip ) çıkacak olan bir ağaçtır. Ki, bunun tomurcukları, şeytanların başı gibidir.
Kuş kusuz onlar bundan yiyecek ve karınlarını bununla dolduracaklardır.
Sonra üzerine de kendileri için hazırlanmış olan çok sıcak bir su ile karıştırılmış bir şarap verilir. Sonra dönüp gidecekleri yer, şüphesiz yine cehennemdir.”
(Saffat Sûres i, ayet : 64 – 68)

Diğer bir ayet-i celilede ise şöyle buyrulur:
“Çünkü bizim yanımızda ağır bukağılar, yakıcı ateş , boğazda tıkanıp kalan yiyecek ve elem verici azab vardır.”

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Eğer zakkumdan bir katre denizlere dökülse, hayatı bozardı. Ya yemekleri zakkum olanların hali nasıldır?”

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Allah’ın terkip ettiğine heves edin. Azabı, ikabı ve cehennemi gibi korkuttuğu şeylerden kaçının. Çünkü cennet nimetlerinden bir parçacığı dünyalığınızda bulunmuş olsaydı, size onu güzelleştirirdi. Eğer cehennemden bir damla dünyanızda bulunsaydı, dünyayı sizin için zindan ederdi.”

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Zaman gelir cehennemlikler öyle bir acıkır ki, bunun tesiri bütün o şiddetli cehennem azabına karşı eşit olur. Her yemek diye feryat ettiklerinde kendilerine, açlığa faydası olmayacak ve onları beslemiyecek olan zehirli dikenlerden yemek verilir. Fakat bunları s indiremezler. Hemen akıllarına,dünyada yemekleri hazmetmede şarap kullandıkları gelir ve şarap is terler.
Kendilerine şarap olarak dikenli bardaklarda irin verilir. Onlar irini ağızlarına yaklaşt ırdıklarında dikenler yüzlerini yırtarlar. İçtikleri midelerine indiği vakit , midelerini parça parça eder. Cehennemin hazin’lerini çağırıp:
“Ne olur, Allah’a duat et de bir gün olsun azabımızı hafifletsin.” diyerek yalvarırlar. Bunun üzerine cehennem zebanileri onlara: “Size açık delillerle peygamberler gelmedi mi?” diye sorarlar. Onlar da “Evet geldi. (Ancak biz inanmadık.)” diye cevap verirler. Zebaniler: “Öyleyse, şimdi yalvarın yalvarabildiğiniz kadar. Kâfirlerin duası boşunadır.” derler. Onlar: “Bime Malik’i çağırın.” derler. Malik’i çağırdıklarında, onlar Malik’e: “Rabbimiz, hakkımızda iyi bir hüküm versin.” derler. Malik: “Siz burada kalacaksınız.”
der. (Bunların bu yalvarışları ile Malik’in olumsuz cevap vermesi arasında tam bin yıl geçer.) Bu sefer kendi kendilerine: “Biz en iyisi Allah’a yalvaralım. Çünkü bizim için Allah’tan daha hayırlısı yoktur.” derler.
Allah-ü Teâlâ’ya: “Ey Rabbimiz! Şekavetimiz üstün geldi, biz sapıklıkta kaldık. Bizi cehennemden çıkar. Bir daha isyana dönersek, o zaman biz zâlimlerden oluruz.” derler. Ancak Allah-ü Teâlâ onlara: “Sesinizi kesin. Bir daha konuşmayın.” diye buyurur. İş te o vakit onlar, gerçekten kendileri için hiçbir iyilikten ümit olmadığını anlarlar. Hasret ve pişmanlık içinde kalırlar.”

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Allah-ü Teâlâ’nın kendisine mal verdiği kimse,zekatını vermezse, kıyamet günü o malı iki boynuzlu zehirli bir yılan suretinde, iki gözü üzerinde siyah nokta olduğu halde kıyamete dek boynuna dolanır ve dudaklarını ısırarak:
” İş te, ben senin malın ve senin biriktirdiğin paranım.” der. Allah-ü
Teâlâ’nın fazlından kendilerine verdiğini (harcamakta) cimrilik yapan kims eler, sakın bunun kendileri için bir hayrı olduğunu sanmasınlar.” (Ali İmran Sûres i, ayet : 56)

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Cehennemde deve boynu gibi yılanlar vardır. Bunların akıttıkları zehirin harareti kırk yıllık yoldan alınır. Yine orada, her biri bir katır büyüklüğünde olan akrepler vardır. Onların akıtt ığı zehirlerin harareti kırk yıllık mesafeden alınır.”
Bu yılan ve akrepler, dünyada cimrilik hastalığına yakalananlara musallat olur. Bu has talıklardan kendinizi koruyun, kıyamette bu yılan ve akreplerden korunur. Allah-ü Teâlâ, cehennemliklerin vücutlarını,cehennem ateşine dayanmaları için büyük yaratır. Öyle ki, bir diş lerinin büyüklüğü Uhud dağı büyüklüğünde olur. Bir dişleri Uhud dağı büyüklüğünde olursa, varın siz düşünün bedenlerinin büyüklüğünü.
Onların bu iri cüsseli vücutlarının her parçasında, cehennem azabı, yılan ve akreplerin zehirlerinin acısını mütemadiyen duyarlar.

Kur’an-ı Kerim’de buyruldu ki:
“Derileri piştikçe, azabı tadıp durmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz.”
(Nis â Sûres i, ayet : 56)

İslam büyüklerinden Hasan, bu ayetin tefsirinde der ki:
“Cehennem her gün yetmiş defa vücutlarını yakar, eritir ve her defasında “Eski halinize dönün.” denir. Onlar da eski hallerine dönerler.”

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Kıyamet günü cehennemi yetmiş bin yular ve her yulara yetmiş bin melek yapışmış olduğu halde mahşer alanına getirirler.”

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Cehennem halkı ağlamaya başlar. Öyle bir ağlama arız olur ki kendilerine,
gözyaşları tükenirde kan ağlamaya başlarlar. Yüzlerinde yarıklar meydana gelir. Gözlerinden kan yaşlar (öyle büyür ki) bir ırmak olup üzerlerinde gemi bile yürütülür.”
Onlar, böye ağlayıp sızladıkları “vay hâlimize” diyerek yardım diledikleri sürece kendileri için bir ferahlık vardır. Fakat onlar, bundan da men olurlar.

Muhammed bin Ka’b diyor ki:
– Cehennemliklerin beş duası vardır. Hz. Allah, onların dört duasına icabet eder. Beş incis inde ise, artık onlar konuşamazlar. Onların birinci duaları:
“Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün. İki defa da dirilttin. İş te günahlarımızı itiraf ettik. Şu cehennemden çıkmak için bir yol var mı?” (Mü’min Sûres i, ay et : 11)
Allah-ü Teâlâ onlara cevap olarak şöyle buyurdular:
“Bunun nedeni şudur: Bir olarak Allah’a dua edildiğinde siz küfrettiniz.
Eğer ona ortak koşulursa bunu hemen tastikliyordunuz. Artık hüküm, O çok yüce, O çok büyük Allah’ındır.” (Mü’min Sûres i, ayet : 12)

Cehennemlikler ikinci dualarında şöyle derler:
“Ey Rabbimiz gördük, işittik, şimdi bizi, dünyaya geri döndür de güzel amelde bulunalım.” (Secde Sûres i, ayet : 12)
Allah-ü Teâlâ onlara cevap olarak şöyle buyurur:
“Oysa siz daha önce (dünyada), “Bizim için (dünya mal ve servet lerinden) ayrılış yoktur.” diye yemin etmemiş miydiniz?” (İbrahim Sûres i, ayet : 44)

Onlar, üçüncü defasında şöyle duada bulunurlar:
“Ey Rabbimiz!.. Bizi çıkar. Yaptığımızdan bambaşka bir amel yapacağız.” (Fâtır Sûres i, ayet : 37)
Allah-ü Teâlâ, onlara cevap olarak şöyle buyurur:
“Size iyice düşünecek olan bir kimsenin düşünebileceği, öğüt kabul edebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size (azab ile) korkutan da gelmişti. Şimdi tadın (o azabı). Artık zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Fâtır Sûres i, ayet : 37)

Onlar dördüncü defasında şöyle dua ederler:
“Ey Rabbimiz! Bedbahtlığımız bize galebe etmişti. Ey Rabbimiz, bizi buradan çıkar. Eğer yine (küfre dönersek) artık hiç kuşkusuz, biz zâlimlerdeniz.”
(Mü’min Sûres i, ayet : 106, 107)
Hz. Allah, onlara:
“Yıkılıp gidin içerisine. Bana bir şey söylemeyin.” diyerek cevap buyurur.

Bundan sonra cehennemlikler artık bir daha konuşmayacaklardır ki, bu, onlar için en büyük azaptır.

Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) buyuruyor ki:
“Kıyamet günü, ölüm besili bir koç suretinde olduğu halde ortaya getirilir.
Ve herkesin gözü önünde cennet ile cehennem arasında boğazlanır. Sonra
da şöyle denir: “Ey cennet halkı! İşte sizin için bir daha ölüm yoktur.
Ebedi olarak buradasınız. Ey cehennem halkı! Sizin için de bir daha ölüm yoktur.
Ancak sizde ebedi olarak oradasınız.” denir.”

Hasan Basri diyor ki:
“Bin yıl cehennemde yandıktan sonra çıkacak olan mü’min vardır.
Keş ke onun yerinde ben olsam.”

Kaynak : Kimya-i Saadet – İmam-ı Gazali

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Cennet, Cennet & Cehennem, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kimya-i Saadet - İmam Gazali, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »