Hikâye olunduğu gibi: Adamın biri, Şeyh Ebû Medyen (k.s.)’a geldi.
– “Bu şeytan bizden ne istiyor?” diyerek şeytanı ona şikâyet etti.
Şeyh de buyurdu:
– “Senden az önce de şeytan geldi; o da senden şikâyetçiydi” dedi.
Adam, büyük bir şaşkınlıkla sordu: -“Şeytanın benden şikâyeti neydi?“
Şeyh buyurdu. Şeytan: -“Yakında o gelip beni şikâyette bulunacaktır. Lakin Allahü Teâlâ hazretleri, beni dünyâya mâlik kıldı Mülkümde benimle çekişen kişinin imanını almadan ben teselli olmam. Kim elini dünyâ ve dünyânın süslerinden çekerse, o kişi, dünyânın yorgunluk ve mihnetinden kurtulup istirahate nail olmuştur” dedi.
Kaynak:İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 2/275.
Şair Nabi,Sultan 4. Mehmet döneminde hacca gitmek üzere bir kısım devlet erkanı ile birlikte yola çıkar.Kafile Medine-i Münevvereye yaklaşmıştır.Vakit gecedir,Rasulullah (s.a.v) efendimize bir an önce ulaşmak özlemi ile Nabi nin gözüne uyku girmemiştir.Fakat kafiledeki bir paşa hem de ayaklarını kıbleye doğru uzatmış ,uyumaktadır.
Hz Peygamberin (s.a.v) beldesinde edebe aykırı böyle bir gaflet halini bir türlü hazmedemeyen ve çok üzülen Nabi,içinden gelen bir ilhamla kasidesini bir anda irticalen söyleyiverir.Kafile şafak vakti Medine-i Münevvereye girmektedir.Ravzayı mutahharanın minarelerinden sabah ezanı okunmaktadır.Müezzin,ezanın ardından Türkçe bir kaside okymaya başlar.
Nabi dikkat eder,okunan, kendi kasidesidir.Hemen minarenin kapısına koşar.Müezzine, allah aşkına,okuduğun bu kasideyi nereden öğrendin?Müezzin şöyle cevap verir:
Bu gece rüyamda Efendimiz (s.a.v) i gördüm.Bana dedi ki ; ya müezzin kalk yatma ! benim ümmetimden bana aşık bir zat benim kabrimi ziyarete geliyor.Muhabbetinden benim için şu kasideyi söylemiştir.İşte bu cümlelerle minareden onu istikbal et ; buyurdu.
Bende hemen kalktım abdest aldım; Peyganberimizin iltifatına mashar olan aşık acaba kimdir diye düşünerek minareye koştum.Öğretildiği gibi okudum.Nabi ,Rasulullah benim için ümmetimden mi dedi ? diyerek sevincinden oracığa bayılıp düşer.İşte o kaside:
SAKIN TERK-İ EDEPTEN
Sakın terk-i edepten kuuy-i mahbub-i hudadır bu
Nazargahı ilahidir,makamı Mustafadır bu
Felekte mah-i nev babusselamın sine-çakıdır bu
Bunun kandili cevza matla-i zıyadır
Habibi kibriyanın habgahıdır fazilette
Tefevvuk-kerde-i arşı cenabı kibriyadır bu
Bu hakin pertevinden oldu deycur-i adem zail
Amadan açtı mevcudat düşçeşmin tutuyadır bu
Murat-ı edep şartıyla gir Nabi bu dergaha
Metafı kutsiyandır cilvegahı enbiyadır bu
AÇIKLAMASI:
Burası Allahın sevgilisinin beldesidir.Cenabı hakkın nazar buyurduğu ravza-i nebidir.Bu gökteki yeni ay babusselam kapısının yüreği yanık aşığıdır.Ayın kandili cevza yıldızı bile ışığının nurunu ondan almaktadır.Burası,Allah (cc) sevgilisinin ebedi istirahat gahının türbesinin bulunduğu yerdir.Ve fazilet bakımından cenabı hakkın arşının bile üstündedir.Bu toprağın ziyasından yokluğun karanlıkları ortadan kalktı,bütün yaratılmışların görmeyen gözleri açıldı.Çünkü bu toprak gözlere şifa veren sürmedir.Bu dergaha edep ölçülerini gözeterek gir.Çünkü burası meleklerin tavaf ettiği ve peygamberlerin tecelli ettiği bir yerdir
Efendimiz (s.a.v.) hazretleri buyurdular:
“Muhakkak ki cihâdın en faziletlisi, zâlim hükümdar karşısında söylenen hak sözdür.
Zâlim sultanın yanında hakkı söylemek en faziletli cihâd oldu. Çünkü hüccet, burhan ve delilleriyle cihâd etmek, en büyük cihâdtir. Kılıç ve silâh ile yapılan cihât böyle değildir. Silah ile yapılan cihât küçük cihâdtır. Hakkı gizlemek, dünyâ malı ve dünyâ sevgisi bütün hataların başıdır.
Kaynak:İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 2/274.
Hikâye olundu: Zülkarneyn dünyâdan el ve etek çeken bir kavme uğradı. Dünyayı terketmişlerdi. Ölülerinin mezarlarını, evlerinin kapılarının önünde kazmışlardı. Yiyecek olarak da topraktan biten yeşillikler ile kanaat ediyorlardı. Hep taat ve ibâdetle meşgul idiler. Zülkarneyn onların meliklerini (idarecilerini) yanına davet etmek üzere haber gönderdi. Onların melikleri:
-“Benim Zülkarneyn’in sohbetine ihtiyacım yoktur,” dedi. Bunun üzerine Zülkarneyn onun yanına geldi. Zülkarneyn onların meliklerini çok fakir bir halde görünce sordu:
-“Sizin yanınızda neden altın ve gümüş çok az bulunmaktadır?” O:
-“Bizim aramızda dünyâyı isteyen hiç kimse yok. Dünya bizden hiç kimseyi doyurmaz. Biz ölümü unutmayalım diye mezarlarımızı her zaman görebileceğimiz bir yere, evlerimizin kapılarının önünde kazmaktayız,” dedi. Sonra melikleri, bir insan başı çıkarttı.
-“Bu vatandaşlarına zulüm eden krallardan bir kralın başıdır. Dünyanın odunlarını topluyordu. (Yâni altın ve gümüşlerini topluyordu). Allah onun ruhunu kabzetti. Üzerinde kötülükleri ve günahları kaldı,” dedi. Sonra melik, ayrı bir insan başı daha çıkarttı. Yine dedi: (1/280)
-“Bu âdil bir kralın başıdır. Vatandaşlarına karşı adaletli ve müşfikti. Zamanı gelince Allah onun ruhunu aldı. Onu Cennetine koydu. Onun derecelerini yükseltti.” Melik daha sonra elini Zülkarneyn’in başının üzerine koydu. Ve şöyle dedi:
-“Senin başın bu iki kafa’dan hangisidir?”
Zülkarneyn ağlamaya başladı. Ve Zülkarneyn, melike şu teklifte bulundu:
-“Eğer benimle sohbet etmek istersen, memleketimin yarısını sana veririm. Vezirlik işlerimi sana havale ederim,“dedi. Melik:
-“Heyhat, benden uzak olun,” dedi. Zülkarneyn sordu:
-“Niçin?” Melik:
-“Çünkü senin mülk, saltanat, memleket ve malından dolayı bütün insanlar sana düşmandırlar. Ama kanaatımdan dolayı hepsi bana dostturlar,” dedi.
Sa’dî buyurdu:
Kanaat köşesinde yamalı elbiseyle oturmak,
manâ ehlinin katında yüz hazineden daha iyidir.
(Not: Bu hikâyede geçen, Iskender-i zülkarneyn olsa gerektir. A.D.)
Kaynak:İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 2/275.
“Biz Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ile birlikte Tebuk’ta bulunuyorduk. Bir sabah güneş, hiç o zamana kadar görmediğimiz bir parlaklık ve aydınlıkta doğdu. Daha sonra Cebrâil (a.s.) indi.
Allah Resulü ona:
– “Neden bu sabah güneş, şimdiye kadar görmediğimiz ışıklar ve nurlar saçıyor?” diye sordu.
Cebrâil (a.s.) şu cevabı verdi:
– “Bu sabah, Muâviye el-Leysî (r.a.) vefat etti. Ve Cenâb-ı Hakk, onun cenaze namazını kılmaları için gökten 70 bin melek gönderdi. Gördüğünüz ışıklar, güneşin değil, o meleklerin nurlarıdır.”
Allah Resulü Cebrâil (a.s.)’e tekrar sordu:
– “Muâviye el-Leysî, hangi ameliyle bu lutfa ermiştir?”
Cebrâil (a.s.) şu cevabı verdi:
– “O, İhlâs sûresini çok okurdu… Gece-gündüz, dururken-yürürken, otururken-ayakta iken hep bu sûreyi okurdu… Bu sebeple o büyük lutfa ermiştir.” (İbn-i Sâ’d)
“Bir ara Cebrail aleyhisselam, Rasûlullah’a (s.a.v.) gelmiş. Onlar henüz birlikte iken Ebu Zerr (r.a.) çıkagelmiş. Cebrail aleyhisselam onu görünce;
– “Ebu Zerr” demiş. Bunun üzerine Allah Rasûlü şöyle demekten kendini alamamış:
– “Ey Allah’ın Emîni (Cebrail)! Siz Ebu Zerr’i tanıyor musunuz?” Cebrail aleyhisselam:
– “Evet. O göklerde yerdekinden daha ünlüdür. Oralarda onu tanımayan yoktur. Bu da her gün iki defa yaptığı duadan ileri gelmektedir. Melekler ona hayrettedirler. İstersen çağır da ona o duayı soruver” deyince, Rasûlullah (s.a.v.), Ebu Zerr’i (r.a.) çağırmış ve şöyle demiş:
– “Ey Ebu Zerr! Her gün yaptığın dua var mıdır?” Ebu Zerr (r.a):
– “Evet, anam-babam sana feda olsun, ey Allah’ın Rasûlü! O duayı herhangi bir insandan işitmedim. O, sadece Rabbimin bana ilham ettiği on cümledir. Her gün iki kere onu söylerim. Bunu da şöyle yaparım:
Önce kıbleye karşı yönelerim. Allah Teala’yı bir miktar tesbih (sübhânallah derim), bir miktar tehlil (Lâ ilâhe illallah derim) ve bir miktar da hamdederim (el-hamdülillah derim). Sonra da bir miktar tekbir getiririm (Allâhu ekber derim). Daha sonra şu on cümlelik duayı yaparım:
‘Allâhümme innî es’elüke îmânen dâimen ve es’e lüke kalben hâşian, ve es’elüke ılmen nâfian, ve es’e lüke yakînen saadikan, ve es’elüke dînen gıyemen, ve es’elükel âfiyete min külli beliyyeh, ve es’elüke temâmel âfiyeh, ve es’e lüke devâmel âfiyeh, ve es’elükeş şükra alel âfiyeh, ve es’elükel ğınâ alennâs’.
Manası: ‘Allah’ım! Senden daimi bir iman dilerim. Allah’ım! Senden korkan bir kalp niyaz ederim. Allah’ım! Senden yararlı ilim isterim. Allah’ım! Senden doğru bir yakin,derinden inanmak dilerim. Senden afiyetin tamamını ve devamını dilerim. Senden afiyetin gereği gibi şükretmeye beni muvaffak kılmanı dilerim. Ayrıca beni kimseye muhtaç etmemeni de dilerim.’
Bunun üzerine Cebrail aleyyisselam şöyle dedi:
“Ey Muhammed! Seni hak olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, ümmetinden her kimi bu duayı okursa, denizlerin köpüğü, yeryüzündeki toprağın sayısı kadar günahı olsa bile bağışlanır. Ümmetimden rastladığım herhangi bir kimsenin kalbinde bu dua bulunursa, Cennetler ona âşık olur. İki melek de devamlı olarak onun bağışlanmasını diler. Cennet kapıları ona açılır ve melekler ona şöyle seslenir:
‘Ey Allah’ın velîsi, hangi kapıdan istersen gir Cennet’e.”
Yukarıdaki dûa bilâ-şek velâ-şüphe itikat edilerek işyerine bir Yasin-i Şerif okunarak asılır ve hergün bir Yasin-i Şerif okunursa, biiznillah bereketin ve rızkın celbine vesile olur.
İbni Kemâl Paşa’nın asıl adı Kemal paşazade Ahmed Şemseddin Efendi’dir. Edirne’de doğdu. Dede ve babası Süleyman Çelebi’nin ümerâ (İdareci) sınıfında olması sebebiyle, zamanın geleneği icabı önce askeri sınıfa girdi. İyi bir askerî eğitim gördü. Bir çok seferlere sipâhî olarak katıldı… İbni Kemal Paşa Hazretleri askeri sınıftan ulemâ sınıfına geçişini şöyle anlatır:
“Sultan İkinci Bâyezîd Hanla bir sefere çıkmıştık. O zaman vezir, Halil Paşanın oğlu İbrahim Paşaydı. Şanlı, değerli bir vezirdi. Bu zamanda Ahmed ibni Evrenos adında bir kumandan vardı. Kumandanlardan hiç biri onun önüne geçmez, bir mecliste ondan ileri oturamazdı. Ben ise vezirin ve bu kumandanın huzurunda ayakta, esas vaziyette dururdum. Bir defasında eski elbiseler giyinmiş bir âlim bu kumandanlardan da yüksek yere oturdu ve kimse ona mâni olmadı. Buna çok hayret ettim. Arkadaşlarımdan birine sordum: -“Kimdir bu?”
-” Filibe Medresesi müderrisi âlim Molla Lütfi -“Ne kadar maaş alır?” -“Otuz dirhem” -“Deli midir?” -“Hayır! Neden sordun” -“Makamı bu kadar yüksek olan kumandanlardan yükseğe nasıl oturur!” -“Alimler ilimlerinden dolayı tazim ve takdim olunur, hürmet görürler. Geride bırakılırsa bu kumandan ve vezir buna razı olmaz… Çünkü kumandan padişahın temsilcisidir. Âlimler, peygamberlerin varisleridir… Onlar her zaman en yüksek yere oturur, herkes tarafından saygı görürler“….
Arkadaşımın bu açıklaması üzerine düşündüm: Ben bu kumandan derecesine çıkamam, ama çalışır, gayret edersem şu âlim gibi olurum, dedim ve ilim tahsiline niyet ettim. Sefer dönüşünde görevimden ayrıldım. Molla Lütffnin huzuruna gidip kendimi ilme verdim…
İbni Kemâl Paşa zamanın tanınmış diğer âlimlerinen okuyup, icazet aldı. Tefsir, fıkıh ve hadis ilimlerinde derin bir âlim olarak yetişti.
Müderris oldu. Eskiden karşısında ayakta beklediği kişiler, onun huzurunda elpençe durdular. Kazaskerlik yaptı. Yavuz Sultan Selim Hanın bütün seferlerinde bulundu. Mısır seferinde atının ayaklarından sıçrayan çamurun, Yavuz Sultan Selimin elbisesini kirletmesi üzerine Yavuz Sultan Selim: “Benim bu sarığımı alın yıkamadan saklayın. Öldüğüm zaman bana kefen yapın. Umulur ki. bir âlimin ayaklarından sıçrayan çamur hürmetine Allah beni bağışlar.” buyurmuşlardır. Şeyhülislam oldu. Sadece insanlara değil “Cin“lere de fetva veriyordu. Bunun için. “Müftiyü’s-Sekâleyn” (İnsanların ve cinlerin müftüsü) adı ile meşhur oldu. Yavuz Sultan Selim Han gibi Padişahlar bile ona saygı duydular… Meşârikü’l-Envâr. Tağyirü’t-Tenfâh. Müferricü’I-Kulûb, TeMhHaşiyesi, Tevarih-i Âli Osman vs… G>bi bir çok değerli kitaplar yazdı… İbni Kemal Paşa. 940 tarihinde vefat etti.. Bu konuda daha geniş bilgi için bakınız: llmiyye Salnamesi, sh. 346.
Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 2/261-262.