Göynem – Beyşehir

İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Archive for Ekim 2016

Yazıcızâde Muhammed Efendi Kimdir ?

Posted by Site - Yönetici Ekim 31, 2016

yazicizade-muhammed-efendi-kimdirmuhammediyye-kitabiyazici-salihahmed-bicangeliboluhaci-bayram-i-veli

Yazıcızâde Muhammed Efendi Kimdir ?

Muhammediyye” adlı eserin müellifi.

İsmi, Yazıcızâde Muhammed Efendi olup, babası Yazıcı Sâlih’dir. Babası, devlet hizmetinde kâtip olarak çalıştı. Arif, münevver bir zât olup, ilm-i nücûma dâir beş bin beyte yakın mesnevî tarzındaki Şemsiyye isimli eserini, Ankara’da Devlethan ailesinden İskender Paşaya ithaf etti, Yazıcızâde Muhammed Efendi’nin, doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmiyor.

Yazıcızâde Muhammed Efendi ve kardeşi Ahmed Bîcân, önce babalarından ders okudular. Sonra Muhammed Efendi, tahsilini kemâle erdirmek üzere birçok yerler dolaştı. İran ve Mâverâünnehr’e giderek. Haydar Hâfı ve Zeynel Arab gibi meşhur âlimlerden okudu. Arabca ve Farsçayı iyi öğrenip: tefsir, hadîs, kelâm, fıkıh ilimlerinde yetişti.

Yazıcızâde Muhammed Efendi, manevî feyzi, Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinden aldı. Hacı Bayram-ı Velî, Sultan İkinci Murâd Hânın dâvetine uyarak Edirne’ye gitti ve orada bir müddet kaldı. Sonra Ankara’ya döndü. Gidiş ve dönüşte uğradığı Gelibolu’da Yazıcızâde Muhammed Efendi ve kardeşi Ahmed-i Bicân’ı gördü. Onlarla görüşüp, sohbetle irşâdda bulundu. Kısa zamanda ikisi de velîlik derecelerine kavuştular.

Yazıcızâde Muhammed Efendi, bir ara Konya muzafferiyetini bildirmek için Sultan Murâd-ı Hüdâvendigâr Gâzî tarafından sefaretle Mısır’a gönderildi. Sonra Gelibolu’ya dönüp, ömrünü ibâdet ve tefekkürle geçirdi. Eserler yazdı. îtikâf ve inziva haliyle yaşadı. Gelibolu’da namazgah yöresinde. Hamza köyü sahillerinde büyük bir kayaya oyulmuş; birbiri içinden geçilen iki küçük hücrede ibâdet ve tefekkürle meşgû! oldu.

Yazıcızâde Muhammed Efendi, çok ibâdetle meşguliyeti yanında, eserler de yazdı. Meşhur -“Muhammediyye” adlı eserini yazmadan Önce. Arabca olarak Megârib-üz-Zeman’ı yazdı. Kardeşi Ahmed-i Bicân’a: “Şimdi sen dahî, bu kitab ki -“Megârib-üz-Zeman”dır, Türkçeye çevir. Tâ kim bizim ilin kavmi maâriften ve envâr-ı ilimden fayda görsünler.” diye ricada bulundu. O da Türkçeye çevirip Envâr-ül-Âşıkîn adını verdi. Muhammediyye ve Envâr-ül-Âşıkîn, biri nazım ve diğeri nesir, oiup her ikisi de Megârib’in Türkçe’ye tercümesidir.

Yazıcızâde Muhammed Efendi, Megârib-üz-Zeman ve Muhammediyye’sini, rüyasında Peygamber efendimizi görmesi ve O’nun irşâd ve işaret vermesiyle yazdı.

Yazıcızâde Muhammed Efendi, Muhammediyye’si ile şöhret buldu. Muhammediyye, asırlardır Anadolu’da. Kırım’da. Kazan’da. Başkurt Türkleri arasında okundu ve elden düşmedi.
Evliya Çelebi;
-“Nice binlerce âdemin Muhammediyye’yi ezbere bildiklerini.” kaydeder. Anadolu’da her evde bir Muhammediyye nüshası vardı. Muhammediyye okuyan kimseye Muhammediye-hân adı verilirdi. Eser, kış gecelerinde okunur, yer yerde ağlanırdı. Suyu hiç kesilmeyen bir ırmak coşkunluğu içinde okunurdu. Her satırında Allâhü teâlânın sevgisi, Resûlullah efendimizin aşkı, muhabbeti. Eshâb-ı kiram sevgisi anlatılırdı. Kulun Rabbine olan acziyeti ve sevgisi dile getirilirdi:

İsmail Hakkı Bursevî, Muhammediyye’ye iki cild hâlinde mükemmel bir şerh yazdı. Yazıcızâde Gelibolu’yu mekân tutup, 1451 (H.855) senesinde orada vefat etti.

Mezarı Gelibolu’nun biraz dışında, İstanbul yolu üzerindedir.

Yazıcızâde çeşmesinden ve hemen yakınında yüksekte kalan kardeşi Ahmed Bîcân’ın kabrinden yüz elli adım kadar içeride, küçük türbe kısmındadır. Kabri, ziyaret mahallidir.

Muhammed Bicân hazretlerinin yazdığı diğer eserleri,
1- Megârib-üz-Zemân
2. Muhammediyye
3. Şerh-ul-Füsûs-il-Hikem’dir.
4. Tefsîr-i Sûre-i Fatiha

Kaynak:İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/69-70.

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Kim Kimdir ?, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

Ef âl-i Mükellefin Nedir ?

Posted by Site - Yönetici Ekim 30, 2016

ef-al-i-mukellefin-nedir-seri-mukellefiyetler-islam-dininin

Ef âl-i Mükellefin Nedir ?

Şer’î mükellefiyetler, İslâm dininin, âkil ve baliğ olan kadın erkek bütün iman ehline getirmiş olduğu emir yasak ve diğer dini yükümlülüklerdir.

Zaten mükellefiyet, yükümlülük, demektir,ilmihal kitablarında “ Ef âl-i mükellefin” denilir. Ve şunlardır:

1. Farz: Kat’î delil ile sabit olan hükümlerdir ve iki kısımdır:
a) Farz-ı ayın: Mükellef her müslümanm ancak kendisinin yapması İle yerine gelen amellerdir. Beş vakit namaz ve oruç gibi.
b) Farz-ı kifâye: Bazı müslümanların yapmaları ile diğer müslümanlardan mesuliyet kalkan farzlardır. Cenaze namazı ve selâm almak gibi. Eğer böyle bir farzı müsiümanlardan hiçbirisi yapmazsa hepsi mes’ûl olurlar.

2. Vacip: Farz derecesinde kat’î olmayan delille sabit hükümlerdir. Vitir ve bayram namazları gibi.

3. Sünnet: Peygamberimizin sözü, işi ve başkası yaptığında hoş gördüğü şeylerdir. Sünnet ikiye ayrılır:
a) Sünnet-i müekkede: Peygamberimizin devamlı olarak yapıp, pek az terk ettiği sünnetlerdir. Sabah ve öğle namazının sünnetleri gibi.
b) Sünnet-i gayri müekkede: Peygamberimizin arasıra yaptığı sünnetlerdir. İkindi ve yatss namazının ilk sünneti gibi.

4. Müstebab: Peygamberimizin bazen işledikleri şeylerdir. Sadaka vermek ve nafile oruç tutmak gibi.

5. Mubah: İşlenmesinde sevap, terk edilmesinde günah olmayan şeylerdir. Oturmak, kalkmak, yemek, içmek gibi.

6. Mekruh: işlenmesi hoş görülmeyen ve amelin sevabını eksilten şeylerdir. Namaz içinde etrafa bakmak gibi.

7. Müfsid: Başlanmış bulunan bir ibâdeti bozan şeylerdir. Abdestli iken bir yerinden kan veya irin çıkmak, namazda gülmek ve oruçlu iken bir şey yemek gibi.

8. Haram: İşlenmesi kati delille yasak edilen şeylerdir. Alkollü içki içmek, anaya-babaya âsi olmak gibi.

Kaynak :Dipnot -İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/46-47.

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | Leave a Comment »

İMAN AĞACI

Posted by Site - Yönetici Ekim 29, 2016

kelime-i-tevhid-islami-gifiman-1301218220-phpapp02-thumbnail-4-copy

İMAN AĞACI

Ey dünyalıktan mahrum kimse, zamana ve insanlara hoş görünmeyen ve onların bir yanda bıraktığı zavallı insan.

Ey sultanlar yanında hatırlanmayan ve dünya erbabı meclisinde ismi geçmeyen çaresiz adam.

Ey aç, cesedi çıplak, ciğeri susuzluktan yanmış bitkin…

Ey bütün ihtiyaçlarla sıkışan, kalbi darda kalan, gönlü kırılan, hiçbir maksadını yerine getiremeyen, gittiği kapıdan kovulan, mescit köşelerinde kalan, sokaklarda sürünmekle gününü geçiren adam.
Senin bu anlattığım hallerde:
– “Allah (CC) beni fakir etti, dünyayı elimden aldı. Beni perişan etti, terk etti.Buğzetti. İşlerimi dağıttı. Hiçbir işimi yerine getirmedi. Bana ihanet etti. Dünyalık olarak yeter derecede mal vermedi. Şerefimi söndürdü. Padişahlar katında, arkadaşlarım arasında beni yükseltmedi. Halbuki başkalarına bol nimetler verdi.
Günleri geceleri o nimetler içinde geçer oldu. Halbuki hepimiz de müslümanız. Babamız Adem, anamız Havva… Ben böyle olayım da onlar niçin böyle olsun?” gibi sözler sakın senin ağzından çıkmasın.!..

Senin bulunduğun hali anlatalım: Bir defa Allah-ü Teala’nın (CC), seni bu halde bırakması bir hikmeti icabıdır. Çünkü senin yaratılışında bir hürlük vardır. Allah (CC) tarafından sana sabır, rıza, muvafakat verilmişti ki, bunlar en büyük nimetlerdir. Aynı zamanda iman, ilim, tevhid nurları sende vardır. İman ağacın daha eskimemiştir. Tohumları ve fidanları henüz çürümemiştir, kuvvetlidir, yaprağı boldur. Her gün dal salmakta, çeşitli gölgelik vermekte, ayrı ayrı yönlerden büyümekte ve meyve vermektedir. Senin çalı ile değnekle, onu muhafaza etmene, büyütmene, beklemene lüzum yoktur…

Allah (CC) sana, dünya işlerinde az fakat rahat edeceğin şeyleri verdi. Ama ahirette hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kulağın işitmediği ve hiç kimsenin hatırına gelmeyen büyük nimetleri senin için hazırladı. Bunları orada sana çok bol olarak ihsan buyuracaktır. Ayet:
– “Hiçbir nefis, kendileri için öteki alemde hazırlananların neler olduğunu bilmez.
Halbuki onlar gayet mesrur edici şeylerdir. Yaptıklarınıza mükafat olarak verilir.”Bunun manası şudur: Allah’ın (CC) emirlerine uydukları ve bu yolda devam ettikleri için bunlar kötülükleri bırakırlar, Allah’a (CC) teslim olur ve her işlerini ona ısmarlarlar. İşte o büyük mükafata bu sebepten ererler…

Kaynak : Futuhu`l Gayb – Abdulkadir Geylani

Posted in Abdülkadir Geylani, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

EDEP PERDESİNİ AÇMAMAK

Posted by Site - Yönetici Ekim 28, 2016

edep-ya-hu-yunus-emre-edepsizliknamusnamussuzlukedepliedebiyatyunus-emre

EDEP PERDESİNİ AÇMAMAK

Yüzünden edep, namus ve kanaat perdesini açma… Bunun aksini yaptığın an halka rüsvay olursun…
Halkın yardımını kalbinden çıkar, onlara güvenme…
Kudreti, kuvveti Allah’tan (CC) gör!..
Hakk’ı (CC) ve hakikatı gör, her halinde manevi meşgalen bu olursa, benliğin ölür, şahsi arzuların söner. Şahsiyetçilik davasından kurtulur, herkesin iyiliğini gözetmeye başlarsın…
Dünya gözünden silinir, yalnız ahiret, cennet sevgisi ve cehennem korkusu ile işlerini yapmaz olursun. Ruhunda sonsuz bir huzur duyar, Hakk’ın (CC) iradesini görürsün…
Kalbin, hak ve hikmetle dolar. Zulmet kaybolur, nura boğulursun.
Daima, Hakk’ı (CC) gözet ki; kalbinde yalnız Allah (CC) sevgisi yaşasın. Başkasına giriş hakkı kalmaz olur. Bu durumda İlâhi Vahdetin kapısı olan kalb basiretinin bekçisi olursun. Elinde tevhid, azamet, ceberut kılıcı olur. Her gördüğün aşağılık duyguları ruhundan kovar ve lüzumsuz şeyleri kökünden yok edersin.
Nefsin de, sana baş kaldıramaz. Hele kötü arzu timsali olan heva; şahsiyetçiliği temsil eden irade ve arzu, sana hiçbir zaman dünya ve ahiret işlerinde yol gösteremez.
Kalbinde, bir hakk ölçü vardır. İşittiğin her söz, gördüğün her hareketi hak ölçülere vurursun. Daha ileri giderek Hakk’ın (CC) rızası önünde boyun eğer, bütün varlığınla O’na (CC) teslim olursun. Bu halinde Allah’ın (CC) kulu ve emrine bağlı kalır, halka
uymaz ve onların arzularına gidemezsin. Bir zaman böyle gider.
Zaman olur, benliğin tamamen ölür. Bir hayali varlık gibi gezersin. Allah-ü Teala (CC) bütün kuvveti ile seni muhafaza eder. Azamet ve sultanlığı hisarına sokar, hakikat ve tevhid askeri ile etrafını çevirir. Her adım atışında gayri ihtiyari dikkatli olmaya başlarsın. Çünkü, İlâhi bekçiler senindir. Nefis, şeytan, heva, irade, boş ümit, yalancı çağrı ve daha tabiatın nice kötülük ve şaşkınlıkları sana yol bulamaz. Ama her halde kader kendini gösterir.

Halk sana gelir nur almak için. Halk sana uyar doğruyu bulmak için…
Halk seni ister, maddi ve manevi bataklıklardan kurtulmak için.
Sen halka yol gösteren, dinin inceliklerini öğreten örnek bir insan olursun. Sende çeşitli kerametler görülür, ama onlara aldanmadan Allah’a (CC) ibadet edersin.
Hak yolunda mücadele ederek, çeşitli güçlüklere göğüs gererek Allah’a (CC) kullukta, yani ibadette sabredersin. O’nun (CC) yardımı ile, her kötülükten mahfuz ve örnek bir insan olarak kalırsın.
Halkın meyli seni aldatmaz. Onların sevgi gösterisi seni yoldan çıkaramaz. Onların seni büyütmeleri, elini eteğini öpmeğe koşmaları, kendini olduğundan fazla göstermeğe yaramaz. Sen onlardan lüzumunda istifade etmeği de bilirsin. Hak ölçüler dahilinde, ihtiyacın kadar alır, ötesini terkedersin…

Allah-ü Teala (CC), o sultan hakkında şöyle buyurdu:
– “Biz Yusuf’u (AS) o yere sultan yaptık.”
Yine buyurdu:
– “O (AS), dilediğini yapar oldu. Biz rahmetimizi istediğimize kondururuz, iyi kişilerin mükafatını eksiltmeyiz.”
İşte, bu cümleler, Hz. Yusuf’un (AS) meleki sıfatını anlatır. O’nun (AS) nefis tarafını anlatırken de şöyle buyurulur:
– “Biz, böylece ondan bütün kötülükleri çevirdik, çünkü O (AS), bizim ihlas sahibi kullarımızdandır.”
Hz. Yusuf’un (AS) marifet tarafı da şöyle dile geliyor:
– “Bunlar, (rüya tabiri ve hadislerin tevili) Rabbımın (CC) bana öğrettiklerindendir.

Allah’a (CC) inanmayan cemaatı kati olarak terkettim. Onlar ahiret gününe de inanmıyorlardı…”
Bu kitaplar, bir gün sana da gelir; o zaman büyük bir dost sayılırsın. Büyük nasibini almış olursun. Sonsuz ilim, sonsuz kudret, seni kaplamış olur. Saltanatın her yere şamil; emrin her yerde geçerli… Nefsin, senin için faydalı olur. Allah’ın (CC) izni ile her şeye sözün geçtiği gibi nefsine de sözünü dinletirsin.
Dünya ve ukba işlerinin sahibi Allah’tır (CC). Cennet O’nun (CC) elindedir.
Nazarlarımız, O’nun (CC) kuvveti, kudreti yüzüne çevrili. O (CC) bizim zengin, cömert Mevlamızdır (CC). Her şeyi bol ve ziyadesi ile verir.
İsteklerin son durağı orasıdır. Ondan öteye yol yoktur. El açacak ve yalvaracak kimse bulunamaz.Bu anlatılanlar bir sırdır…
Ve sözde kalır…
Hakikatına Allah (CC) eriştirir. Çünkü O (CC) Rahîm’dir (CC)…

Kaynak : Futuhu`l Gayb – Abdulkadir Geylani

Posted in Abdülkadir Geylani, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Edep - Hürmet - Saygı, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: , | Leave a Comment »

Meczub Kime Denir ? Meczub Nedir ?

Posted by Site - Yönetici Ekim 27, 2016

meczub-kime-denir-meczub-nedir

Meczub Kime Denir ? Meczub Nedir ?

Meczûb:Çekilmiş, çekiciliğe kapılmış ve cezbeye tutulmuş gibi manâlara gelir.

Tasavvufta ise;
1-Allahü teâlânın sevgisi ile kendinden geçmiş olanlar.
2-Cezbeye tutulmuş, çekilmiş tasavvuf yoicusu, demektir.

Meczûblar seyr-u suluklarını tamamlayamamış kimselerdir. Onlar Hakk’a erme ve O’nun aşk ve muhabbetinde boğulup kalmadan dolayı halkı irşat ve davet sahiline çıkamazlar. Keşifleri sırasında karşılaştıkları aşk şimşekleri ve erme iştiyaklarına rağmen, makamlarının buna elverişli olmayışı karşısında, kalblerindeki istek ateşine dayanmadıklarından uyumsuzluğun verdiği bir hali yaşarlar. Bundan dolayı meczûb bir kişi ne kadar büyük kerametler sahibi olursa, olsun o asla mürşid-i kâmil olamaz ve irşâd makamına çıkamazlar. Çünkü irşâd makamı velayetle birlikte akıl ve ilmi gerektirir…

Bundan dolayı,kendilerine manevî yol göstermesi,rehberlik etmesi için, bir meczubun çevresinde toplanmak, çok susayan ve susuzlukta dudakları çatlamış olan kişilerin denizin etrafında toplanıp tuzlu su içmelerine benzer. Denizin tuzlu suyu onların susuzluklarını gidermek yerine onları daha susatır… Onları yakar….

Meczûbların (deli-doiu evliyanın) çevresinde toplanan ve onlara murid olan kişiler, zamanla dalâlet ve sapıklığa girerler. Çünkü bunlar, meczûbların cezbe hâlinde söyledikleri ve şeriate zıt olan sözlerini senet kabul ettiklerinde Allah korusun küfre bile girebilirler…. Meczûblar nefsi elinden alınmış kişilerdir. Bu yüzden de kendilerine mâlik olamazlar.

Meczûblar, sürekli Rabbı ile meşgul bulunduklarından dolayı kendini idare edemezler… Onun İçin meczûblardan örf. adet, gelenek ve şeriatın zahirine zıt haller görülür…

Hemen hemen her memlekette bulunan mezcûbların (halk arasında “deli-dolu” denilen) kişilerin hal, hareketlerine bakıp, İslâm hakkında yanlış te’villerde bulunmamak lazım. Zira, Meczûblar teklife esas olan akıldan mahrumdurlar. Halbuki İslâm şeriatında teklif için esas olan imandan sonra akıl gelir. Dünyanın idaresini sağlayan da akıldır….

Sual: Eğer sen: “Kişi aklını kaybederse, insanlık mertebesinin en aşağısına düşüleceğine göre, nasıi veli olunur?” diye sorarsan;

Cevâp: Tasavvuf ehli bu suâle cevap olarak derler kî: “Meczub her ne kadar aklını kaybetmişse de, ilâhi nurlar denizine batmıştır ve bu durumu sebebiyle de hislerle bilinen âlem üzerinde az durması ona zarar vermez. Çünkü, meczub’un elde ettiği vusul sebepleri kesilmiş ve teklifler düşmüş olmakla birlikte, makamını koruduğu sürece kendine mahsus şer’î hükümleri vardır. Bu bir yaşama biçimidir, haldir, yaşayan daha iyi bilir.”

Bundan dolayı meczûblara ne fazla ülfet edilmelidir ve ne de düşmanlık beslenmelidir… Zira, eğer ona çok yardım eder ve onun sevgisini kazanırsan, o da “Allâhım bunu benim gibi yap” diye dua eder… Yok eğer. meczûb’a kötü davranır, kalbini kırar ve zulmeder ve zulüm ile onun sabır ve tahammül sının aşarsan; o zamanda beddua eder….

Meczûblan kendi hallerine bırakmak en sağlıklı ve en güzel davranıştır. Meczûblan, içinde bulundukları istiğrak, aşk, cezbe ve muhabbet ve ilâhî sevgi okyanusunda ilâhî meveddet ve muhabbetüllah dalgalarıyla baş başa bırakmak lazım…

Bırakın meczûblar, kendilerine hâs olan cezb ve aşk âlemlerinde yasaya dursunlar…

Biz, ilim ve akıl sahibi, bize yol gösteren mürşid-i kâmil ve zamanın müceddidinin yolunda yürümeye çalışalım. Mütercim…

Kaynak :Dipnot – İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/47.

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | Leave a Comment »

Hikâye – Biz Efendimiz s.a.v. Hazretlerine İman Eden Cinlerdeniz…

Posted by Site - Yönetici Ekim 26, 2016

hikaye-biz-efendimiz-s-a-v-hazretlerine-iman-eden-cinlerdeniz-kabekabaarafatminahajjarabicarabianmadinahsunnatcincinler-hakkinda-mekke

Hikâye – Biz Efendimiz s.a.v. hazretlerini görüp, onunla görüşen ve ona iman eden Cinlerdeniz…

İbrahim Havas (k.s.) hazretlerinden hikâye olundu.
Buyurdular:
Senelerden birinde haccettim. Ben arkadaşlarımla yürürken arkadaşlarımdan ayrılmam, halvete çekilmem ve cadde (büyük) yoldan ayrılmamı gerektiren gizli bir hâl arız oldu. Bunun üzerine ben, insanların üzerinde bulunmuş oldukları yoldan sapıp başka bir yola girdim. Üç gün üç gece yürüdüm. Bu üç gün üç gece boyunca gizliden de olsa, herhangi bir yemek (yiyecek) içecek ve ihtiyaç hatırıma gelmedi…
Yeşil bir ova’ya ulaştım, içinde her türlü meyveler ve güzel kokulu reyhanlar vardı. Ovanın ortasında bir denizcik (büyükçe bir göl) vardı. Ben (kendi kendime);
Burası sanki cennet!” dedim.
Taaccub ettim,
Şaştım kaldım.
Ben bunu düşünürken, bir de bir nefer (dokuz- on kişi kadar bir topluluk) gördüm. Bana doğru yöneldiler.
Simaları, Adem oğlunun simâ’sıydı. Üzerlerinde güzel değerli elbiseler vardı. Etrafımı çevrelediler. Bana selam verdiler. Ben;
Allah’ın selâmı rahmeti ve bereketi sizin de üzerinize olsun!” dedim.
Hatırıma bunların cinlerden oldukları geldi. Onlardan bir tanesi;
Biz bir meselede ihtilâfa düştük! Bizler cinlerden bir neferiz! “Cin gecesi” nde, Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hazretlerinden Kur’ân-ı kerim dinleyip işittik (yani biz Efendimiz s.a.v. hazretlerini görüp, onunla görüşen ve ona iman eden ashâb-ı kirâmdanız)….
Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin okumuş olduğu Kur’ân-ı kerimin nağmeleri bizi bütün dünyevî işlerimizden sıyırdı ve soyup aldı. Allâhü Teâlâ hazretleri, bu çölde (gördüğün bu gölün pınarlarını) bize yarattı….” dedi.
Ben ona;
Bizimle benim ashabımı (arkadaşlarımı) terk ettiğim yerin arası ne kadardır?” dedim.
Cinlerin bazıları tebessüm ettiler. Ve dedi:
Ey Ebû İshâk! Allâhü Teâlâ hazretlerinin bir çok acâib ve esrarı vardır. Senin bulunmuş olduğun yerde senden başka hiçbir Âdem oğlu asla gelip bulunmadı. Ancak ashablarından bir genç bulundu. Burada vefat etti. tşte bu da onun kabridir….”
Gölün kenarında bulunan bir mezar’a işaret etti. Mezarın çevresinde bahçe, güller ve güzel kokan reyhan çiçekleri vardır. Daha önce o mezar kadar güzel bir mezar görmemiştim.
Daha sonra cin konuşmaya devam etti:
Seninle kendilerinden ayrıldığın arkadaşların bulunmuş olduğu yer arasında şu şu kadar aylık mesafedir!… Veya seninle onların arasında şu şu kadar senelik uzaklıktır…” dedi.
Ben onlara;
O gençten bana haber verin?” dedim.
O cinlerden biri;
Biz gölün kenarında oturup muhabbeti müzâkere ederken, bir de baktık ki bir şahıs çıka geldi. Bize yöneldi. Yanımıza geldi. Bize selâm verdi. Biz onun selâmını aldık. Ve ona sorduk:
Nereden?” Genç bize döndü:
Nisâbûr şehrinden…” dedi. Biz ona sorduk:
Ne zaman şehirden çıktın?” O:
Yedi gün kadar bir zamandan beri…” dedi. Biz ona;
Seni vatanından ayrılmaya zorlayan şey nedir? Neden vatanından ayrıldın?” diye sorduk. O:
Onun için ümidi kesmeyin de başınıza azap gelmeden evvel tevbe ile rabbinize dehalet edin ve O’na hâlis Müslümanlık yapın, sonra kurtulamazsınız..
Âyet-i kerimesini işittim….” dedi. Biz ona:
İnâbe” nedir?” “İslâm’ın manâsı nedir?” “Azabın manâsı nedir?” diye sorduk. O genç;
İnâbe, senin, senden senin sebebiyle tam varlığıyla O’na yönelmendir…
İslâm; senin nefsini O’na teslim etmen ve O’nun senden sana daha evlâ olduğunu kesin olarak bilmendir.
Azab, fikrat ve ayrılıktır,” dedi.
Sonra genç büyük bir sayha vurdu/ses çıkardı. Hemen düşüp vefat etti. Biz de onu göndük. İşte bu da onun kabridir. Allâhü Teâlâ hazretleri ondan râzî olsun.
İbrahim Havas (r.h.) buyurdular:
Onların vasfettiklerinden taaccub edip şaştım, kaldım. Sonra onun kabrine yaklaştım. Mezarının başında, bir Nergis çiçeği vardı. Sanki büyük bir şekilde kokuyordu. Ve mezarının başında şöyle bir yazı vardı:
Bu Allah’ın sevgili kuludur!”…
Reyhanın dallan değişmişti. Ve yapraklarının üzerinde de “inâbef’in sıfatı yazılıydı. Nergis’in üzerinde yazılı olanları okudum. Onlar bu yazıların tefsir edilmesini benden istediler. Ben de onları okuyup, kendilerine tefsir ettim. Onların içine heyecan ve depreşme girdi. (Cezbeye tutuldular.) Kendilerine geldiklerinde sükûnete kavuştular. Ve:
Biz meselelerimizin cevâbıyla iktifa ettik! (Senden yeterli cevaplar aldık)”
îbrâhim Havas (r.h.) buyurdular:
Bana bir uyku geldi. Ağırlık bastı. Uyudum. Uyandığımda kendimi “Hazret-i Aişe (r.a.) Mescidi”ne yakın bir yerde gördüm.
Baktım ki, kaplarımın (ve eşyamın) içinde reyhân’ın demetleri vardı. O reyhan çiçeği tam bir sene benimle kaldı. Hiç bozulmadı. Daha sonra onu kaybettim…
Allâhü Teâlâ hazretleri,kendisinden,onlardan ve bütün sâlihlerden râzî olsun….

Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/36-39.

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Cinler Hakkında, Diger Konular, Dini Hikayeler, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »

Kur’ân-ı Kerim’e Hürmetsizlikte Israr

Posted by Site - Yönetici Ekim 25, 2016

mustafa-islamoglunun-babasi-benim-oglan-sapitti

Kur’ân-ı Kerim’e Hürmetsizlikte Israr

Eğer Ehl-i sünnete ait tefsir ve fıkıh kitaplarını elinizin tersiyle iter ve bilinen İslâmî değerlere değer vermez de Mustafa İslamoğlu isimli yazarı dinlerseniz, Kur’an’a dokunmak için abdestli olmaya falan lüzum görmezsiniz.

Çünkü bu zatın Müslümanlara empoze etmeye çalıştığı ehl-i sünnete zıt meselelerden biri de, “Kur’an’a dokunmak için abdestli olmanın şart olmadığı”dır.

Faaliyetlerinden görüp bildiğimize göre, görünen o ki, İslamoğlu ehl-i sünnet ulemânın söylediklerini çürütmeye çalışmayı kendisine vazife edinmiş. Onun içindir ki, İslam âlimlerinin kitaplarında “Abdestsiz olarak Kur’an’a dokunmak câiz değildir” denildiği halde, o bunun tersini Müslümanlara kabul ettirmek için uğraşıp duruyor…

Yalnız, kendi düşüncesini kabul ettirebilmek için kurnaz davranmanın şart olduğunun da farkında. Bunu biliyor ve gereğini yapmakta ihmalkâr davranmıyor. Hali, tavrı, niyet ve düşüncesi belli olduğu halde kendisini gizlemek için şöyle demeyi ilham etmiyor:

“Hayır hayır. Kimsenin abdestiyle falan uğraştığımız yok. Kur’an bir yana, ben abdestsiz kitap-gazete okumam. Çünkü yetişme tarzım sayesinde abdest bende bir meleke (alışkanlık) halini aldı. Herkese tavsiyem de budur. Fakat bu başka, farzdır demek başka.” (2/10/2000 Akit)

Gördünüz mü lafı?

Şimdi siz bu sözlerin sahibinin art niyetli olduğunu söyleyebilir misiniz? Tabii ki hayır…
O da işte size zaten bunu söyletmek istiyordu. Siz hayır dediğiniz zaman o gayesine ulaşmış olacak…

İyi ama, İslamoğlu artniyetli değilse niçin böyle bir açıklamaya ihtiyaç duyuyor? Meselâ Ali Eren olarak bendeniz, “Kimsenin abdestiyle falan uğraştığım yok” demeye hiç ihtiyaç duymam. Çünkü Ehl-i sünnete göre Kur’an’ı abdestsiz tutmak ve dokunmak câiz değildir, benim de buna bir itirazım olamaz. Beni bilen, tanıyan hiç bir kimse de beni böyle bir suçla suçlamaz. Suçlanmayacağım için de, “Kimsenin abdestiyle falan uğraştığım yok” diyerek kendimi müdafaaya ihtiyacım hissetmem.

İslamoğlu niçin böyle söylemeye ihtiyaç duyuyor?

Duyuyor, çünkü kendisinin bu husustaki tavrı bellidir; bu hususta sicili vardır ve bu konuda suçlanmaktadır; onun için mecbur kalıyor, “Kimsenin abdestiyle falan uğraştığım yok” demeye.

Onun bu sözü aslında, tam da milletin abdestiyle uğraştığının ve bu konuda suçluluk duyduğunun itirafıdır…

Ama hakkını yememek lâzım, bayağı da kurnaz hani. Şu kurnazlığa bakın. “Hiçbir İslâmî eserde Kur’an’ı tutmak için abdestli olmak icap eder diye bir kayıt yok” diyen İslamoğlu, kendisinin adeta abdestsiz yere basmadığını anlatmayı ihmal etmiyor.

Diyor ki: “Kur’an bir yana, ben abdestsiz kitap-gazete okumam.”
Şimdi siz “Vay be, adamcağız meğer abdest hususunda ne kadar hassasmış ki, abdestsiz kitap-gazete bile okumuyormuş” demez misiniz?
Abdest ve kitap deyince insanın aklına ilk önce dinî kitaplar gelir. İslamoğlu dinî kitapları abdestsiz okumasın, tamam. Peki gazeteyi abdestsiz okumamak ne demek oluyor?

Bu ne tevazu(!) böyle? Abdestsiz gazete bile okumadığını söylemek tevazuda israf değil mi?

Yeryüzünde böyle kaç tane zâhit kul bulunur dostlar? Adamcağız sanki kibrît-i ahmer..

Neredeyse “Ben abdestsiz yere basmam” diyecek. Öyle deseydi kim hayır diyebilirdi ki?
Şimdi siz, “Böyle bir zat hiç müslümanların abdestiyle uğraşır mı!” demez misiniz?
Yukarıda söylediğim gibi, o da işte tam da bunu dedirtmek için uğraşıyor ya…
Sizi o düşünceye getirdiği zaman gayesine ulaştı demektir…

“Abdestsiz olarak Kur’an’a dokunmamak da nereden çıktı?” diyen İslamoğlu’nun, “Kur’an bir yana, ben abdestsiz kitap-gazete okumam” demesi ne kadar da inandırıcı değil mi?

SEBEBİ NEYMİŞ?..

Niçin kitap ve gazeteyi bile abdestsiz okumadığının cevabını şöyle açıklıyor:
“Çünkü yetişme tarzım sayesinde abdest bende bir meleke (alışkanlık) halini aldı. Herkese tavsiyem de budur.”

Sayın İslamoğlu kusura bakmasın ama, diğer sözleri gibi bu söylediği de doğru değil. Eğer bu sözünde küçük bir değişiklik yapıp, “Yetişme tarzım sayesinde abdest bende bir meleke (alışkanlık) halini aldı” yerine “Meleke halini almıştı” deseydi o zaman doğru konuşmuş olurdu. Çünkü bizzat babasının anlatmasıyla biliyoruz ki eskiden böyle bir alışkanlığı var idiyse de artık yok.
Böyle bir alışkanlığının olmaması bir yana, “Kur’an’a abdestsiz dokunmanın câiz olmadığını” kabul bile etmiyor. Bir de kalkmış, “Ben abdestsiz kitap-gazete okumam” diyor. Deyedursun, biz de sanki inandık…

“Ben abdestsiz kitap-gazete okumam” diyen bir şahsın sözünde samimi olduğunu kabul etmemiz için, o kimsenin “Kur’anı’ı tutmak için abdestli olmak şartı da nereden çıktı” dememesi lâzım değil midir? Ama diyor ve Bay İslamoğlu bu itirazını gücünü yettiği kadar ve her vesileyle dile getiriyor.

TENÂKUZ/ÇELİŞKİ…

Şu tenakuza, şu çelişkiye, şu tutarsızlığa ve şu gülünçlüğe bakın siz!
Bir taraftan, mecbur bile olmadığın halde abdestsiz olarak kitap ve gazete bile okumadığını söyleyeceksin, diğer taraftan “Kur’an’a dokunmak ve tutmak için abdestli olmak şart değildir” diyeceksin…

İnanan buyursun inansın, bu sözü ciddi bulan da buyursun ciddi kabul etsin.
İslamoğlu, madem yetişme tarzından dolayı kitap ve gazeteyi bile abdestsiz okumadığını söylüyor, öyleyse biz de sözü uzatmadan onun yetişme tarzının nasıl olduğuna gelelim.

Mustafa Bey’in babasını biliyoruz. Âlim bir insan. Oğlunu da iyi yetiştirmiş. Ancak ne var ki, oğul babasıyla da babasının değerleriyle de babasının kendisine aktardığı değerlerle de ters düşmüş. Seneler önce babasıyla küsüşmüş. Ondan sonra da o muhterem babadan aldığı tesirler artık kendisinde kalmamış. Babasını kıran, darıltan bu kişi şimdi kalkmış Müslümanların yol göstericiliğine soyunuyor…

2000 senesinde babasıyla yaptığım bir telefon görüşmesinde, babası bendenize oğlu hakkında göz yaşlarıyla şöyle söylemişti:
“Hocam, ben onu zikir meclislerinde büyüttüm. Zikreder, hem ağlar hem ağlatırdı. Bunu askerde bozdular. Askerde bozuldu bu.”

Değerli okuyucu!

Bir zamanlar Mustafa İslamoğlu ile bendeniz ikimiz de AKİT Gazetesi’nde yazıyorduk. 2000 senesi Eylül ayında Mustafa İslamoğlu “Kur’an’ı tutmak ve dokunmak için abdestli olmak şartı da nereden çıktı?” diye bir yazı yazdı. Kendisine itiraz sadedinde cevâbî bir yazı yazdım.

Mustafa Bey büyük âlim ya, yazım çok ağırına gitmiş. Yazımın gazetede yayınlandığı günün sabahı hemen telefon etti; konuştuk. Galiba karşısında “Özür dilerim efendim” diyecek birini bekliyor olmalı ki ilk önce üst perdeden konuşmaya başladı. Umduğunu bulamayınca da konuşmanın dozajını indirip 6-7 dakika sonra konuşmayı bitirip telefonu kapattı.

Telefonu kapattı ama yazı kavgasını kapatamadı. Ali Eren kim oluyordu da kendisine cevap verme cür’etinde bulunuyordu. Bu kabul edilebilir miydi?

HIRSLA KALKAN…

Hemen, her zaman yazdığı yazının bir buçuk misli uzun bir yazı döşenmiş. Cevap vermeye yeltenmiş ama “Hırsla kalkan zararla oturur” kabilinden becerememiş.

Beceremez, çünkü ilmî hiçbir tutanağı yok. Meseleyi başka mecrâlara çekmekten başka çaresi olmadığı için mecbûren öyle yapmış. Ama dediğim gibi onu da becerememiş.

Yazdığına bakın, şu perişanlığına bakın hele:
“Ben Allah buyurdu, Resûlü buyurdu diyorum; siz de bana karşı kalkmış falanca buyurdu, feşmekanca buyurdu diyorsunuz.”
Görüyor musunuz İslamoğlu’ndaki demagojiyi? Aklınca okuyucuları kandıracak.

O, “Allah şöyle buyurdu, Resûlü şöyle buyurdu” diyerek âyet ve hadislere kendi isteğine göre mânâ verecek, siz ona karşı meselâ “İmam Gazâlî senin söylediğinin tersine bu hususta şöyle diyor” deyince siz hâşâ İmam Gazâlî’nin sözünü ileri sürüp Allah ve Resûlüne itiraz etmiş olacaksınız.

Halbuki Akit Gazetesi’nde bana cevap verirken, kendisi de başkalarını tenkit ettiği usulle cevap vermeye kalkışmıştı. Cevap vermişti demiyorum, cevap vermeye kalkışmıştı.

Yani “Kur’an’a abdestsiz dokunulup dokunulamayacağı hakkında Allah şöyle buyuruyor, resûlü şöyle buyuruyor” dememişti.

Kendisini tenkit edenleri “bana karşı kalkmış falanca buyurdu, feşmekanca buyurdu diyorsunuz” diye suçluyordu. Oysa aramızdaki “Kur’an’a abdestsiz dokunulup dokunulamayacağı” meselesinde kendisi de bana karşı İmam Süyûtî’nin El-İtkân fî Ulûmi’l-Kur’ân isimli eserini delil getirerek Peygamberimiz’in abdestsiz olarak Kur’an okuduğunu söylüyordu.
Kaldı ki, İmam Süyûtî de onun söylediğinin tersini söylüyordu, o da ayrı mesele ya.

Biz o zaman kendisine, onun dediği gibi yapmamış, “Ben Resûlüllah böyle buyuruyor diyorum, sen de falanca şöyle buyurdu feşmekanca böyle buyurdu diyorsun” dememiştik.

Gerçi o zaman bize ihtiyaç kalmadan, kendi okuyucuları, meselenin “Okumak değil dokunmak olduğunu” yazmışlardı. Güya buna köşesinde cevap verecekti, onu da veremeyip ibretlik bir şekilde mahcup olmuştu.

ÂLİM BABANIN ÜZÜNTÜSÜ…

İslamoğlu’yla karşılıklı yazışmamızdan haberdar olan değerli babası Ahmet İslamoğlu Hocamız, o zaman bendenize el yazısıyla yazdığı bir mektup gönderdi. Orijinalini aşağıda göreceğiniz mektubunda şöyle diyordu:

Muhterem Ali Eren Beyefendiye!..
Selamlar, sevgiler, duâlar, hürmetler…
Allah hidâyet ve salah veresice oğlum Mustafa İslamoğlu’na, köşenizde verdiğiniz Kur’an-ı Kerim’e el sürme mevzûunda âlimâne, ârifâne, vâkıfâne cevabınızdan dolayı sizi cân u gönülden tebrik eder ve hâlisâne şükranlarımı arz ederim.
Hürmet ve duâlarımla…

Âciz Ahmet İslamoğlu, mutekait (emekli) İmam-Hatip ve fahrî vâiz.
Develi/Kayseri, 2/10/2000

NOT: Muhterem Hocam!.. Mustafa’nın dâl ve mudilliği (hem sapkınlığı hem başkalarını saptırıcılığı) baba olarak bizi çok huzursuz etmektedir. Salâhına duâ etmekteyiz. İcap ederse bu kısa tebrik ve teşekkürrnâmemi köşenizde dipnot olarak neşredersiniz…

Milyonları ifsat ve idlal etmesin (bozup saptırmasın).
Cevabınız, fakiri pek memnun ve mesrur etti. Hak razı olsun…
Ahmet İslamoğlu, Fenese Yukarı Mahalle, No. 29, Develi/Kayseri”

Mustafa İslamoğlu’nun babasının bendenize gönderdiği mektup

Kayseri ve Develi civarında tanınan ve herkes tarafından sevilip sayılan âlim bir babanın, kendi oğlu hakkında yazdıkları işte böyle. İsterseniz buyurun ibret için bir defa daha okuyun…

Ne yazık ki, muhterem babanın üzüntüsü 2000 yılından sonra daha da artmış olmalı. Çünkü oğlu Mustafa İslamoğlu işi daha da ileri götürdü…
Bir hanım doktor anlatıyor. Oğlumu, dinini daha iyi öğrensin diye onun vakfına gönderdim diyor. Oğluma, “Kader diye bir şey yok” demişler. Halbuki kadere îman, îmanın şartlarından biri.

Doktor Hanım, “Bunu öğrendikten sonra oğlumu bir daha oraya göndermedim” diyor.

İslamoğlu, abdestte ayağın yıkanmayıp meshedilebileceğini de söylüyor. Daha başka meseleler de var.

Bir insanın ayağı kaymaya başladı mı artık durması kolay kolay mümkün olmadığı gibi, bir insanın kalbi de bâtıl tarafına kayınca onun da nerede duracağı belli olmuyor. Bu işin sınırı olmuyor…
Böyle bir durumda âlim bir baba üzülmez de ne yapar…

Ali EREN | 09 Nisan 2013

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | Leave a Comment »

Şeytanın Vesvesesi – Vesvese Nasıl Olur ?

Posted by Site - Yönetici Ekim 24, 2016

seytanin-vesvesesi-vesvese-nasil-olurhz-omer-r-a-in-vesvesesi

Hz. Ömer ( r.a.)`in Vesvesesi 

Hikâye olunduğu gibi:
Ömer bin Hattab (r.a.) hazretleri, kendi nefsinde (içinde gayri ihtiyari olarak) bir kadını zikretti… (Sadece bir ân için kalbinden geçirdi, hiçbir harekette bulunmadı…) Ama çok az bir zaman sonra (hannâs şeytanın vesvesesiyle) insanlar, kendi aralarında bunu konuşur oldular…

Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/35

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, H.z Ömer, Ruhu`l Beyan Tefsirinden Kıssalar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar, Şeytan | Etiketler: , | Leave a Comment »

Batının Algı Yönetimi…

Posted by Site - Yönetici Ekim 23, 2016

batinin-algi-yonetimizihin-kontrolu

Batının algı yönetimi

YIL 1989…

Türkiye ilk defa pizza dükkanlarıyla tanışır.
Türkiye’ye birkaç dükkan açarak pazarın nabzını yoklayan ünlü marka aldığı sonuçla şoka girer.
Bekledikleri gibi olmaz.
Boğazına düşkün olduğu için pizzayı seveceğini düşündükleri Türk tüketicisi, pizzayı sevmez. Dükkanlar kapatılır. Geri dönülür.

YIL 1992..
Murakami-Wolf-Swenson Productions’ın ürettiği bir çizgi film dünyada büyük ilgi görür.
Yapımcı şirket Türkiye’deki bir özel kanala bu çizgi filmi teklif eder.
Kanal şaşkındır, fiyat gerçekten olması gerekenin %10’udur.
Adeta kapandaki peynir gibi duran bu teklifi kaçırmaz özel kanal. Yayınlanmaya başlar.Çizgi film Türkiye’de de çok tutulur. Oyuncakları, rozetleri, kartpostalları, defterleri ve kitap kapları ile müthiş bir pazarlama da beraberinde gelir.
1994 yılına gelindiğinde çizgifilm dizisi milyonlarca çocuğu ve genci etkisi altına almıştır.
Bu çocuklar tuhaf bir biçimde annelerinden pizza pişirmesini istemeye başlar. Türk anneleri pizzayı nasıl yapacağını bilmez.
Talep gitgide artar. Derken pizza zinciri dükkanlarını yeniden aktif hale getirir, yeni dükkanlar açar.Çocuğu yemek yemeyen anneler mecburen pizza sipariş eder.

Liseli, üniversiteli gençler arasında bir itibar nesnesi haline gelir. Türk mutfağının demode lahmacunu, pidesi terk edilmiş, gençler gruplar halinde pizza dükkanlarına gider hale gelir.
Tesadüfen (!) pizza talebini patlatan bu çizgifilmi çoktan tahmin ettiniz değil mi?
Bravo! O çizgi film “Ninja Kaplumbağalar”!
O pizza zincirini de tahmin ediyorsunuzdur, onu da buraya yazmayayım.

Şimdi o çocuklar büyüdü, çizgifilmi ilk izleyenler 30’larına geldi.
İlk jenerasyon genç evli, yeni nesil aile oldu. Onlardan sonraki jenerasyon şimdilerde üniversite öğrencisi, ya yurtta ya da öğrenci evinde kalıyor. İlk jenerasyondaki evliler evde yemek pişirmek yerine sık sık şöyle diyor : “Pizza mı söylesek?”
Bir sonraki jenerasyon da yurt odasına ya da öğrenci evine neredeyse her akşam pizza sipariş ediyor.

İşte algılarımız böyle yönetiliyor.20-30 yıllık stratejiler çiziliyor, uygulanıyor. Bizim eğlenceli diye olarak izlediğimiz masum çizgifilmler, diziler, sinema filmleri birtakım fikirlerin beyinlerimize çok daha hızlı zerk edilmesini sağlayan katalizörlerden ibaret.. Ve emin olun, bu bilinçaltı pazarlamacıları, bu algı sihirbazları bize sadece pizza yedirmiyor…!

Bu sadece bir örnekti, Her Amerikan filminde Apple bilgisayarların görünmesi bugünkü Apple çılgınlığının temeliydi. Her filmde sabah işe giderken elinde Starbucks kahve ile koşturuyor olması bugün bir kahveye 15 lira ödüyor olmamızın müsebbibi. Afrika’da ayağında ayakkabı olmadığı için petşişe bağlayan Afrikalı gençlerin elinde içine su doldurulmuş Coca-Cola kutularıyla gezmeleri ve bununla sınıf atladıklarını düşünmeleri de yıllardır Coca-Cola’nın yaptığı “MUTLULUK” reklamlarının sonucu.
Gerçekte mutlu olmayanlar içtikleri içecekten mutluluk akıtmaya çalışıyor işte, başka bir şey değil.
Biz hatırlamayız ama babalarımızın hayranı olduğu Western (Vahşi batı) filmlerindeki karizmatik kovboyu. O kovboyun ağzındaki Marlboro sigarayı babalarımız bugün hala bırakabilmiş değil. Etkiye bakar mısınız?

İşte bu yüzden unutmayalım;Bize sunulan görüntülerin, reklamların, film ve dizilerin %99’u bir amaca hizmet ediyor.İnanmadan, etkilenmeden, kendimizi kaptırmadan önce iki kere düşünelim.
Bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter” diyordu Malcolm X,
Uyanık olmayana pizzayı da yedirirler, kolayı da içirirler üzerine de bir sigara yaktırırlar…
Afiyet olsun!

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: | Leave a Comment »

İyi İnsan ( Müslüman ) Olalım…

Posted by Site - Yönetici Ekim 22, 2016

muslumaniyi-insandinreligionmuslimislamicniceflowerrosa

İyi İnsan ( Müslüman ) Olalım…

Merhametlilerin en merhametlisi Rabbimiz
Kim bir iyilikle gelirse, kendisine bunun on katı vardır.. buyuruyor..

Kardeşine güler yüz göstermen, sadaka
Dua edersen, melekler aynısı senin için de olsun diyor..
Bakar mısınız iyiliğin güzelliğine..

Allah’ın(cc) bizden istediği iyilik, Kur’an-ı Kerimi yaşamın her anında yaşamak..

Sadece mutluyken, güler yüz göstermek, dua etmek.. yardımlaşmak ya da bazılarına iyi bazılarına kötü olmak değil..
Her durumda iyi olmak..

“… İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (Maide Suresi, 2)

Allah’tan(cc) korkan Müslüman kötülükte değil, iyilikte yarışır..Bunu yaparken de hiçbir beklenti, menfaat içinde olmaz.. Amaç Allah’ın(cc) hoşnutluğudur..Ayet de de buyrulduğu gibi:
“Biz size, ancak Allah’ın yüzü (rızası) için yediriyoruz; sizden ne bir karşılık istiyoruz, ne bir teşekkür. Çünkü biz, asık suratlı, zorlu bir gün nedeniyle Rabbimizden korkuyoruz.” (İnsan Suresi, 9–10)

Müminler kardeştir buyuruyor MEVLAMIZ..
Mümin nasıl ki kendini kurtarmak istiyorsa, kardeşlerinin de kurtulması için takvada yardımlaşır..
Bizzat kendisi iyi olup, iyiliğe özendirir.

Merhametsahibiolup, kardeşlerini yalnız bırakmaz.

Bir yangın var, ve her yer ALEV ALEV yanıyor.. Ancak ALlah dostları bu yangını söndürmeyi üstlenmişlerdir.

Lakin bu yangını söndürmek hepimizin vazifesi.. zorlu gün gerçekten de yaklaşıyor..
Hiç ölüme kapıyı kapatanı gördünüz mü?

Bizlere düşen takva elbisesini giymek ve hep iyi olmak..
O zorlu günde terazi hassas.. zerre kadar iyilik de, kötülük de zayi olmaz buyuruyor Rabbimiz..
Ne yaparsak kendimize yapacağız..
Rabbimiz iyilik konusunda buyuruyor:

“Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, veren; namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve mücadelenin kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. “(Bakara Suresi, 177)

Gelin yolumuz Allah yolu olsun.. o zaman şeytana esir olmayız, ancak o zaman kardeşi kardeşi biliriz..

.. Siz hayır adına ne yaparsanız, Allah, onu bilir. Azık edinin, şüphesiz azığın en hayırlısı takvadır. Ey temiz akıl sahipleri, Benden korkup-sakının. (Bakara Suresi, 197)

Sözün özü,

Ve kefâ billahi şehîdâ:
Ve Allah şahit olarak yeter.
Fetih Sûresi,

Kötü olmak kolay olanı seçmekdir.. iyi olmak Allah’ın tarafında olmakdır..
Yarın kazanacak olanlar elbette ki, Allah’ın tarafında olanlar olacakdır.. Öyle ise bize düşen hep iyi olmak..

Şerife Şevval Kardelen

Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar, Şerife Şevval Kardelen | Leave a Comment »