Göynem – Beyşehir

İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

Ebû Bekr-i Şiblî (k.s.) Kimdir ?

Posted by Site - Yönetici Aralık 30, 2014

Ebû Bekr-i Şiblî (k.s.) Kimdir

Ebû Bekr-i Şiblî (k.s.) Kimdir ?

Büyük velîlerden. Adı Cafer, babasının adı Yûnustur. Künyesi Ebû Bekr’dir. 247 (m. 861) senesinde Samarrâ’da doğdu. Bağdat’a gelip, buraya yerleşti. Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebesidir. Aynı zamanda Mâlikî mezhebinin fıkıh âlimlerinden olup, İmâm Mâlik’in Muvattâ’sını ezbere bilirdi.
Ebû Bekr-i Şiblî. takva sahihlerinin tacı. birçok riyazetleri ve kerametleri ile evliyanın reîsi, akıl âleminin meş’alesi idi. Pekçok âlimden hadîs-i şerîf dinlemiş ve nakletmiştir. Öğrenmek hususundaki şiddetli arzusu dinmek ve tükenmek bilmezdi.

Ebû Bekr-i Şiblî’den; Ebü’l-Fadl Abdülvâhid Temîmî, Ali Acemî, Ebû Hasan-ı Hudrî, Ebü’l-Hasan Meşnî, Ebû Zer Râzî. Yâkûb Seyyid, Ebû Seni Muhammed bin Süleyman ve birçok âlim ders almış ve ilim öğrenmiştir.

Tasavvufa girmesi, bu yolu seçmesine sebep olan hâdise şöyle anlatılır: Devamend emîri İken, Rey emîri ile Bağdat’tan kendisine bir mektup geldi. Bunun üzerine hemen Bağdat’a halîfenin yanına gitti. Halîfe kendisine hil’atlar verdi. Geri döndükten sonra bir gün, aksırdıktan sonra halîfenin verdiği hil’atın kolu ile ağzını ve burnunu sildi. Bu durum derhal halîfeye bildirildiğinde, o da hil’atın çıkarılması ve emirlikten azledilmesi emrini verdi. Bunun üzerine Ebû Bekr-i Şiblî kendi kendine; “Bir kulun hil’atını ve elbisesini mendil yerine kullanan bir kimse, eğer bu görevden alınırsa, acaba âlemlerin pâdişâhı olan Allahü Teâlâmn hil’atını mendil olarak kullanan kimse hangi muameleye müstehak olur.” diye düşündü. Hemen halîfenin huzuruna varıp hiçbir vazife verilmemesini istedi.Halîfe sebebini sorunca;
Ey halîfe! Sen bir kul olduğun halde, kıymeti önemsiz olan bir hil’ata yapılan saygısızlığı hoş karşılamazken, âlemlerin sultânı olan Allahü Teâlâ. ihsan ettiği marifet ve muhabbet hil’atını. bir mahlûkun hizmetinde mendil olarak kullanmamı hiç hoş karşılar mı?” dedi.
Halîfenin huzurundan ayrılıp, zamanın büyük âlimlerinden olan Hayrünnessâc hazretlerine giderek, onun talebesi olmak istedi. Hayrünnessâc hazretleri;
Ey Şiblî! Sen, Cüneyd-i Bağdâdî’nin yakınlarındansın. Senin nasîbin ondadır.” Diyerek Cüneyd-i Bağdadî hazretlerine gönderdi. Cüneyd-i Bağdadî hazretleri önce;
Git. çıra sat!” buyurdu. Bunun üzerine, bir sene çıra satıp tekrar huzurlarına çıktıklarında;
Daha düşüncelerinde dünyâya muhabbet var.” buyurarak başka bir iş verdiler. Bir sene sonra tekrar huzurlarına çıktığında;
Bir sene de burada hizmet eti” buyurdular. Bu hizmetten sonra hocası;
Şimdi hâlin nasıldır?” diye sordu. Şiblî hazretleri;
Artık kendimi insanlardan üstün tutmuyorum.” dedi. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdadî hazretleri;
İşte şimdi kendini kurtardın.” buyurdu. Sonra Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinin derslerine devam ederek, onun gözde talebelerinden oldu. Tasavvufta yüksek mertebelere kavuştu. Cüneyd-i Bağdadî hazretlerinden sonra onun yerine geçip. yüzlerce talebe yetiştirdi.
Şiblî hazretleri buyurdu ki: “Dört yüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadîs- i şerif öğrendim. Bütün bu hadîslerden bir tanesini seçip kendimi ona uydurdum.
diğerlerini bıraktım. Çünkü, kurtuluşu ve ebedî seâdete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasihatleri hep bunun içinde gördüm. Seçtiğim hadîs-i şerîf şudur: Peygamber efendimiz bir Sahâbîye buyurdu ki: “Dünyâ İçin. dünyâda kalacağın kadar çalış! Âhiret için. orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü Teâlâya muhtaç olduğun kadar itaat et! Cehennem’e dayanabileceğin kadar günâh işle!

Bir gün Şiblî hazretlerine, hacca giden sofilere ayakkabı satın almak için, bir dirhem lâzım oldu. Hıristiyan bir genç;
Beni de beraberinde hacca götürme şartıyla, sana bu bir dirhemi veririm.” dedi. Ebû Bekr-i Şiblî bunun üzerine;
Ey Genç! Sen hac yapmaya ehil değilsin ki.” deyince, genç;
Sizin kervanınızda hiç yük merkebi bulunmaz mı? Bu sefer de beni yük merkebi yerine tutamaz mısınız?” dedi. Yol hazırlıkları tamamlanınca, genç onlarla beraber yola çıktı. Ebû Bekr-i Şiblî;”
Ey Genç! Hâlin nasıldır?” diye sorduğunda, genç;
-“Efendim! Sevincimden gözüme uyku girmiyor. Sizinle yolculuk yaptığım için çok memnunum.” dedi. Kafile yolda giderken ne zaman konaklasalar. o genç hemen yerleri süpürür, dikenleri temizlerdi. Sonunda ihram giyme yerine vardılar. Genç onlara bakıp, onlar gibi giyindi. Kâbe-i şerife varınca, Ebû Bekr-i Şiblî gence; “Üstünde zünnâr olduğu hâlde Kâ’be-i şerife girmene izin vermem.” dedi. Bunun üzerine genç şöyle söyledi:
Yâ Rabbî! Şiblî. senin evine girmeme izin vermeyeceğini söylüyor!” dedi. O anda hafiften bir ses; “Ey Şiblî! Onu Bağdat’tan buraya biz getirdik. Onun kalbine aşk ateşini biz koyduk. Lütuf zinciriyle evimize kadar onu biz çektik. Ey dost olan genç, sen içeri gir!” dedi. Herkes Kabe’ye gidip tavaf ettikten sonra dışarı çıktılar. Fakat
genç dışarı çıkmadı. Ebû Bekr-i Şiblî; “Ey Genç! Dışarı gel.” diye seslendi. Bunun üzerine genç;
Ey Şiblî! O beni dışarı bırakmıyor. Ne kadar çabalasam çıkış kapısını bulamıyorum.” dedi.

Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri bir gün Ebû Bekr bin Mücâhid Mükre hazretlerinin bulunduğu mescide girince, lbn-i Mücâhid hemen ayağa kalktı. Daha sonra Ibn-i Mücâhid hazretlerinin arkadaşları kendisine; “Sen niçin Vezir Ali bin îsâ için ayağa kalkmadın da, Şiblî için ayağa kalktın?” diye sordular. İbn-i Mücâhid cevaben şöyle dedi: “Ben Resûlullah efendimizin tazim ettiği bir zât için ayağa kalkmıyayım mı? Ben Peygamber efendimizi rüyamda gördüm. Bana;
Yâ Ebâ Bekr! Yarın sana Cennet ehlinden bir kişi gelecek. O geldiğinde, ona ikramda bulun!” buyurdu. İki gece sonra yine Peygamber efendimizi tekrar rüyamda gördüm. Bana; “Yâ Ebâ Bekr! Aliahü teâlâ, Cennet ehlinden olan kimseye ikram ettiğin gibi sana da ikram etti.” buyurdu. Ben “Yâ Resûlallah! Şiblî bu dereceyi nasıl elde etti?“diye sordum. Peygamber efendimiz; “0, beş vakit namazını kılıp her namazın arkasından beni hatırlıyor ve meâlen; “And olsun size, içinizden bir Peygamber geldiki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size çok düşkündür. Müminlere çok merhametlidir. Onlara hayır diler.” {Tevbe sûresi: 128) âyet-i kerîmesini okuyor. Bunu seksen seneden beri yapıyor.” buyurdu. Ben bunu yapanı tâzîm etmeyeyim mi?”
Kendisi şöyle anlatır; “Bir gün kırık bir köprüden geçerken ayağım kaydı ve suya düştüm. Su epey derindi. Bu sırada yabancı bir elin beni kenara götürmek için uzandığını gördüm. Dikkatlice baktığımda, huzurdan kovulan mel’ûn şeytan olduğunu gördüm. Ona;
Ey Me’lûn! Senin adaletin tekme atmaktır, el tutmak değildir. Böyle yapman neden icâb ediyor?” diye sordum. Şeytan;
Ben tekme yemeğe müstehak olan insanlara tekme atarım. Âdem’le yaptığım kavgada bir yara almışım, yaram iki olmasın diye, diğer biriyle kavgaya girmem!” dedi.

Bir gün, Ebû Bekr-i Şiblî; “Allah Allah!” deyip duruyordu. O sırada bir genç;
Niçin Lâ İlahe illallah demiyorsun?” diye sordu. Bunun üzerine Şiblî hazretleri derin bir ah çekerek, “(Lâ ilahe) der de (illallah) diyemeden vefat ederim diye korkuyorum.” dedi. Bu sözler gence çok dokundu ve orada bir âh çekerek vefat etti. Bunun üzerine gencin yakınları ve vârisleri Ebû Bekr-i Şiblî’yi Halîfeye şikâyet ettiler. Halîfe: “Yâ Şiblî! Bunların dediklerine ne dersin?” deyince, Şiblî hazretleri;
Yâ Emîr-el-müminîn! O gencin ruhu, mukaddes olan Aliahü teâlânın cemâline kavuşmayı beklerken, aşk ateşinin bir kıvılcımıyla yanmış, her şeyden alâkasını kesmiş. tâkâtı son dereceye varmış, bu sözün neticesindeki güzellikte sıçrayan bir şimşek. onun canını çarpmış ve sonunda onun ruhu bir kuş gibi kafesinden uçup gitmiştir. Şiblî’nin bunda ne günahı var?” dedi. Bunun üzerine Halîfe;
Derhal bu zâtı evine gönderin. Kendimi öyle bir hâl kapladı ki, sanki divandan düşecekmiş gibi oluyorum.” dedi..
Ebû Bekr-i Şiblî buyurdu ki: “Tasavvuf; tam olarak beş duyu organını günahlardan korumak, her nefes veriş ve alışında günah işlememeye dikkat etmektir.

“Bir şahıs ne zaman mürid olabilir?” sorusuna şu cevâbı verdi: “Seferde ve hazarda hâli hep aynı olan kimsedir. Yalnız olduğu zaman da, başkalarının yanında olduğu zamanda aynı davranışlar içinde olandır.”

Ebû Bekr-i Şiblî 945 (H.334) senesinde Bağdat’ta vefat etti. Vefatından sonra kendisini rüyada gördüler. Münker ve Nekir’in suâline karşı ne yaptın? diye sordular. Şöyle cevap verdi: “Geldiler, Rabbin kimdir dediler. Benim Rabbim O’dur ki. size ve bütün meleklere Âdem aleyhisselâma secde edin diye emir verdi. Ben o zaman, Âdem aleyhisselâmın arkasında idim. Size bakıyordum.” dedim. Bu cevap, bütün Âdemoğullarım kurtarır deyip gittiler. Daha geniş bilgi için Evliyalar Ansiklopedisine bakınız..
Zünnâr: Hıristiyanların ve Mecusîlerin taifesinin şiarı olan alâmeti küfürdür. Papazların bellerine bağladıkları ipten veya kıldan örme kaba sert ve uçları öne sarkık kuşak. Elbisenin içine giyilir. “Frenk Mukallidliği ve Şapka“, s. 23. Muhammed Atıf Hoca Efendi, Kadr matbaası, istanbul- 1340

Zünnâr kuşanmak küfürdür. Allahü teâlânın evliyasını, enbiyâsın, (peygamberlerini) ve ulemâsın, (islâm âlimlerini), bunların sözlerine (sayg, gösterecek, hürmet edecek) yerde.Zünnâr kuşanmak Dinden çikmaya sebebdir Kâfirlerin âyinlerini beğenmek zaruret yok iken zünnâr Kuşanmak\ küfürdür. İman gider Frenkleri taklid etme ve  kisveleri giymek bu konuda daha genış bilgi için bakın.  Muhammed Atıf Hoca Efendi, : Frenk Mukallidliği ve şapka , matbaası, istanbul- 1340;

Mütercim-

Kaynak : İsmail Hakkı Bursevi(k.s.), Ruhu’l Beyan Tefsiri: 7/180-183.

Yorum bırakın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.