Archive for 26 Eki 2007
Fıkıh Kitapları Ve Gusül
Posted by Site - Yönetici Ekim 26, 2007
CEVAP
Dürr-ül-muhtar`ın, (Diş çukurundaki şey, gusle zarar vermez diyen olmuş ise de, bu şey, katı olup, altına su geçmez ise, guslü caiz olmaz) ifadesini İbni Abidin hazretleri şöyle açıklıyor:
Yine Tahtavi, (Dürr-ül-muhtar) haşiyesinde buyuruyor ki:
(Harbde ölen şehit olur) hadis-i şerifi şartsız bildirildiğine göre, bazı şartları var demektir. Mesela mümin olmayan, harbde de ölse şehit olmaz. (Gümüş yüzük erkeklere de caizdir) hükmü de şartsız olarak bildirilmiştir. Yüzüğün ağırlığı 4,8 gramdan fazla olmamalıdır. Eğer yüzük çok sıkı olursa, altına su geçirmediği için alınan abdest veya gusül sahih olmaz. Böyle dar olan yüzüğü oynatarak veya çıkartarak altına su geçirmek şarttır. (Gümüş yüzük caizdir) diye altını yıkamaya lüzum yoktur şeklinde anlamak yanlış olur. Bunun gibi, (Sallanan dişi, altın tel ile bağlamak caiz)
Sual: Zaruretler, haramları mubah kılmaz mı? Diş dolgusu zaruret değil mi?
Zaruret; aç, susuz, çıplak veya sokakta kalarak hasta olmak demektir. (Eşbah)
Zarureti birkaç misal ile açıklayalım:
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dişler meshedilmez
İhtiyaç halinde başka mezhebi taklit caizdir. Fakat eli kanayan bir Hanefi, Şafiî`de kan abdesti bozmaz diyerek, Şafiî`yi taklit ederek o haliyle namaz kılamaz. Çünkü muteber eserlerde buyuruluyor ki:
Modern diş hekimliği
Yanlış yazanlar
Dini konularda bilmeden konuşmanın vebali, fetva vermenin mesuliyeti çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Ümmetim, kötü din görevlilerinden çok zarar görecektir.) [Hakim]
Doğruyu söylememenin, ilmini gizlemenin vebali de çok büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
Tadbib kelimesinin manası
Tadbib, şerit ile, dadbe yani kapı sürgü demiri gibi, enli, yassı bir şey ile sarmak demek olduğu, Tahtavi`nin ve İbni Âbidin`in Dürr-ül-muhtar haşiyelerinde, tadbib edilmiş kürsi üzerine oturmayı bildirirken ve Dürr-ül-münteka ve Camiur-rumuz`da yazmaktadır. Bezzâziye ve Hindiyye`de diyor ki:
Fetva olsa, kim itiraz eder ki
İlim ahlakına uymalı
Vücudun içi yıkanmaz
İlham dinde senet değildir
Umumi belva için çare
Sözde mi hak?
Hiç zararı olmaz
Şeyh-ül İslam Musa Kazım
Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Fetvalar, Fıkıh, Güncel, Gündem, Genel, Gusül Abdesti, Soru Ve Cevaplar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Etiketler: Fıkıh Kitapları Ve Gusül | 1 Comment »
Gusül Abdesti
Posted by Site - Yönetici Ekim 26, 2007
Gusül Abdesti
Sual:
Guslün, yani boy abdestinin farzı kaçtır?
CEVAP
Hanefi mezhebinde guslün farzı üçtür:
1- Ağzın hepsini iyice yıkamak.
2- Burnu yıkamak.
3- Bedenin her yerini yıkamaktır.
Göbek içini, bıyık, kaş ve sakalı ve altlarındaki derileri ve baştaki saçları yıkamak farzdır. Gözleri ve kapalı küpe deliğini yıkamak gerekmez.
Kadın, gusülde, saçların dibine, yani başındaki deriye su ulaşabiliyorsa, saçındaki örgüyü çözmez. Yani, örülü saçın dibi ıslanınca, çözmeden örgünün üstünü ıslatmak yeterlidir. Saç dibi ıslanmazsa, örgüyü açmak gerekir. Örülmemiş saçların her tarafını da yıkamak farzdır.
Sünnet üzere gusletmek
Sual: Sünnet üzere nasıl gusledilir?
CEVAP
Gusletmek çok kolaydır. Ağzını ve burnunu su ile yıkayıp, denize veya göle girip çıkan yahut duş altında bütün vücudunu ıslatan gusletmiş olur. Önce abdest alıp, sonra bütün vücut yıkanırsa sünnete uygun olur. Gusletmek için niyet, Hanefi`de sünnet, diğer mezheplerde farzdır. Guslederken niyeti unutanın da guslü geçerli olur.
Sünnet üzere gusül abdesti almak için, önce, temiz olsa bile, iki eli ve avret yerini yıkamalıdır. Sonra bedeninde necaset varsa yıkamalı, sonra, gusle niyet ederek tam bir abdest almalı. Sonra bütün bedene üç defa su dökmelidir. Önce üç defa başa, sonra üç defa sağ omuza, sonra üç defa sol omuza dökmeli, her döküşte, o taraf tamam ıslanmalı. Birinci dökmede ovmalıdır. Gusülde, bir organa dökülen suyu, başka organlara akıtmak caiz olup, orası da temizlenir. Çünkü, gusülde bütün beden, bir organ sayılır. Abdest alırken bir organa dökülen su ile, başka organ ıslanırsa, yıkanmış sayılmaz. Gusül tamam olunca, tekrar abdest almak mekruhtur. Gusül ederken abdesti bozulursa, gusle zararı olmaz, fakat namaz kılmak için bir daha almak lazım olur.
Sual: Abdestte ve gusülde, gereğinden fazla su kullanmak israf mıdır?
CEVAP
Evet. Yalnız, gusletmeden önce veya sonra, kirlerden temizlenmek için yıkanmanın mahzuru yoktur.
Guslü geciktirmek
Sual: Yatsıyı kıldıktan sonra cünüp olan, ne vakte kadar cünüp dursa günah olmaz?
CEVAP
Yatsı namazını kıldıktan sonra cünüp olanın sabah namazına kadar guslünü tehir etmesi caiz ise de hemen yıkanması elbette çok iyi olur. İmam-ı Gazali hazretleri, (Cünüp olup gusletmeden bir namaz vaktini geçirene, ateşten gömlek giydirilecektir) buyuruyor. Namaz kılan ve kılmayan herkes, bir namaz vaktini cünüp geçirirse, çok azap görür. Mesela, öğle ezanından sonra cünüp olanın öğle namazını kılmamış ise, ikindi vaktine öğleyi kılacak kadar zaman kalınca gusletmesi farz olur. Farzı yapmak çok sevap, yapmamak büyük bir günahtır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Cünüp olunca, çabuk gusletmeli! Çünkü kiramen katibin melekleri, cünüp gezenden incinir.) [Ey Oğul İlmihali]
(Canlı resmi, köpek ve cünüp bulunan odaya rahmet melekleri girmez.) [Nesai]
(Cünübe, sarhoşa rahmet meleği yaklaşmaz.) [Bezzar]
(Gusletmek için kalkana, üzerindeki kıl sayısınca sevap verilir, o kadar günahı affolur, Cennetteki derecesi yükselir. Guslü için ona verilecek sevap, dünyada bulunan her şeyden daha hayırlı olur. Allahü teâlâ meleklerine, “Bakın bu kulum, gece üşenmeden kalkıp emrime uymak için guslediyor. Şahit olun ki, bunun günahlarını af ve mağfiret eyledim” buyurur.) [Gunye]
Guslü terk eden
Sual: Guslü terk eden dinden çıkar mı?
CEVAP
Guslü terk eden dinden çıkmaz ise de büyük günah işlemiş olur. Gusülsüz gezen, namaz kılamaz. Namaz kılmamak insanı küfre sürükleyen büyük günahlardandır. Böyle bir kimsenin de imanını kaybetmesi çok kolay olur. Onun için guslü geciktirmemelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyuruyor ki:
Şu üç şeye devam eden, gerçek dostumdur. Bunları terk eden de, gerçek düşmanımdır. Bu üç şey, namaz, oruç ve cünüplükten gusüldür.) [Beyheki]
Allahü teâlânın düşmanım dediği ve rahmet meleklerinin uzak durduğu bir kimsenin evinde huzur, bereket diye bir şey kalır mı?
Cünüp neler yapamaz
Sual: Cünüp kimse neler yapamaz?
CEVAP
Cünüp kimse, Besmele çeker, dua okur, la ilahe illallah diyerek zikir çeker, salevat okur. Hatta Fatiha, Rabbena âtina gibi âyetleri dua niyetiyle okuyabilir. Sadece Mushafı tutamaz ve Kur`an okuyamaz. Camiye giremez. Kasıkları tıraş etmesi, saç, tırnak kesmesi, mekruh olur. Hayzlı iken mekruh değildir.
Sual: Cünübün bir şey yiyip içmesi sokağa çıkması, cünüp kadının çocuğunu emzirmesi uygun mudur?
CEVAP
Ağzını yıkadıktan sonra yiyip içmesi caizdir. Sokağa çıkmak da caizdir. Kadın göğsünü yıkadıktan sonra çocuğunu emzirebilir. Namaz vakti çıkmadan önce yıkanmalıdır. Daha fazla cünüp durmak haramdır. Namaz kılan ve kılmayan herkes, bir namaz vaktini cünüp geçirirse, çok azap görür.
Meni, vedi, mezi nedir?
Sual: Meni, vedi, mezi, prostat salgısı nedir? Guslü gerektirir mi?
CEVAP
Meni, cinsel ilişki veya mastürbasyon sonunda haz ve heyecanla gelen yapışkan sıvıdır. Erkek menisine sperm denir. Kadından gelen meni sarımtıraktır.
Vedi, idrardan sonra çıkan beyaz, bulanık, koyu, yapışkan bir sıvıdır.
Mezi, zevk zamanında çıkar. Şehvetlenince, açık resimlere bakınca veya şehvetle öpüşünce ve sürtününce veya böyle şeyler düşününce gelen birkaç damla renksiz yapışkan sıvıdır.
Prostat salgısı, genelde idrardan sonra gelen, koyu, yapışkan bir sıvıdır.
Şehvetle gelen meni hariç, hiçbirisi guslü gerektirmez.
Hastanın guslü
Sual: Trafik kazası geçirmiş, bacakları kırık ve kalkamayan biri nasıl gusleder?
CEVAP
Abdest uzuvlarından [organlarından] hepsinin yarıdan çoğu veya dört abdest uzvundan ikisi sağlam ise, abdest alıp, yaralı yerleri mesh eder. Mesh zarar verirse, sargı üzerine mesh eder.
Abdest uzuvlarının yarıdan çoğu yaralı ise teyemmüm eder. Teyemmüm edenin, bazı yerleri yıkaması caiz değildir.
Namaz abdesti ile gusül abdesti için teyemmüm aynıdır.
Teyemmümü kendi yapamazsa başkasına da yaptırabilir.
Sual: Kolu alçıda olan nasıl abdest alır, nasıl gusleder?
CEVAP
Alçılı koluna su geçmesi gerekmez. Alçının üzeri veya sargının üzeri mesh edilir.
Sual: Ellerimde siğil var. Bunun için ilaç kullanıyorum. Fakat ilaç tıpkı yapıştırıcı 404 gibi. Altına su da geçirmiyor. Gusül ve namaz abdesti için bir mahzuru var mı?
CEVAP
İlaç temizlenince çıkmıyorsa, 404 gibi ise, yani çıkmasına imkan yoksa, zararı olmaz, mahzuru yoktur. Özürlü olmadan abdest alıp namaz kılarsınız.
Sual: Prostat ameliyatı oldum. Sperm torbacıklarımı aldıkları için testislerde sperm birikemiyor. Eşimle beraber olduğum zaman sperm gelmiyor. Rüyada ihtilam oluyorum, ama dışarı bir akıntı çıkmıyor. Bazen herhangi bir sebep olmadan idrarda koyu bir akıntı görüyorum, acaba sperm mi diye merak ediyorum. Cünüp oluyor muyum, gusletmem gerekiyor mu?
CEVAP
Eş ile beraber olunca sperm gelmese de, yine gusül gerekir. Rüyada ihtilam olunca dışarı bir akıntı çıkmamışsa, gusül gerekmez. Gusül için meninin şehvetle dışarı çıkması gerekir. Meni herhangi bir sebeple şehvetsiz çıksa Hanefi`de gusül gerekmez. İdrarda görülen prostat sıvısı olabilir. Tahlil ettirmek iyi olur. Meni bile olsa, şehvetsiz gelince guslü gerektirmez. Eğer şehvetle yerinden kopup, daha sonra şehvetsiz olarak çıksa, gusül gerekir.
Sual: Ameliyatla meni kanalı idrar torbasına bağlandı. İhtilamda meni idrar torbasına akarmış. İdrarda meni göremiyorum. Gusül lazım mı?
CEVAP
Meni görülmezse gusül gerekmez.
Sual: Nezle iken burun delikleri kapalı oluyor. Gusle mani olur mu?
CEVAP
Meşakkat olmayan miktarı temizlemek kâfidir.
Sual: Salih bir tabibin yıkanmasını yasakladığı hasta, gusül için teyemmüm eder mi?
CEVAP
Evet.
Sual: Japon yapıştırıcı, oje, dişlerdeki tartar, sedef hastalığının kabuğu ve çapak abdeste ve gusle mani olur mu?
CEVAP
Bunlardan oje mani olur, çıkarıp altını yıkamak gerekir. Dişlerdeki tartar, kendiliğinden hasıl olup, kolayca çıkarabilecek bir ilaç da olmadığı için, abdeste ve gusle mani olmaz.
Sedef hastalığının kabuğu ve çapak da, kendiliğinden hasıl olmakta ise de, tahriş etmeden, bunlar çıkarılabildiği kadar çıkarılır. Kalan kısımları abdeste ve gusle mani olmaz. Japon yapıştırıcı ve yağlı boya gibi maddeler ise, kolayca çıkarılamaz. Çıkarmak için deriyi kazımak da gerekmez. Deriyi tahriş etmeden, çıkarılabildiği kadar çıkarılır, kalan kısmı, abdeste ve gusle mani olmaz.
Sual: Kadın, kadın hastalıklarından dolayı, erkek doktora, rahminden muayene olsa, gusletmesi gerekir mi? Ültrasonla muayene olunca gusül gerekir mi? Kadın ön veya arkasına parmak sokunca gusletmesi gerekir diyenler var, gerekmez diyenler var. Hangisi doğrudur?
CEVAP
İkisi de doğru sayılmaz, açıklamaya ihtiyaç vardır. İçeri parmak girince, lezzet duymazsa gusül gerekmez. Lezzet duyarsa gusül gerekir. Lezzet almak, şehvet duymak demektir. Seadet-i Ebediyye`de Redd-ül muhtar`dan alarak diyor ki:
Çocuk zekeri, hayvan zekeri, ölü zekeri, zeker gibi her şey veya parmak kullanınca içeri girdiği zaman, lezzet duyarsa, gusletmesi lazım olur. Lezzet duymazsa, gusletmesi iyi olur.
Cünübün âdet görmesi
Sual: Cünüp kadın, hayz olursa yıkanması gerekir mi?
CEVAP
Yıkanması şart değildir. Cünüp iken tırnak ve saç kesmesi mekruh, hayzlı iken mekruh değildir. Bunun için yıkanması iyidir.
Cünübün teri ve meni
Sual: İhtilam olunca veya eşiyle beraber olduktan sonra, üstündeki bütün elbiseleri çıkarıp yıkamak gerekir mi? Cünüp iken ter bulaşan elbiselerle namaz kılınır mı?
CEVAP
Cünübün teri necis değildir. O elbiselerle namaz kılınır.
Meni, Hanefi`de necis, diğer üç mezhepte temizdir. Maliki`de, bir kavle göre meni necistir.
İhtilam olan kimse, elbiselerin tamamını çıkarması gerekmez, sadece meni bulaşan yeri yıkaması kâfi gelir. Meni kurumuş ise, ufalanırsa temizlenmiş olur. O elbise ile namaz kılınabilir.
Gusletmeden önce
Sual: Cünüplükten gusleden kimseden meni gelirse, tekrar gusletmesi gerekir mi?
CEVAP
Dört mezhebe göre de bildirelim:
Hanefi`de ve Hanbeli`de; şehvetle yerinden ayrılan meni, herhangi bir sebeple şehvetsiz de çıksa, yine gusletmek gerekir. Bunun için gusletmeden önce bir miktar uyumak veya bevlederek idrar yolunda kalan meniyi çıkarmak gerekir.
Şehvetle yerinden ayrılan ve şehvetle dışarıya atılan bir meniden dolayı gusletmek gerekir. Şehvetle yerinden ayrılıp, şehvet kesildikten sonra dışarıya atılan meniden dolayı da, imam-ı a`zam ile imam-ı Muhammed’e göre, gusletmek gerekir. Fakat imam-ı Ebu Yusuf’a göre gusül gerekmez.
Rüyada şehvetle ayrılan bir meninin, şehvet kesildikten sonra dışarıya akıtılmasını sağlamak için tenasül organını tutmak ve sonra dışarıya akıtmakta, misafir ve soğukta bulunanlar için, imam-ı Ebu Yusuf kavlini seçmekte kolaylık vardır. Bu yönden, bu kavlin tercih edilmesini uygun gören âlimler vardır.
Şafii`de; bevletmiş yani idrar çıkarmış olsa bile, meni gelince tekrar gusletmesi gerekir. Çünkü Şafii`de, ayrılan meni, şehvetsiz de çıksa yine gusül lazım olur.
Maliki`de ise; bevletmemiş olsa bile, gusülden sonra meni gelirse, tekrar gusletmek gerekmez. Çünkü meni şehvetsiz çıkınca, Maliki`de gusül gerekmez.
Fakat Maliki`yi taklit eden Hanefi cünüp olunca, kendi mezhebinden çıkmamış olduğu için, gusletmeden önce, bevlederek idrar yolundaki meniyi çıkarması gerekir.
Vesvese
Sual: Vesveseli biriyim. Dikkat etmeme rağmen, abdestte gusülde kuru yerim kalmışsa, yahut secdei sehv yapılacakken unutmuşsam, buna benzer başka şeyleri unutmuşsam, oruçlu iken unutup yiyip içmişsem, unutarak namaz vaktini çıkarmışsam, sonra da hatırlamadığım için kaza etmemişsem, ahirette benim halim nice olur?
CEVAP
Dinimizde unutmak özürdür. Unutarak yiyip içmek orucu bozmaz, kaza da gerekmez. Unutarak namazın kazaya kalması da günah olmaz.
Abdestte, gusülde kuru yer kalmışsa, bilmediğiniz için hiç mahzuru olmaz. Acaba kuru yer kaldı mı diye defalarca yıkamak gerekmez. Bunlar vesvesedir, vesvese ise günahtır.
Sual: Cünüp olunca, bir şeye dokununca onun pis olacağını zannediyor, bu yüzden sıkıntı çekiyorum. Bu vesvese mi?
CEVAP
Evet vesvesedir. Cünüp kimse nereye dokunursa dokunsun pis olmaz.
Cuma günü gusletmek
Sual: Cuma günü gusletmek vacip diyorlar. Bu konuda hadis de varmış. Doğru mu? Bir de Cuma gecesi cünüplükten gusleden de Cuma guslü sevabı alır mı?
CEVAP
Hadis-i şerifleri, müctehid âlimlerin açıklaması olmadan okumak yanlışlıklara sebep olur. Cuma günü gusletmek müekked sünnettir. O hadis-i şerifin meali şöyledir:
(Cuma günü gusletmek vaciptir [yani lüzumludur].) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, İ.Ahmed, İ. Mâlik, Taberani, Deylemi, İ. Hibban, Ebu Nuaym]
Başka bir hadis-i şerifin meali de şöyledir:
(Cuma günü gusletmek bana farz, size nafiledir [sünnettir].) [Deylemi]
Bu hadis-i şerif, önceki hadis-i şerifi açıklamaktadır. Peygamber efendimizin farzdan başka yaptığı amellerin hepsine nafile denir. O işlediği için bize sünnet oluyor. Beş vakit namazın sünnetleri ve diğer bütün sünnetler nafiledir.
Cuma günü gusletmek çok önemlidir. Resulullah efendimizin bu konuda bir çok hadis-i şerifleri vardır. Birkaçının meali şöyledir:
(Cumaya gelen gusletsin!) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai]
(Cuma günü gusletmek, bir haftalık günahlara kefarettir. Üç gün fazlası ile.) [Taberani]
(Bir Cuma diğerine kadar, beş vakit namaz da, diğer namaza kadar işlenen günahlara kefarettir. Cuma guslü de öyledir. Cumaya gitmek için atılan her adım, yirmi yıllık amele bedeldir. Cumadan çıkınca da, 200 yıllık amel mükafatı verilir.) [Beyheki]
(Cuma günü gusledenin günahları affolur.) [Taberani]
(Cuma günü gusledenin günahları temizlenir, ona “Ameline yeniden başla” denir.) [Deylemi]
(Cuma günü ehline yakın olana iki sevap vardır. Biri kendi, diğeri de eşinin guslünün sevabı.) [Beyheki]
(Kim Cuma günü gusledip, mescide erken gider, hutbeyi dinler ve sükut ederse, onun attığı her adım için kendisine bir yıllık [nafile] oruç ve bir yıllık [nafile] namaz sevabı yazılır.) [Taberani]
(Cuma günü gusledip ilk saatlerde giden, bir deve kurban edip sadaka olarak dağıtmış gibi sevaba kavuşur. Daha sonra gelene bir inek; ondan sonra gelene bir koç, bundan da sonra gelene bir tavuk kesip sadaka olarak dağıtmış kadar sevap verilir. En son gelene de yumurta sadaka sevabı yazılır. İmam hutbeye çıkınca, melekler de, sevap yazmayı bırakıp hutbeyi dinler.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Nesai]
Cuma gecesi cünüplükten gusleden, Cuma guslü sevabına kavuşur.
Gusülden önce abdest almak
Sual: Guslederken önce abdest almanın mantığını anlayamadım. Bir arkadaşımız da cünüp kimsenin abdest alması gereksiz dedi. Cünüp iken, gusletmeden önce abdest almak lüzumsuz değil mi?
CEVAP
Nakle itibar etmeden sırf akıl ile din olmaz. Gusletmeden önce abdest alın diyenler akılsız mı oluyor? Nasıl gusletmek gerektiğini Peygamber efendimiz bildiriyor ve (Önce namaz abdesti alın, sonra, vücudun her tarafına su dökmek gerekir)
Hatta hemen gusletmeyen, namaz abdesti alıp öyle durması daha uygun olur. Abdest de alamayanın, gusledene kadar, elini ağzını burnunu yıkaması iyidir.
Âişe validemize, şöyle bir sual soruluyor:
(Resulullah efendimiz, cünüp iken, uyumak istediği zaman gusledip de mi uyurdu, yoksa gusletmeden mi yatardı?)
Hazret-i Âişe validemiz cevaben buyuruyor ki:
(Çoğu zaman gusledip yatardı. Bazen de yalnız abdest alıp yatardı.)
Soruyu soran kişi, buyuruyor. Akıl ile bunun hikmetini anlayamasak da, mantığımıza uygun gelmese de, bildirilen emri aynen uygulamamız gerekir. (Bu hususta bizi sıkıştırmayan Allahü teâlâya hamdü senalar olsun) dedi. (Müslim, Tirmizi, Nesai, Ebu Davud)
Yine buyurdu ki:
(Resulullah cünüp iken, yemek yiyeceği veya yatacağı zaman abdest alırdı.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai]
Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Üç kişiye rahmet melekleri yaklaşmaz: Kâfire, kadınlara mahsus bir kokuyu sürünen erkeğe ve yemek veya uyumak istediğinde abdest almayan cünübe.) [Taberani]
Demek ki cünüp kimseye rahmet melekleri yaklaşmıyor. Abdest alana yaklaşıyor. Üstelik sünnete uymuş oluyoruz. Cünüpken ağzımızı yıkamadan su içersek müstamel suyu içmiş oluyoruz, mekruh oluyor. Ama ağzımızı yıkarsak mekruh olmuyor.
Kaplıca suyu ve gusül
Sual: Denize veya göle girip, her tarafı ıslanan, gusletmiş olur diyorlar. İhlas Kuzuluk Kaplıca Evlerinde, küvetteki suya girip çıkmakla da gusletmiş oluyor muyum?
CEVAP
Önce genel bir bilgi verelim. Yüzeyi 23 metrekareden küçük olan havuza küçük havuz denir. Küvetler böyledir. 23 metrekareden büyük olanlarına büyük havuz denir. Göl ve deniz 23 metrekareden büyük olduğu için büyük havuz hükmündedir.
Necaset, büyük havuza düşerse, pisliğin üç eserinden biri, yani rengi, kokusu veya tadı belli olmayan her tarafından abdest ve gusül caiz olur. Mesela göle idrar yapılmışsa, aşağı tarafında bir eseri görülmezse caiz olur.
Haliç gibi necis olan deniz hariç, denizin her tarafından abdest alınır. Temiz olan denize veya göle girip çıkan, ağzına ve burnuna su verince, gusletmiş olur.
Yağmurdan ıslanan da, ağzına ve burnuna su verince, gusletmiş olur.
Abdestte ve gusülde kullanılan suya müstamel su denir. Müstamel su, imam-ı a`zama göre kaba necasettir. İmam-ı Ebu Yusuf`a göre de hafif necasettir. İmam-ı Muhammed`e göre de temizdir; fakat hadesi temizleyici değil, yani bu su ile tekrar abdest alınmaz, gusledilmez ve içilmez.
Müstamel suyu temiz kabul eden âlimlere göre, küçük havuza, mesela küvete karışan müstamel su miktarı, sudan çok veya eşit ise, abdest ve gusül caiz olmaz. İçine su akmayan küçük havuzdan abdest alanın, derisine değen su miktarı, yarısı olduğu ve havuza, az da olsa, necaset düştüğü bilinmedikçe, buradan abdest almak caiz olur.
Her gün suyu değiştirilen küçük havuzda birçok kimse abdest alsa ve müstamel sular havuza tekrar düşse, abdest sahih olur. Fakat, bu havuza, pek az da necaset düşse, abdest almak caiz olmaz.
Bazı âlimlere göre, küçük havuza, bir uzuv sokulup yıkanınca, bütün havuz, müstamel su olur. Bunun için, su bol olan yerlerde, uzuvları havuzda yıkamamalı, havuzdan avuçla su alıp, dışarıda yıkamalıdır! Suyu olmayan yerlerde caiz diyen âlimlere göre, havuzda abdest ve gusül alınabilir.
Bütün âlimlere göre guslün sahih olması için, küvetteki suya girip yıkanmamalı, girilmişse, o suyu boşaltmalıdır! Tas ile dökünerek veya duşla yıkanmalıdır! Müstamel sular akıp gitmeli, bedene dökülmemeli. Dökülen yer olursa, orayı temiz su ile yıkamalıdır!
Sual: Guslederken, guslettiğim suya bazen üstümden damla düşebiliyor. Bu su necis oluyor mu? Aldığım gusül sahih midir? Cünüp iken elimiz bu temiz suya girse, o su ile gusül caiz olur mu?
CEVAP
Abdest veya gusülde kullanılan suya müstamel su denir. Temiz suya karışan müstamel su miktarı temiz sudan az ise, bu su ile abdest ve gusül caiz olur. Mesela 5 litre suya 2 litre müstamel su karışsa bununla abdest veya gusül sahih olur.
Müstamel suyun küçük havuza akması ve abdestsizin elini sokması da aynıdır. Cünüp olan kimse veya kâfir, necaset bulaşmamış olan avucunu bir yere sokup su alsa veya kolunu sokup, içindeki tası alsa, o yerdeki su dört mezhepte de pis olmaz. Necaset üzerinden akan suyun yarıdan fazlası necasete temas ederse, bu su pis olur. Azı değerse ve necasetin üç sıfatı suda bulunmazsa, pis olmaz. Müstamel su, Maliki`de hem temizdir, hem de temizleyicidir. Yani müstamel su ile abdest alınır ve gusledilir. (Menahic-ülibad)
Gençler ve gusül
Sual: Sabah ihtilam olarak kalktığımda gusül almam gerekiyor. Fakat okula geç kalmamak için guslü namaz vakitleri geçse dahi okuldan geldikten sonra almam mümkün mü?
CEVAP
İki dakikada gusletmek mümkündür. Namaz vakitlerini cünüp geçirmek haramdır. Namaz kılmamak da ayrıca haramdır. Çifte haram işlemek daha büyük günahtır.
Sual: Yurtta belli saatlerde sıcak su veriliyor. Sıcak su verilmediği zaman soğuk suyla da gusletme imkanı yok, çünkü banyoları kilitliyorlar. Gusletmek için başka imkan da olmadığına göre teyemmümle namaz kılabilir miyiz?
CEVAP
Şehirde su bulamamak özür olmaz. Memba suyu alıp yine tuvalette falan yıkanılır. Teyemmüm için özür olmaz. Hiç su bulunmazsa o zaman teyemmüm caiz olur.
Sual: Annemle babam, benim sık sık banyo etmeme mani oluyorlar. Cünüp geziyorum. Cünüp ölen, kâfir olarak mı ölür?
CEVAP
Cünüp gezmek büyük günah ise de, cünüp gezerek günah işleyene kâfir denmez. Namaz kılmamak çok büyük günahtır. Cünüp gezen namaz da kılamaz. Uygun bir şekilde yıkanmanızın gerektiğini bildirmeniz gerekir.
Gusülle ilgili çeşitli bilgiler
1 – Ağır bir şey kaldırmak veya bir yerden düşmek gibi bir sebeple meni çıkınca, Şafii`de gusül lazım olur, diğer üç mezhepte lazım olmaz.
Gusülde ağız ve burnu yıkamak Hanefi ve Hanbeli`de farz, Maliki ve Şafii`de sünnettir.
Hanefi , Şafii ve Maliki`de vedi ve mezi guslü gerektirmez, Hanbeli`de bir kavle göre, guslü gerektirir.
Hanefi`de ve Hanbeli`de gusülden önce, idrar çıkararak, idrar yolunda kalmış olan meni parçasını çıkarmak, sonra gusletmek gerekir. Şafii`de, idrar etmiş ise de, meni çıkarsa, tekrar gusletmek gerekir. Maliki`de, idrar etmemiş olsa da, tekrar gusletmek gerekmez.
2 – Cünüp olmak guslü gerektirir. Üç şekilde cünüp olunur:
a- Zekerin [penisin] ucu, sünnet derisi altındaki yuvarlak kısım, ferce [hazneye] girince erkek de, kadın da cünüp olur.
b- Erkekte koyu beyaz ve kadında akıcı sarı meni, ilişki, mastürbasyon gibi her ne suretle olursa olsun yerinden şehvetle kopup çıkarsa cünüp olunur.
c- İhtilam ile, yani rüyada şehvetlenip uyandığı zaman, meni akmış olduğunu gören erkek ve kadın cünüp olur. Rüyada ilişkide bulunduğunu görür, fakat uyanınca meni akmamışsa, meni yoksa gusletmek gerekmez. Bazı âlimler kadının menisi içeri akar, ihtiyaten yıkanması iyi olur demişlerdir.
3 – Burundaki kuru kir altına ve dişlerin arasında ve diş çukurunda bulunan yemek artıklarının altına su geçmezse, altı yıkanmazsa gusül caiz olmaz.
4 – Deriye yapışmış, hamur, mum, sakız, katı yağ, balık pulu, çiğnenmiş ekmek oje gibi su geçirmeyen şeylerin altını yıkamak farzdır.
5 – Uyanıp, çamaşırında meni gören, ihtilam olduğunu hatırlamasa da gusül gerekir.
6 – Guslederken sabunlanmak, keselenmek uygun olmaz. Kirden yıkanma işini ya gusülden sonra yapmalı veya önce yapmak gerekir. İkisinin aynı anda yapılması uygun olmaz. Gusülde fazla su harcanmış olur, mekruh olur. Maliki`de ise muvalata yani aralıksız yıkamaya mani olursa gusül geçerli olmaz.
Banyoya girince önce gusledilir. Sonra kir için yıkanılır. Kir için yıkanırken ihtiyaç kadar fazla su sarf etmenin mahzuru olmaz.
7 – Guslettikten sonra, bir yerinde zamk gibi su geçirmeyen bir madde gören, kaldırıp altını yıkasa yeterlidir. Yeniden gusletmeye gerek yoktur, Maliki`de de böyledir.
8 – Gusülde, ağzını veya başka yerini yıkamayı unutup, namaz kılsa, sonra yıkamadığını kesin olarak hatırlasa, sadece orasını yıkayıp, farzı tekrar kılar. Yıkadım mı, yıkamadım mı diye şüphe etse, vesvese olur, yıkaması gerekmez.
9 – Banyoda çıplak yıkanmak hususunda âlimlerin bildirdiği üç hüküm vardır:
a- Çıplak yıkanmak mekruhtur.
b- Ancak küçük yerde caiz olur.
c- Mekruh olmaz, caiz olur.
Erkek olsun, kadın olsun, mümkünse, göbek ile diz arasını peştamal gibi bir şey ile kapatıp yıkanmalıdır. Peştamal falan bulunmazsa veya başka sebepler varsa, üçüncü hükme göre hareket etmek de caiz olur.
10 – Gusül abdestine niyet ederken Allah rızası için demek uygundur. Her ibadeti yaparken Allah rızası için demek iyi olur. Zaten her ibadet Allah rızası için yapılır. Allah rızası için demek şart değildir.
11 – Guslederken besmele okunur. Hatta kelime-i şehadet de getirmek iyi olur.
12 – Bir erkek, bir kadını yahut bir erkeği çıplak görse, gusül gerekmez.
13 – Bir kadın, kendi kocasını veya bir kadını çıplak görse gusül gerekmez.
14 – Karı-koca oynaşırken, açık resme bakarken veya düşünürken mezi gelse, gusül gerekmez.
15 – İdrar yaptıktan sonra gelen yapışkan prostat sıvısı ve vedi guslü gerektirmez.
16 – İhtilam olduğunu hatırlayanın, uyanınca çamaşırında meni görmezse gusletmesi gerekmez.
17 – Kadınların taktıkları spiral gusle mani değildir.
18 – Kadın veya erkek, etek tıraşı olsa gusül gerekmez.
19 – Kadınların süründüğü kokuyu erkekler koklarsa, koku sürünene de, koklayana da gusül gerekmez. Abdesti bile bozmaz. Ancak bayanların kocalarından başka kimseler için koku sürünmesi doğru değildir.
20 – Başa saç ektirmek gusle mani değildir. Altındaki deriyi yıkamak yeterlidir.
21 – Lens abdeste ve gusle mani değildir. Gözün içini yıkamak gerekmez.
22 – Dövme yaptırmak günahtır. Ancak gusle abdeste mani değildir. Çünkü dövme deri altından yapılmaktadır. Deri üstünden yapılsa ve çıkmayan bir boya olsa, altına su geçmezse, zamanla vücut onu atar. Onun için zamanla atan boya sürülmez. Peki çıkmayan yağlı boya yapılsa ne olur? Çıkmadığı için zaruret olur ve yine gusle mani olmaz. Yani dövme kesinlikle gusle mani değildir.
23 – Çingene ile evlenince, tuğla eriyinceye kadar yıkanılsa cünüplük çıkmaz sözünün aslı yoktur. Cahillerin uydurduğu çirkin bir iftiradır. Bir kimse nasıl cünüp olursa olsun, gusledince, yıkanınca temiz olur.
24 – Guslettikten sonra kadından kocasının menisi çıksa tekrar gusletmesi gerekmez.
25 – Gusül abdesti alırken namaz abdesti bozacak haller olursa (mesela kan çıksa, yellenilse, idrar çıksa vs) gusle kalınan yerden devam edilir, abdesti bozan şey guslü bozmaz. Sadece bu abdestle namaz kılınmaz, sonra namaz abdesti almak lazım.
26 – Küpe deliğinde, küpe yoksa ve delik açıksa kulağı ıslatırken, azcık ovunca delik ıslanırsa, yetişir, iplik takmak gerekmez. Küpe deliği kapanmışsa, kapandığı için mahzuru olmaz, deliği açmak gerekmez.
27 – Kına, mürekkep gibi boyalar gusle ve abdeste mani olmaz. Çünkü altına su geçirir. Fakat yağlı boya, oje, zamk gibi şeyler altına su geçirmediği için gusle ve abdeste manidir.
28 – Saç boyaları kına gibidir, altına su geçirir ve gusle mani olmaz.
29 – Sıvı yağların altına su geçer. Yağın rengi kalsa da mahzuru yoktur. Gusle abdeste mani değildir. Ancak katı yağların altına su geçmez.
30 – Cünüp iken hanımla beraber olmak günah değildir, caizdir. Abdestli olmak iyi olur.
31 – Tuvalette gusletmekte mahzur yoktur. Banyoya sağ ayak ile girilir.
32 – Şafii`de, abdest alırken tertip farzdır. Cünüp bir Şafii, gusle niyet ederek denize girip çıksa, bu haliyle namaz kılabilir. Çünkü gusülde vücut tek organ sayılır.
33 – Kadın, kocasını düşünürken, şehvetle titremeden sonra sarımtırak bir akıntı gelirse, gusül gerekir.
34 – Gusülde, avret yerleri kapalı iken, kıbleye dönmek mekruh değildir.
35 – Gusletmeden, namaz vaktini geçirmemek şartı ile uyunabilir.
36 – İnsan bir gecede iki kere ihtilam olsa, hatta on kere de cünüp olsa hepsi için bir kere gusül yeterlidir.
37 – Gece cünüp olan uyanınca, sabah namazının vaktinin çıkmasına çok az bir vakit olduğunu görse, günaha girmemek için hemen gusletmeye çalışır, isterse vakit çıksın yetiştiremesin. Nasıl olsa yetiştiremem diye güneşin doğmasını beklemek uygun olmaz.
38 – Kadınlar guslederken, ön ve arkaya parmak sokarak temizlemeleri gerekmez. Böyle uydurma şeylerin aslı yoktur. Vücudun içi zaten pisliktir. Sadece görünen kısımlar yıkanır. Görünmeyen yerler değil.
39 – Tüp bebek suretiyle çocuk sahibi olmak isteyince, şırınga ile döllenmiş yumurta rahme konunca kadın gebe kalırsa gusletmesi gerekir. Fercden başka yerine sürtmekle çıkan erkek menisi, rahme girse, kadın gusletmez. Bu suretle hamile kalsa, gusleder ve o günden beri kıldığı namazları kaza eder.
Çeşitli soru cevaplar
Sual: Erkek veya bayan kadın doktoru veya ebe, Ramazanda, abdestli iken bir kadına doğum yaptırsa, orucu, guslü veya abdesti bozulur mu?
CEVAP
Hanefi mezhebindeki kadın doktorunun veya ebenin, Ramazan-ı şerifte doğum yaptırmakla orucu, abdesti ve guslü bozulmuş olmaz. Zaruretsiz erkek doktora doğum yaptırmak caiz olmaz.
Sual: Âdetli iken diş dolgusu yaptırılır mı? İlla abdestli olmak mı gerekir?
CEVAP
Âdetli veya abdestli olunsa da fark etmez. Gusülde, abdestte ve namazda Maliki veya Şafii mezhebi taklit edilirse, mesele kalmaz.
Sual: Hanefi mezhebindeyim. Senelerdir namaz kılıyorum. Ancak şimdi iş yerinde bir arkadaş, ağzında dolgu kaplama olanların Maliki mezhebini taklit etmeleri gerektiğini anlattı. Ben de kabul ettim. İşten ayrılamıyorum, burada da gusül imkanı yok. Eve gidene kadar öğle ve ikindi namazlarımı nasıl kılacağım?
CEVAP
İlk fırsatta Maliki’ye göre gusletmeniz gerekir. İnsan tuvalette bile gusleder. Gerekirse öğle ile ikindi takdim ve tehir edilerek kılınır. Mukimken iki namazı cem edebilmek için Hanbeli’ye göre kılmak gerekir. İzin alma ve tuvalette bile gusletme imkanı yoksa, zaruret olduğu için, mevcut guslümü Maliki’ye göre aldım denir. Namaz da Maliki`ye göre kılınır. Gusül imkanı bulur bulmaz da Maliki’ye göre gusledilir.
Sual: Dişlerdeki tartar denilen diş taşından dolayı mezhep taklidi yapılır mı?
CEVAP
Tartardan dolayı mezhep taklidi yapılmaz. Tartar gusle mani değildir.
Sual: Şimdi hazır dişler, damağa vidalanmaktadır. Bunlar da diş dolgusu hükmüne mi girer?
CEVAP
Çıkarıp altını yıkamak imkanı olmadığı için diş dolgusu hükmüne girer.
Sual: Hanefi mezhebinde olan bir kişi dolgu yaptırmasının hemen ardından (Maliki mezhebini taklit ederek) gusül abdesti almasına gerek var mıdır?
CEVAP
Cünüp olana kadar lüzum yoktur. Ancak hemen taklit etmesinde de mahzur olmaz.
Sual: Diş dolgusu olan yaşlı dul kadın ve hadım olan kimselerin mezhep taklidi gerekir mi?
CEVAP
Cünüp olmadıkları için taklide ihtiyaç yoktur.
Sual: Dolgu yaptıran, ilk gusülde mi mezhep taklidine başlar?
CEVAP
Evet.
Sual: Dolgu sebebiyle Şafii`yi taklit ederken, daha kolay diye, Şafii`yi bırakıp, Maliki`yi taklit uygun mu?
CEVAP
Evet uygundur.
Sual: Dolgu dişini söktüren, taklide devam etmesi gerekir mi?
CEVAP
Tekrar gusledinceye kadar taklide devam etmelidir.
Sual: Diş dolgusu olan Maliki mezhebini nasıl taklit eder?
CEVAP
Maliki`nin bu husustaki farzlarına uyar, müfsitlerinden yani o ibadeti bozan durumlardan kaçar. Sadece gusülde değil, gusül ile yaptığı işlerde de bu şartlara uyması lazımdır. Yani hem namazda, hem de abdeste Maliki`nin şartlarına uyup müfsitlerinden kaçması gerekir. Aksi takdirde telfîk yani mezheplerin kolaylıklarını almış olur ki, telfîk haramdır.
Sual: Sigaranın dişlerde bıraktığı katran gusle mâni midir?
CEVAP
Sigaranın diş diplerinde meydana getirdiği katran, sıvı yağlara dahildir. Gusle mâni değildir. Yıkanınca boyası kalırsa, kına gibidir, yine gusle mâni değildir.
Sual: Elime zamk bulaşmıştı. Unutup guslettim. Daha sonra, elimdeki zamkı gördüm. Sadece zamkı kazıyıp altını yıkadım. Yeniden gusle gerek var mıdır?
CEVAP
Sadece zamkı kazıyıp altını yıkamak kâfidir. Gusle gerek yoktur.
Sual: Guslederken konuşmakta mahzur var mıdır?
CEVAP
Guslederken konuşmamak sünnettir. İhtiyaç yokken konuşmamalıdır.
Sual: Sünnet olmamış kimsenin, gusülde sünnet derisinin altını, yıkaması farz mıdır?
CEVAP
Gusülde, sünnet derisinin altını yıkamak farz değil, müstehabdır. (S. Ebediyye)
Sual: Hayzım bittiği halde, gusletmeden beyimle beraber olduk. Bir müddet sonra yattım. Rüyada ihtilam olmuşum. Yani yıkanmadan önce, iki kere daha cünüp oldum. Şimdi, kaç kere cünüp olduysam, o kadar mı gusletmem gerekir?
CEVAP
Hayır, kaç kere cünüp olunursa olsun, bir kere gusletmek yeterli olur. Namaz vakti çıkmadan hemen gusledilmesi gerekir. Namaz kılmadan vakit çıkarsa, namazını kazaya bıraktığı için de, ayrıca büyük günah olur.
Sual: Livata yapınca veya çingene ile zina edince, tuğla eriyinceye kadar yıkanmak mı gerekir?
CEVAP
Hayır, öyle bir şey yok, hurafedir. Livata ve zina büyük günah ise de, bir kere gusleden temiz olur. [Livata, erkeğin erkekle ilişkiye girmesi, zina ise, erkekle kadının nikâhsız olarak cinsel ilişkide bulunması demektir.]
.
Posted in 365 Gün Dua, Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Fetvalar, Fıkıh, Güncel, Gündem, Gusül Abdesti, Sünnet üzere gusletme, Soru Ve Cevaplar, Türkiye | 11 Comments »
Hz. İsa; Hayatı, Tebliği ve Tevhid Mücadelesi
Posted by Site - Yönetici Ekim 26, 2007
Hz. İsa; Hayatı, Tebliği ve Tevhid Mücadelesi
“İsa” kelimesi, Süryânice asıllıdır. “Mübârek” anlamına gelir; aslı “Îşau”dur. Bazı hıristiyan toplumlar “Yesû(s)”, Frenkler “Jesu(s)” derler. “Mesîh” İbrânice bir kelime olup aslı “Meşîha”dır. Hz. İsa’nın bir lâkabıdır, elini sürdüğü hastayı iyileştirdiği, bereketle meshedilerek mânevî kirlerden arındığı, çok seyahat ettiği, annesinden yağ sürülmüş ve tertemiz olarak doğduğu için bu isim verildiği belirtilir. “Meryem” ise Süryânice hizmetkâr anlamındadır. Allah’a adanıp dinin ve Mescid-i Aksâ’nın hizmetinde bulunduğu için bu isim verilmiştir.
Ülü’l azm, yani kendilerine kitap verilmiş büyük peygamberlerden biri olan Hz. İsa, batılı tarihçilere göre, yanlış olarak kendi doğum yılı kabul edilen “milât”tan dört veya beş sene kadar önce dünyaya gelmiştir. Bazı araştırmacılara göre ise milâttan 3 yıl sonra doğduğu kabul edilir. Kudüs yakınlarındaki Nâsıra’da dünyaya gelmiştir. Hz. İsa’nın annesi Hz. Meryem’dir. Kur’an’a göre İmran’ın kızı Hz. Meryem, Beytü’l Makdis’te (Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksâ) zikir ve ibâdetle hayatını geçiriyordu. Allah, ona Cebrail’i bir beşer suretiyle gönderdi. Cebrâil, ona bir oğlan çocuk bağışlaması için Allah tarafından gönderilen bir elçi olduğunu söyledi. Hz. Meryem’in, kendisine bir insan eli değmediği ve iffetsiz olmadığı halde nasıl çocuğu olabileceğini hayretle sorduğunda melek, bunun Allah için kolay olduğunu ve insanlara bir delil, bir mûcize olsun diye Allah’ın böyle hükmettiğini bildirdi. Çocuk doğunca kavmindeki bazı insanlar onu ayıplayacak oldu. Hz. Meryem, bebeğe işaret etti. Çocuk İsa kundakta şöyle dedi: “Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı…” (Bkz. 19/Meryem, 16-37)
Hz. İsa’nın, babasız olarak mûcizevî bir şekilde doğuşu, Allah’ın dilemesinden ibaretti. Hatta Allah katında, oluş itibariyle Âdem (a.s.) ile İsa (a.s.) arasında fark yoktu: “Gerçekten İsa’nın babasız dünyaya geliş hali de Allah katında Âdem’in hali gibidir. Allah, Âdem’i topraktan yarattı, sonra da ona ‘ol’ dedi; o da hemen (insan) oluverdi.” (3/Âl-i İmrân, 59)
Hz. İsa, otuz yaşında, Romalıların elinde bulunan Yahudiye’de Romalılardan Tiberius iktidarı döneminde peygamberlik görevi aldığında bunu İsrâiloğullarına bildirdi. Önce Celile (Galile)’de, sonra Kudüs’te insanları hak dine dâvet etti. Kendisine İncil verildi (3/Âl-i İmrân, 48; 5/Mâide, 46; 57/Hadîd, 27). İnsanları, tek ilâh olan Allah’a ibâdet ve kulluğa çağırmış, O’ndan başka tanrı olmadığını ilân ve tebliğ etmiştir: “Ben, benden önce gelen Tevrat’ı tasdik etmek, size haram kılınan bazı şeyleri de helâl kılmak üzere gönderildim. Size Rabbinizden bir âyet/mûcize getirdim. Allah’tan korkun ve bana itaat edin. Çünkü Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na ibâdet/kulluk edin. İşte bu, dosdoğru yoldur.” (3/Âl-i İmrân, 50-51). Havârilerine ve tüm insanlığa Hz. Muhammed (s.a.s.)’in geleceğini müjdelemiştir (61/Saff, 6).
İsa Mesih, İsrâiloğullarına birçok mûcizeler gösterdiği halde bu mûcizelerin sahibinin Allah olduğunu, mûcizelerin kendi peygamberliğine alâmet olduğunu açık seçik ilân ettiği halde, onlar yine inanmaya yanaşmadılar, küfür ve inatlarında ısrar ettiler. Bütün bunlara rağmen İsa (a.s.) dâvâsından vazgeçmiyordu. “İsa, onlardaki inkârcılığı sezince: ‘Allah yolunda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?’ dedi. Havârîler: ‘Biz, Allah yolunun yardımcılarıyız; Allah’a iman ettik, şâhit ol ki bizler müslümanlarız’ cevabını verdiler. (Havârîler:) ‘Rabbimiz! İndirdiğine iman ettik ve Peygamber’e uyduk. Şimdi bizi (birliğini ve peygamberlerini tasdik eden) şâhitlerden yaz’ dediler.” 3/Âl-i İmrân, 52-53) Havâriler, Hz. İsa’nın yardım isteğine ânında cevap vermişler, Allah’ın yolunda yardım, sosyal nizamı gerçekleştirmeye yardım için derhal ileri atılmışlardı. Her dâvetçinin mutlaka yardımcılara ihtiyacı vardır. Rasûlullah da hicretten az önceki hac mevsiminde şöyle demişti: “Rabbimin sözünü tebliğde bana yardım edecek kimdir? Muhakkak ki Kureyş, Rabbimin sözünü tebliğ etmemi engelliyor.” Nihayet Allah, Medinelileri yardımcı yaptı. Havârî, Habeşçe’den Arapçaya geçmiş bir kelime olup “yardımcı” anlamına geliyordu. Hz. İsa’nın havârileri gibi Hz. Muhammed (s.a.s.)’in de yardımcıları çıktı. “Yardımcılar” anlamına geliyordu “ensâr” kelimesi de.
Havâriler Hz. İsa’ya yardım etmek istediklerinde, İsrâiloğulları, kendi süflî çıkarlarını zedeleyen peygamber hakkında komplo kurmuşlardı; ama Allah, onların tuzaklarını boşa çıkaracak, hilelerine karşılık verecekti (3/Âl-i İmrân, 54). Yahudiler Hz. İsa’yı, dönemin Kudüs valisi Romalı Pontus Pilatus’a şikâyet ederek şöyle dediler: “Birisi çıkmış, insanları saptırıyor, düzene ve krala itaatten insanları çeviriyor, bölücülük yapıyor, birliği parçalıyor, insanların arasına nifak sokuyor. Baba ile evlâdın arasını ayırıyor…” Hatta büyük bir iftira ile kötü kadının oğlu olduğunu bile söylemekten çekinmediler. Yöneticileri Hz. İsa’nın aleyhine tahrik ettiler. Havârilerden sayılan Yahuda da Hz. İsa’ya ihanet etti ve hıristiyanların inancına göre Hz. İsa çarmıha gerilerek öldürüldü. Kur’an ise şöyle der: “Halbuki onlar İsa’yı öldürmediler ve asmadılar. Fakat (öldürdükleri) onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilâfa düşenler bundan dolayı tam bir kararsızlık içindedirler; bu hususta zanna uymak dışında hiçbir (sağlam) bilgileri yoktur ve kesin olarak onu öldürmediler.” (4/Nisâ, 157) Allah, Nûh’u tûfandan, İbrâhim’i Nemrut’tan ve ateşten, Mûsâ’yı Firavun’dan ve boğulmaktan, Muhammed Mustafa’yı müşriklerin tuzaklarından koruyup kurtardığı gibi İsa’yı da, onu öldürmek isteyen yahudilerin elinden kurtarmış, Hz. İsa’ya ihanet ederek bulunduğu yeri askerlere gösteren kişiyi İsa’ya benzeterek onu öldürtmüştür.
Onu kendi katına kaldırmıştır. Ancak bunun şekli ve zamanı üzerinde farklı açıklamalar ve anlayışlar vardır. Âlimlerin çoğunluğuna göre, Allah onu kudretiyle manevî semâlardaki hususi mevkiine kaldırmıştır, kıyametten önce tekrar dünyaya gönderecektir (Bkz. 43/Zuhruf, 61). Bu değerlendirmeye göre, cisim ve rûhuyla göğe yükseltilen Hz. İsa, Kıyâmet vaktine yakın yeryüzüne inecek, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve İslâm şeriatıyla hükmedecektir.
Bir başka anlayışa göre Allah onu yahudilerden korumuş, eceli gelince onu vefat ettirmiş ve rûhunu semâdaki yerine kaldırmıştır. Kıyâmetten önce gelecek olan da onun rûhudur. “Allah buyurmuştu ki: ‘Ey İsa, seni vefat ettireceğim, seni nezdime yükselteceğim, seni inkâr edenlerden arındıracağım ve sana uyanları kıyamete kadar kâfirlerden üstün kılacağım…” (3/Âl-i İmrân, 55)
“Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: ‘Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a ibâdet/kulluk edin’ dedim. İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerine kontrolcü idim. Beni vefat ettirince artık onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen her şeyi hakkıyla görensin.” (5/Mâide, 117)
“İsa şöyle dedi: ‘Ben Allah’ın kuluyum. O bana Kitab verdi ve beni peygamber yaptı. Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti.” (19/Meryem, 30-31)
Hz. İsa’yı ve annesini tanrılaştırıp teslis akidesini oluşturan hıristiyanlarla Hz. İsa, Kıyâmet gününde yüzleştirilecek ve böylece hıristiyanların uydurdukları yalan ve iftiralar tümüyle ortaya çıkacaktır (Bkz. 5/Mâide, 117).
Hıristiyanlık, Hz. İsa’ya ilk olarak inanan havârilerin kabullerinden oluşmaktadır. Aslında Kur’an’ın ifadesine göre, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği din hıristiyanlık, havâriler de hıristiyan değildi. Onlar saf ve temiz müslümanlardı: “Havârîler dediler ki: ‘Biz Allah’a iman ettik; şâhid ol ki biz müslümanlarız.” (3/Âl-i İmrân, 52). Sonra İslâm’dan ferâgat edilerek, özellikle Pavlos’un ve bazı mühtedî rolündeki yahûdilerin kasıtlı, bazı câhillerin de iyi niyetli tahrifleriyle hıristiyanlık adı altında yeni bir din ortaya çıktı. “Hıristiyanlık” ismini ilk kez kullanmaya başlayan 43-44 yıllarında Antakya’lı müşrikler oldu. Pavlos ve Barnabas Antakya yöresine gelip dinlerini yaymak istediklerinde, kendilerine karşı çıkan müşrikler onlara alaylı bir şekilde Mesîhî anlamına gelen “hıristiyan” dediler. Daha sonra bu isim yaygınlık kazandı ve o günden itibaren kullanılmaya başlandı. Ancak Kur’ân-ı Kerim’de Hz. İsa’ya tâbi olanlara hiçbir zaman hıristiyan denilmemiştir. Onlara “nasârâ”, yani “yardımcılar” adı verilmiştir. (1)
Nasârâ, yani Hz. İsa’nın yardımcıları, onun insanların arasından çekilmesinden sonra çeşitli fırkalara ayrıldılar. Kimileri inkâr etmeye kalkarken, kimi de onu Tanrı’nın oğlu, hatta daha da ileri götürerek Tanrı ilân etmeye başladılar. Kur’an, bunların küfür ve şirklerini ilân ediyor: “Andolsun ki ‘Allah, Meryem oğlu Mesih’tir’ diyenler kâfir olmuşlardır. Halbuki Mesih: ‘Ey İsrâiloğulları! Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a ibâdet/kulluk edin. Bilin ki kim Allah’a ortak koşarsa muhakkak ki Allah ona cenneti haram kılar; artık onun yeri ateştir ve zâlimler için yardımcılar yoktur’ demişti. Andolsun ‘Allah, üçün üçüncüsüdür’ diyenler de kâfir olmuşlardır. Halbuki tek bir ilâhtan başka hiçbir tanrı yoktur. Eğer diyegeldiklerinden vazgeçmezlerse, içlerinden kâfir olanlara acı bir azap vardır.” (5/Mâide, 72-73 ve bkz. 9/Tevbe, 30-31)
İsa (a.s.) hakkında böyle fırkalara ayrılan İsrâiloğulları, yaklaşık üç yüz sene sonra Doğu Roma İmparatoru Konstantin hıristiyanlığı kabul etti. Onun putperest anlayışı benimsetmek ve hıristiyanlığı bozmak için bu dine girdiği de söylenir. Şurası kesindir ki, Konstantin, Mesih’in getirdiği dini devlet dini haline getirmek için değiştirip tahrif etti. Dinde atmalar ve katmalar yaptı. Tevhid içerikli İncilleri yaktırdığı gibi, papalığı ilk defa o ortaya çıkardı. Kiliselere resimler, heykeller, putlar girmeye başladı. Mesih’in işlediğini zannettikleri bir günah sebebiyle orucu on gün arttırdılar. Böylece Mesih’in dini Konstantin’in dini oldu. Bunun yanı sıran Konstantin, on iki binden fazla kilise, manastır yaptırdı. Kendi adıyla anılan Kostantiniyye (İstanbul) şehrini kurdu ve kraliyet ailesini yeni dine soktu.
Hıristiyanlar, Hz. İsa’dan sonra sadece tevhid kavramını zedelemekle kalmadılar. Bir çeşit putperestliğe de başladılar; azizlere, havârîlere, râhiplere ve mezarlara tapmaya başladılar. Kiliselere Hz. İsa, Hz. Meryem, havâriler, melekler ve hûrilerin heykelleri/putları yerleştirildi. 431 yılında papa kurulu bir araya gelerek Hz. İsa’nın ulûhiyetini ve Hz. Meryem’in “Tanrı’nın anası” olduğu akîdesini resmen kabul ettiler. Yahûdilerin Tevrat’ı ve Hz. Mûsâ’nın dinini tahrif ettikleri gibi; hıristiyanlar da İncil’i ve Hz. İsa’nın getirdiği dini tahrif ettiler. (2)
Unutulmamalıdır ki, yeryüzündeki bütün dinlerden, sadece İslâmiyet, hıristiyanlığın temel inançlarından olan Hz. İsa’nın babasız olarak, iffetli ve dindar bir bâkireden doğduğunu kabul etmiştir. Yalnız müslümanlar, Hz. İsa’nın peygamber, hem de vahy ürünü olan, içinde hikmet ve nur olan İncil’i getiren büyük peygamber olduğunu kabul ederler. Hıristiyanların, kendilerine müslümanlardan çok yakın kabul ettikleri yahudiler, bütün bu konularda inançsızdırlar ve de Hz. İsa’yı kendilerinin öldürdüklerini ileri sürerek bununla iftihar bile ederler. Yahûdiler, Hz. İsa’nın peygamberliğine de, İncil’in vahy ürünü kutsal bir kitap olduğuna da inanmazlar.
Hz. İsa, ancak üç yıl tebliğini sürdürme fırsatı bulmuş, 33 yaşında, gençlik döneminde tevhidi hâkim kılmaya çalıştığı toplumunun arasından ayrılmak mecburiyetinde bırakılmıştır. Hz. İsa’nın tebliğ ettiği tevhid dini, Hz. İsa’dan çok kısa bir zaman sonra tanınmayacak kadar şirk ve küfür unsurları katılarak hak din vasfını kaybetmiştir. Dinin bu tebdil ve tahrifinde en büyük pay ve en büyük vebal, Hz. İsa’nın yoluna ihanet eden Pavlos’un ve ona körü körüne uyan papazlarındır.
Posted in H.z İsa, Peygamberler | Leave a Comment »
Hadis-i Şeriflerde Meryem (a.s.)
Posted by Site - Yönetici Ekim 26, 2007
Hadis-i Şeriflerde Meryem (a.s.)
“Zamanındaki dünya kadınlarının hayırlısı İmrân kızı Meryem’dir. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hadîce’dir.” (S. Buhâri Tecrîd-i Sarih Terc. c. 9, s. 167)
İbn Abbâs (r.a.): “…İbrahim’in âilesi ve İmrân’ın âilesi…” (3/Âl-i İmrân, 33) âyeti hakkında: “Onlar, İbrahim’in neslinden, İmran’ın neslinden, Yâsin’in neslinden ve Muhammed’in neslinden imân eden kimselerdir.” Allah Teâla hazretleri şöyle buyuruyor: “Gerçekten, insanlardan İbrahim’e en yakın olanı her halde (zamanında) ona tâbi olanlarla şu peygamber ve (şu) imân edenlerdir. Allah da o imân edenlerin yâridir” (3/Âl-i İmrân, 68) demiştir. Bu hadisi Buhârî, muallak (senetsiz) olarak tahric etmiştir (Enbiya, 44) (Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, 3/361)
Açıklama: İbn Abbâs (r.a.)’ın açıklık getirdiği âyet tam olarak şöyledir: “Allah Adem’i, Nuh’u, İbrahim âilesini, İmrân âilesini -birbirinin soyundan olarak- âlemlere tercih etti…” (3/Âl-i İmrân, 33-34). İbn Abbâs (r.a.) burada İlâhî tercihin, bütün İmrân hânedanına şâmil ve âm gibi gözükse de aslında öyle olmadığını, İmran hânedanına mensup olanlardan bâzılarının maksud olduğunu belirtiyor. Bu kanaatine delil olarak bir başka âyet zikrediyor: “Gerçekten, İbrahim’e insanlardan en yakın olanı herhalde (zamanında) ona tâbi olanlarla, şu peygamber ve (şu) iman edenlerdir…” (3/Âl-i İmran, 68) (İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/361)
Yine İbn Abbas (r.a.), sâliha kadının: “Rabbim, karnımdakini âzadlı bir kul olarak Sana adadım” (3/Âl-i İmrân, 35) sözünü tefsir sadedinde şöyle der: “Yani sırf mescide hizmet etmesi için.” (Buhârî, bu rivâyeti bab başlığı olarak tahric etmiştir. Buhârî, Salât 74; İ. Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları, 3/361-362)
Açıklama: İbn Abbas (r.a.)’ın açıkladığı âyet, Âl-i İmrân sûresinde geçer. Meâli şöyledir: “İmran’ın karısı ‘Yâ Rabbi! Karnımda olanı, sadece Sana hizmet etmek üzere adadım, benden kabul buyur, doğrusu hakkıyla işiten ve bilen ancak Sensin’ demişti.” (3/Âl-i İmrân, 35)
Âyetin de sarîh olarak belirttiği üzere, bu duayı yapan Hz. İmran’ın sâliha hanımı Hanne hâtundur. Müteâkip âyet doğan çocuğun kız olacağını ve “Meryem” diye isim verileceğini belirtir. Yani Hz. İsâ’yı doğuracak olan Meryem-i Betûl’dür.
Şârihlerin açıkladığı üzere, eski şeriâtlarda, çocukların adanmasıyla ilgili nezirler sahih imiş. Ayetten bu anlaşılmaktadır. Yine ayet-i kerîme, hizmet etmek suretiyle mescidlere hürmet ifasının eski ümmetlerde de meşrû bir gelenek olduğunu göstermektedir. Çünkü Hz. İmran’ın hanımı, doğacak olan çocuğunu mescidde hizmet etmeye adamıştır. Ancak doğan çocuk erkek değil kız olmuştur.
Buhârî, bu ayetle ilgili İbnu Abbâs’ın yorumunu bab başlığı yaptıktan sonra babta tek hadis rivâyet eder. Hadiste, Ebu Hüreyre (radıyallahu anh), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) zamanında devamlı olarak mescidin kayyumluğunu yapan yani temizlik işlerini yürüten bir kadının vefatını sonradan öğrenen Efendimizin, kabrine giderek namaz kıldığını belirtir.
İbn Abbâs’ın İmran’ın karısının doğacak çocuğunu, mescide hizmet için adadığına dair yorumunu bab başlığı olarak kaydettikten sonra böyle bir hadisi rivayet etmesinden Buhârî’nin, kadınların mescid kayyumluğu yapabileceği kanaatinde olduğuna dikkat çekerler. Buharî, bu kanaate, ayetle ilgili İbnu Abbâs’ın yorumuyla ulaşmış ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’in sünnetinde bir örnek bulmuş olmaktadır.
Buharî’nin rivâyetinde mescidi temizleyen kimsenin siyah bir kadın mı, siyah bir erkek mi olduğuna dair tereddüt vardır. Ancak râvîlerden biri kadın olduğuna dair kesin kanaat beyan eder. Ayrıca Buhârî dışındaki bâzı rivayetlerde siyâhî bir kadın olduğu, isminin de Ümmü Mihcen (r. Anhâ) olduğu belirtilir.
Buhârî’nin yukarıda belirtilenden bir önceki bâbındaki rivâyette Hz. Peygamber (s.a.s.) göremez olunca, ne oldu? diye sorar, ölmüş olduğu söylenince: “Bana niye haber vermediniz, keşke haber etseydiniz, bâri kabrini gösterin” buyurur.
Efendimiz (s.a.s.) kabrinin üzerine gider namaz kılar. Rasûlullah’ın bu alâka ve iltifatları görülen hizmetin şerefinden ve nazarındaki ehemmiyetinden ve yüceliğindendir. Nitekim âlimlerimiz mescide hizmet etmenin faziletli bir amel olduğunu bu rivayete dayanarak ifade ederler. İbn Battâl bu rivayette mecsidi süpürme ve temizlemeye teşvik olduğu, bu hizmetin şerefi sebebiyle definden sonra kayyum için namaz kılmaya ruhsat verdiğini söyler. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in de mübârek elleriyle bizzat mescidi süpürdüğü rivayet edilmiştir. Binâenaleyh mescide hizmet sâlihlerin işi olmaktadır.
Hadisten şu hükümler çıkarılmıştır:
1- Hizmetçi, dost vs. tanıdıkları, görünmez olunca soruşturmak gerekir.
2- Müslümanlara hizmet etmeye kendini adayan kimselere dua ve terahhumda eşit davranmalıdır.
3- Sâlih kimselerin cenâzesine katılmaya rağbet edilmelidir.
4- Hadiste kabir üstünde namaz kılmaya cevaz vardır. Anak bu ihtilaflı bir konudur. Ashabtan Hz. Ali, Ebu Musa, İbnu Ömer, İbnu Mes’ud, Hz. Aişe (radıyallahu anhüm ecmâin) başta bazıları bunu câiz addetmiş, Evzâî, Şâfiî, Ahmed, İshâk (rahimehumullah) bu görüşü benimsemişlerdir. Nehâî, Hasan Basrî, Sevrî, Ebu Hanîfe, Leys ve Mâlik de câiz görmemişlerdir. Bazıları da “veli veya vâli kılmamışsa onlara câiz olur” demiştir. Tecviz edenler de tekrar definden ne müddet sonraya kadar namaz kılınabileceğinde ihtilâf etmişlerdir: Bir aya kadar, cesedi çürümedikçe, ebediyyen kılınabilir diyenler olmuştur.
5- Öleni duyurmak müstehabtır. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/3632-363)
Ebû Hüreyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular: “Yeni doğan her insan yavrusuna, doğduğu anda şeytan mutlaka bir dürter. Yavru, onun dürtmesi(nin verdiği rahatsızlık) sebebiyle bağırarak ağlar. Hazret-i Meryem ve onun oğlu İsa bundan hâriçtir.” Ebu Hüreyre sözüne devamla: “İsterseniz şu âyeti de okuyun dedi: ‘Meryem: ‘…Ben onu da soyunu da kovulmuş şeytandan sana sığındırırım’ dedi.” (3/Âl-i İmrân, 36). Buhârî, Tefsir, Âl-i İmrân: 2; Müslim, Fedail: 146, 2366. H. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/364)
Açıklama: Hadiste şeytanın dürtmesinden selamette kalıp kurtulma durumu sâdece Hz. İsâ ve annesine mahsûs bir imtiyaz, bir fazilet olarak ifâde edilmiştir. Kadı İyaz bu imtiyazın bütün peygamberlere şâmil olduğu kanaatindedir. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/354)
İbn Abbâs (r.a.), “Meryem’i hangisi himâyesine alacak diye (kura çekmek üzere) kalemlerini atarken sen yanlarında değildin” (3/Âl-i İmrân, 44) âyetiyle ilgili olarak buyurdu ki: “Kur’a çekmek üzere kalemlerini (suya) attılar. Kalemler akıntıyla beraber gitti. Sâdece Zekeriyyâ’nın kalemi suyun üstüne çıktı.” (Hadisi Buhârî, bab başlığında tahric etti. Buhârî, Şehâdet: 30; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/364)
Açıklama: Hz. Meryem’i himaye etmek hususunda aralarında ihtilâf çıkınca kur’aya başvuruyorlar. Rivayetten anlaşıldığı üzere, kur’a çekme usullerince, herkes bir kalem alarak suya atıyor. Hepsinin kalemi suyun dibinde akıntıya kapılıp giderken Hz. Zekeriya (aleyhisselam)’nın kalemi suyun yüzüne çıkıyor ve Hz. Meryem’i himaye etme şerefi onda kalıyor.
Buhârî Hazretleri İbnu Abbâs’ın okuduğu ayette bazı müşkillerin hallinde kur’aya başvurmanın meşrû olduğuna dair bir delil görmektedir. Çünkü, alimlerin çoğunlukla kabul ettikleri bir prensibe göre, bizden öncekilerin şeriatı bizim için de muteberdir, yeter ki bizim şeriatımızda onun neshine dair bir beyân veya ona muhâlif bir hüküm bulunmamış olsun. Hususen şeriatımız, bu ayette olduğu üzere, onu istihsan yoluyla nakletmek suretiyle takrir etmişse.
İslâm ulemâsı çoğunluk itibarıyla ihtilâflı meselelerde kur’aya başvurmanın câiz olduğuna hükmetmiştir Hz. Peygamber (s.a.s.) de zaman zaman kur’aya başvurmuştur. Meselâ, sefere çıktığı zaman berâberinde götüreceği zevcesini kur’a çekerek tesbit ederdi. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/354-365)
Muğîre İbnu Şu’be (r.a.) anlatıyor: “Ben, Necrân’a gelince bana sordular: “Sizler şu âyeti okuyorsunuz: “Ey Hârun’un kız kardeşi, baban kötü bir kimse değildi…” (19/Meryem, 28). Halbuki, Hz. Mûsâ, Hz. İsa (a.s.)’dan yüzlerce yıl önce yaşamıştır. (Nasıl olur da Hz. İsa’nın annesi olan Hz. Meryem, Hz. Mûsâ’nın erkek kardeşi olan Hz. Hârun’un kız kardeşi olur?)” Ben Medine’ye Rasûlullah (s.a.s.)’ın yanına gelince, bu meseleyi ona sordum, şu cevapta bulundular: “Onlar, kendilerinden önce yaşamış olan peygamberlerinin ve sâlih kişilerin isimleriyle isimleniyorlardı.” (Müslim, Âdâb 9, hadis no: 2135; Tirmizî, Tefsir, Meryem, h. no: 3154; İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/87)
Açıklama:
1- Âlimlerimiz büyük çoğunluğuyla, bu hadise dayanarak, peygamberlerin isimlerinin çocuklara verilebileceği görüşüne varmışlardır. Nitekim Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) de, oğluna İbrahim adını koymuştur. Ashab arasında da pek çok kimse daha önceki peygamberlerin isimlerini taşıyorlardı. Bazı âlimler, meleklerin ismini çocuklara koymanın câiz olduğunu söylemiştir. İmam Malik gibi Cibril ve Yâsin isimlerinin verilmesini mekrûh addeden de olmuştur.
2- Hadiste geçen Necrân yer ismidir. Bu ismi taşıyan birden fazla yer mevcuttur: en-Nihâye’nin verdiği bilgiye göre Hicâz’la Şam ve Yemen arasında bir yerin adıdır. Yemen’de, Bahreyn’de, Dımeşk yakınlarında da Necrân adını taşıyan yerlerin bulunduğu belirtilir.
Necran ahâlisi Hıristiyandır. Rasûlullah (s.a.s.)’ın sağlığında Medine’ye gönderdikleri bir heyetle Müslümanlarla sulh anlaşması yapmışlardır. Necrân ahâlisi Hıristiyan olduğu için Hz. Muğîre’ye, Hz. Meryem’in Hz. Hârun’un kızkardeşi olamayacağını söyleyerek, “Kur’ân’da geçen “Ey Hârun’un kızkardeşi” tâbirine itirazî soru sorarlar. Rivâyetin Tirmizî’deki metninde şu ziyâde var: Hz. Muğîre İbn Şu’be der ki: “Ben bu soruya nasıl cevap vereceğimi bilemedim, dönüp durumu Hz. Peygamber (s.a.s)’e haber verdim…”
Hz. Peygamber: “Onlar kendilerinden önceki peygamberlerinin ve sâlihlerin adlarını koyarlardı” buyurarak, Hz. Meryem’in Hârun isminde bir kardeşi olduğunu haber veriyor. Yani, âyetteki: “Ey Hârun’un kız kardeşi” tabirinde geçen Hârun, Hz. Mûsâ (a.s.)’nın kardeşi olan, fesâhatiyle meşhur Hârun (a.s.) değildir.
Bazı âlimler Kur’an’ın bu tâbirinden hareketle, Hz. Meryem’in, Hz. Musa’nın kardeşi olan Hz. Harun’un neslinden olduğu kanaatine varmışlardır. Bu kanaatte olanlara göre, aradaki bu kan bağı sebebiyle Hz. Meryem’in cedd-i emced’i olan Hz. Hârun (aleyhisselam)’a nisbet edilerek “Hârun’un kızkardeşi” diye isimlendirilmesi câizdir. Çünkü, Arap örfünde, bir Temimli’ye, “Ey Temim’in kardeşi”, Mudarlı’ya da “Ey Mudar’ın kardeşi” denmesi câizdir.
Hatta, bu hitabı yorumlayanlar arasında şöyle diyen de olmuştur: “Hârun ismindeki bu zat belki de açıktan fısk işleyen birisi idi, bu sebeple Hz. Meryem’i ona nisbet ettiler. “En doğru te’vil, şüphesiz Rasûlullah (s.a.s.)’tan kaydedilen açıklamadır (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 4/87-88).
3. (4483)- Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “(Âhiretin) en hayırlı kadını Meryem Bintu İmrân’dır. (Dünyanın) en hayırlı kadını Hatice Bintu Huveylid’dir.” Râvi bunu söylerken, eliyle semâya ve arza işaret etti. [Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr 20, Enbiya 45; Müslim, Fezâilu’s-Sahâbe 69, (2430); Tirmizî, Menâkıb, (3887).]
Rezîn bir rivayette şu ziyadeyi kaydetmiştir: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Erkeklerden pek çokları kemâle ermiştir. Kadınlardan ise İmrân’ın kızı Meryem, Firavun’un karısı Asiye, Huveylid’in kızı Hatice ve Muhammed’in kızı Fâtıma’dan başka kimse kemâle ermemiştir. Hz. Aişe’nin kadınlara üstünlüğü, tiridin diğer yiyeceklere üstünlüğü gibidir.” Bu rivayet Buhârî’de Ebû Musa hadisi olarak gelmiştir (Enbiya 45). [Müslim, Fezâuilu’s-Sahabe 70, (2431); Tirmizî, Et’ime 31, (1835).] (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/37)
Açıklama:
1- Bu hadisteki zamirin nereye râci olduğunda ihtilâf edilmiştir. Hadisin, Hz. Hatice’nin sağlığında vürud etmiş olması halinde birinci zamirin “semâ”ya, ikinci zamirin “dünya”ya ait olması muhtemeldir. Te’vili şöyle olur: “Ölüp ruhu semaya yükselen kadınların en hayırlısı Meryem’dir. Yeryüzünde yaşamakta olan kadınların en hayırlısı da Hatice’dir.” “Eliyle işaret etti” ziyadesi bu te’vili te’yid eder. Ancak Buhârî’nin rivayetinde bu ziyade mevcut değildir. Biz bu te’vili esas alarak (semâ) ve (dünya) kelimelerini parantez arasında kaydettik. Ancak bazı âlimler o zamirleri zamanlarıyla tevil ederek: “Meryem zamanının en hayırlı kadını Hz. Meryem’dir”, “Hatice de kendi devrinin en hayırlı kadınıdır” şeklinde manayı tevcih etmişlerdir. İbnu Hacer, şârihlerin çoğunlukla bu ikinci te’vilde cezmettiklerini belirtir.
2- Rezin ilâvesi olarak kaydedilen rivayette kadınlardan sadece dört tanesinin kemale erdiği belirtilmektedir. Hadisin Buharî ve Müslim’deki veçhinde ise kemâle erenler olarak sadece Hz. Asiye ile Hz. Meryem zikredilir, diğer ikisi zikredilmez. İslâm âlimleri bu hadisteki “kemâl”den murad nedir? münakaşa etmiştir. Bazıları bunu “nübüvvet” olarak yorumlayarak, kadınlardan da peygamber geldiğini ileri sürmüştür. “Çünkü derler, insan nevinin en kâmilleri peygamberlerdir; sonra veliler, sıddikler ve şehidler gelir. Asiye ile Meryem, peygamber olmasalar, kadınlar içerisinde hiçbir velî, sıddîk ve şehid bulunmamak lazım gelir. Hakikatte ise bu sıfatlar birçok kadınlarda bulunmaktadır. Rasûlullah (s.a.s.) bu hadislerinde Asiye ile Meryem’den başka peygamber olan yoktur buyurmuşa benziyor.”
Bu istinbatın oldukça su götüreceği açıktır. Peygamber bir tebliğ getiren insandır. Ne âyetlerde ve ne de hadislerde bunların tebliğ sahibi oldukları ifade edilmemiştir. Onların peygamber olma delili, yorumdan öte bir dayanağa sahip değildir. Nitekim bazı alimler de: “Kemâl sözünden onların peygamber olması lazım gelmez. Çünkü bu söz, birşeyin tamamını ve kendi nev’inde son dereceye ulaştığını ifade eder. Öyle ise burada murad, Asiye ile Meryem’in, kadınlar arasında faziletlerde, en üstün mertebeye ulaştıklarını anlatmaktır” demiştir. Kirmanî: “Kadınlardan peygamber gelmediğine icma naklolunmuştur” der. Ancak Eş’arî hazretleri kadınlardan altı peygamber gelmiştir der ve sayar: “Havva, Sâre, Hz. Mûsâ’nın annesi, Hacer, Asiye ve Meryem.”
Kurtubî: “Sahih kavle göre Hz. Meryem, Peygamberdir. Çünkü ona melek vasıtasıyla vahiy gelmiştir. Asiye’ye gelince onun peygamberliğine delâlet eden bir rivâyet yoktur” diyor.
Asiye Bintu Müzahim, Firavun’un karısıdır. Rivayete göre, Hz. Musa, Firavun’un sihirbazlarına galebe çalınca Asiye iman etmiştir. Firavun bunu anlayınca onun el ve ayaklarını kazıklarla yere çaktırarak güneşe karşı üzerine büyükbir kaya konmasını emretmiştir. Kaya getirildiği vakit Asiye: “Ya Rabbi, benim için cennetinde bir ev yap” (Tahrim 11) diye niyazda bulunmuş, o anda cennette inciden mâmul evi kendisine gösterilmiş ve ruhu kabzedilmişti. Böylece getirilen kaya ruhsuz cesedinin üzerine konmuştu.
Hz. Meryem, İmran’ın kızıdır ve Hz. İsa’nın annesidir. Kur’ân bir çok defa ondan bahseder. Herhangi bir erkek kendisine temas etmeden mucize olarak Hz. İsa’yı dünyaya getirmiştir. Yahudiler onu bakire olduğu halde çocuk doğurduğu için iffetsizlikle itham etmişlerse de, beşikteki çocuk bir mucize eseri olarak konuşup annesini tebrie etmiştir. (İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/37-39)
3- Hz. Hatice’nin efdaliyetine gelince: İlgili hadislerin şerhi sırasında alimler birkaç mesele üzerinde dururlar.
Çünkü ilgili hadisler bir kaç probleme birden temas eder:
1- Fazilette Hz. Hatice, Hz. Fâtıma veya Hz. Âişe’den (r. anhünne) hangisi mukaddemdir?
2- Kadınlardan peygamber gelmiş midir?
3- Hangi kadınlar peygamberdir? gibi. Şu halde nasların tabiatından çıkan bu meselelere burada yer vereceğiz.
Bezzâr’ın Ammâr İbnu Yasir’den kaydettiği bir rivayette: “Hatice, ümmetinin kadınlarının hepsinden üstündür, tıpkı Meryem’in cihan kadınlarına üstün olduğu gibi” buyrulmuştur. Âlimler bu rivayete dayanarak Hz. Hatice’nin Hz. Aişe’den üstün olduğunu söylemişlerdir. Ancak İbnu’t-Tîn der ki: “Hz. Aişe’nin bu hadise dahil olmama ihtimali var, çünkü o, Hatice (radıyallahu anhâ) vefat ettiği zaman üç yaşlarında idi. Hadiste büluğa ermiş kadınların kastedilmiş olmaları muhtemeldir.” İbnu Hacer bu yorumu zayıf bulur: “Çünkü der, nisâ kelimesi büluğa eren-ermeyen bütün kadınlara şâmildir. Ayrıca hadis, mevcut olan kadınları da, sonradan gelecekleri de içine almaktadır.” İbnu Hacer devamla: Nesâî ve başka kaynaklarda İbnu Abbâs’tan gelen şu merfu rivayeti kaydeder: “Cennet kadınlarının en hayırlıları Hatice, Fatıma, Meryem ve Asiye’dir” ve der ki: “Bu hadis sarih bir nasstır, tevile de ihtimali yoktur.” Kurtubî, bu dört kadından Meryem hariç hiçbiri hakkında peygamber olduğuna dair sabit bir delil mevcut olmadığını, hadisin bir başka vechinin bu mevzudaki işkâli bertaraf edecek bir açıklıkta geldiğini belirtir: “Cihan kadınlarının efendisi Meryem’dir, sonra Fatıma, sonra Hatice, sonra Asiye gelir.” Arkadan şu neticeye varır: “Kim Meryem, peygamber değildir” derse bu hadisi ve başkasını hadiste mevcut olmadığı halde baziyyet ifade eden “min” var diye yoruma tabi tutmak zorunda kalır. Bu durumda mana: “Cihan kadınlarının efendilerinden biri Meryem’dir…” olur.”
Görüldüğü üzere Kurtubî, efdaliyet meselesinde hep Hz. Meryem’i öne çıkarma, onun peygamber olduğuna dair kanaatini ispatlama cihetine gitmektedir. Kadın peygamberin varlığına meylettiği sezilen İbnu Hacer, Kurtubî’nin dayandığı delili kabul etmese de vardığı neticeye başka delillerle ulaşmaya çalışır. Şöyle ki: O önce Kurtubî’nin “işkali bertaraf edecek bir üslubta” olmamakla değerlendirdiği ikinci hadisin sabit olmadığını, hadisin Ebû Davud ve Hâkim’deki aslının tertib sigası ile gelmediğini belirtir. Sonra der ki: “Hz. Meryem’in, sadedinde olduğumuz babta Hz. Hatice ile fazilet yönüyle eşit olduklarını ifade eden bir üslubla zikredilmiş olmasını esas alarak: “Hz. Meryem peygamber değildir, çünkü Hz. Hatice ulemânın ittifakıyla peygamber değildir” diyenlere şu cevap verilir: “İkisinin hayırlılıkta eşitlikleri bütün sıfatlarda eşit olmalarını gerektirmez. Nitekim Ehâdisu’l-Enbiya bölümündeki tercüme-i halinde bu babta söylenenlere yer verdik.” İbnu Hacer’in atıf yaptığı bahsi yukarıda kısmen vermiş isek de burada aynen alıyoruz: “Âyet-i kerîmede Hz. Meryem’le ilgili olarak geçen “Hani melekler Meryem’e şöyle demişlerdi: ‘Ey Meryem, muhakkak ki Allah seni seçkin kıldı, tertemiz yaptı ve dünya kadınlarına üstün tuttu…” (3/Âl-i İmran, 42) âyetine dayanarak Hz. Meryem’in peygamber olduğuna hükmettiler. Ancak, ayet bu hükmü vermede çok sarih değil. Fakat Meryem Sûresinde onun peygamberlerle zikredilmiş olması bu hükmü te’yid eder. Onun sıddîka olarak tavsif edilmesi de peygamber olmasına mani değildir. Nitekim Hz. Yûsuf da sıddîk olmakla da mevsuftur. Eş’ârî’den nakledildiğine göre, birçok kadın peygamber mevcuttur. İbnu Hazm onları altıya münhasır kılmıştır: Havva, Sâre, Hacer, Musa’ nın annesi, Asiye ve Meryem. Kurtubî, Sâre ve Hacer’i iskât eder. İbnu Abdilberr bunu el-Tenkîd’de fukahanın çoğunun görüşü olarak nakleder. Kurtubî der ki: “Sahih olan şu ki Hz. Meryem, peygamberdir.” Kadı İyaz der ki: “Cumhur, bu görüşün hilafını söylemiştir.” Nevevî, el-Ezkâr’da der ki: “el-İmam, Hz. Meryem’in peygamber olmadığı hususunda icma nakleder. Hasan Basrî’den nakle göre: “Ne kadınlardan ne de cinlerden peygamber gelmemiştir.” es-Sübki el-Kebir der ki: “Benim nezdimde bu mesele ile ilgili hiçbir sabit rivayet yoktur.” Bu görüşü Süheylî Ravzu’l-Unf’un sonunda fakihlerin çoğundan nakleder.” İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/39-40)
“Ben, dünyada da âhirette de Meryem’in oğluna insanların en yakınıyım. Benimle onun arasında başka bir peygamber yok. Peygamberler anneleri ayrı, babaları bir kardeştirler, dinleri de birdir.” (Buhârî, Enbiyâ, 44; Müslim, Fezâil 145, hd. no: 2365; Ebû Dâvud, Sünnet 14, hd. no: 4675; Tecrîd-i Sarih Terc. c. 9, s. 179-180)
“Nasârânın (hıristiyanların) İbn Meryem’i (Hz. İsa’yı) bâtıl üzere medhettikleri gibi siz de beni medhetmekte mübâlâğa etmeyin! Şüphesiz ki, ben bir kulum; bana: ‘Allah’ın kulu ve O’nun rasûlü’ deyin.” (S. Buhâri Tecrîd-i Sarih Terc. c. 9, s. 181)
Posted in H.z Meryem, H.z İsa, Hadis-i Şerifler | Leave a Comment »
Meryem Sûresi
Posted by Site - Yönetici Ekim 26, 2007
Meryem Sûresi
Kur’ân-ı Kerim’in on dokuzuncu sûresinin adı, Meryem Sûresidir. Doksan sekiz âyet, dokuz yüz altmış iki kelime ve üç bin sekiz yüz iki harften ibârettir. Fâsılası elif, dal, mim ve nun harfleridir. Mekkî sûrelerden olup, mushaf tertibinde 35. sûre olan Fâtır sûresinden sonra nâzil olmuştur. Elli sekiz ve yetmiş birinci âyetleri Medenîdir. Adını otuz altıncı âyetinde geçen Meryem kelimesinden almıştır.
Sûrenin gâyesi, Mekke’de inen diğer sûrelerde olduğu gibi, Yüce Allah’ın kendisine lâyık olmayan şeylerden uzak olduğunu ifâde ederek, tevhid inancını yerleştirmek, öldükten sonra dirilmeyi ve âhirette hesaba çekilmeyi ispat etmektir.
Yüce Allah, insanların ve diğer canlıların üreyip çoğalmalarını birtakım biyolojik kanunlara bağlamıştır. Bu kanunlar hiç değişmeden aynen devam edegeldiği için, başka bir şeklin imkânsız olduğunu akla getirebilir. Böyle bir düşünce ise Cenâbı Hakk’ın irâde ve kudretinin de sanki bu kanunlara uymaya mahkûm olduğu kanaatini verebileceği için tevhîd inancına, yani Allah’ın her konuda tek ve eşsiz olduğu gerçeğine ters düşer. Ayrıca öldükten sonra yeniden dirilme ve hesaba çekilme konularında da bazı tereddütleri akla getirebilir. Bu sebeple, hayat ve ölüm konusunda şu dünyada geçerli olan biyolojik kanunlardaki aynîliğin insan aklında doğurabileceği bu ve buna benzer tereddütleri gidermek için yüce Allah, Kur’ân’ın birçok yerinde, ilk insan Hz. Âdem ve Havva’nın, anasız ve babasız olarak topraktan var edildiğini hatırlatmakta ve yok olduğu sanılan bütün insanlar için zamanı gelince bunu tekrar etmenin çok daha kolay olacağını belirtmektedir.
Sûre, insan neslinin devamı için konan biyolojik kanunlara göre, artık çocuk sahibi olamayacak kadar ileri derecede yaşlanmış olan Zekeriyyâ (a.s.) ve hanımının bir oğlu olacağı müjdesi ile başlıyor: “Ey Zekeriyyâ! Biz sana Yahyâ adında bir erkek çocuk müjdeliyoruz. Daha önce bu adı kimseye vermiş değiliz. Zekeriyyâ: ‘Rabbim! Hanımım kısır, ben de iyice ihtiyarlamışken nasıl oğlum olabilir?’ dedi. Allah Zekeriyyâ’ya: ‘Rabbin böyle buyurdu. Bu bana kolaydır. Çünkü seni de daha önce hiç yokken var eden Benim’ dedi” (7-9).
Allah tarafından iffet ve namusun sembolü olarak gösterilen Hz. Meryem (bkz. 66/Tahrîm, 12), kendisine hiçbir erkeğin eli değmediği ve bâkire olduğu halde, babasız bir çocuk dünyaya getirmesi ve bu çocuğun henüz beşikte iken konuşması yukarıda anlatılandan daha ilginç bir hâdisedir: “Derken, Biz ona Ruhumuzu (Cebrâil’i) gönderdik de o, kendisine tastamam bir insan şeklinde göründü. Meryem dedi ki: ‘Senden, çok merhamet edici olan Allah’a sığınırım! Eğer Allah’tan korkan bir kimse isen (bana dokunma)’ Cebrâil: ‘Ben yalnızca sana tertemiz bir erkek çocuk bağışlamam için Rabbinin bir elçisiyim’ dedi. Meryem; ‘bana bir insan eli değmediği, iffetsiz de olmadığım halde benim nasıl çocuğum olabilir ki?’ dedi. Melek; ‘öyledir’ dedi. Rabbin buyurdu ki: ‘Bu Bana kolaydır, hem onu insanlara (kudretimizin yüceliğini gösterecek olan müstesnâ) bir belge ve Bizden bir rahmet olarak sunacağız” (17-21). Bu âyetlerden sonra Hz. Meryem’in gebe kaldığı ve zamanı gelince doğum yapmak için uzak bir yere gittiği, çocuğunu dünyaya getirdikten sonra da yakınları tarafından iffetsizlikle suçlandığı; gerçeği açıklamada çok zor duruma düştüğü, fakat, henüz yeni doğan Hz. İsa’nın: “Ben Allah’ın kuluyum O, bana kitâb verdi ve beni peygamber yaptı” (30) diyerek annesini o güç durumdan kurtardığı belirtilmektedir.
Bu mûcizeler, Allah’ın yüce kudretini göstermek ve O’nun her konuda eşsiz ve tek olduğunu izah etmek içindir. Fakat hâdiselerin alışılagelen şeklin dışında cereyan etmesi yüzünden, birçok kimse bu gâyeyi kavrayamamış, anılan hâdiseler etrafında yığınlarca hurâfe ve efsâneler uydurmuştur. Hatta Meryem oğlu İsa peygambere tanrılık niteliği verip şirke düşenler bile olmuştur. Hristiyanlar, bu konuda çeşitli yanlış görüşlere dalmış, birbirlerini itham eden fırkalara bölünmüşlerdir. Kur’ân-ı Kerim, Meryem Sûresinin tamamı, 4/Nisâ, 171-172 ve 5/Mâide, 17, 72-75. âyetleriyle Hristiyanların içine düşmüş oldukları yanlışlıkları düzeltmekte ve Allah’ın bir oğula ihtiyacı olmadığını belirterek Tevhîd inancının esas olduğunu vurgulamaktadır.
Mekke’li müşriklerin baskılarına dayanamayıp Habeşistan’a hicret eden ilk müslümanlar, Meryem sûresini Necâşî’nin huzurunda okuyunca, Necâşî Ashama, Hz. İsa ve Meryem hakkındaki bu nezîh ifâdeleri çok beğenmiş, Kur’ân’la Tevrât’ın ve İncil’in aynı kaynaktan geldiğini belirterek, Mekke’li müşrikleri huzurundan kovup müslümanları onlara teslim etmeyi reddetmişti. Zaten Kur’ân, sadece bu sûrede değil, fakat bütün sûre ve âyetlerde çok yumuşak ve temiz bir ifade kullanarak, başta ehl-i kîtâb olmak üzere, bütün insanları asgarî müşterekler etrafında toplanmaya dâvet etmektedir.
Sûrenin bundan sonraki kısmında, Hz. İbrâhim (a.s.) ile onun peygamberliğine ve getirdiği hak dine îman etmemekte ısrar eden babası arasında geçen tartışmalar nakledilmektedir. Bu tartışmalarda şirk inancının kötülüğü ve tamamen şeytanın yalanlarına dayandığı, tatlı ve güzel sözlerle anlatılmaktadır. Hz. İbrâhim’in, Allah tarafından peygamber olarak seçilmiş olması, putperestlikte ısrar eden ve hatta kendisini tehdit eden babasına karşı saygı ve terbiyesini azaltmamış, fakat bütün gayretlerine rağmen bu dâvet cevapsız kalınca, babasını ve kavmini, tapmakta oldukları putları ile baş başa bırakarak doğup büyüdüğü kendi yurdundan göç etmekten de çekinmemiştir. Bunun üzerine Yüce Allah da ona, çok hayırlı çocuklar vererek soyunu devam ettirmek sûretiyle mükâfatlandırmıştır.
Mekke devrinin ilk yıllarında inen Meryem sûresi ile, Hz. İsmail’in soyundan gelen Arapların atalarıyla ilgili olan bu kıssa anlatılarak, insanlık tarihinde Tevhîd inancının asıl olduğuna, putperestliğin ise zaman zaman ortaya çıkan, fakat kalıcı olmayan birtakım çarpık fikirler ihtivâ ettiğine işaret edilmektedir.
Sûrenin son bölümünde ise, hak dâvâyı savunan ve yaşayanlara verilecek mükâfatlar belirtildikten sonra, putperestlik ve benzeri şirke sapanların, bu dünya ve âhiretteki bedbaht halleri gözler önüne serilip, şirkin, bütün kötülüklerin ve toplumdaki huzursuzlukların kaynağı olduğu anlatılmakta ve atalarının temiz yolundan ayrılacak olan nesiller tehdit edilmektedir: “İnsan derki. ‘Ben ölünce, bir süre sonra diri olarak mı çıkarılacağım?’ İnsan hiç düşünmez mi ki, önceden kendisi herhangi bir şey değilken onu (bütün organları tam, kusursuz bir insan olarak) Biz yarattık. Rabbine and olsun ki Biz, onları da, şeytanları(nı) da beraber yeniden diriltecek ve sonra Cehennemin yanında diz çöktürerek (hesaplaşmaya hazır bulunduracağız. Sonra da her toplumdan Rahmân’a karşı en çok kimin baş kaldırdığını ortaya koyacağız” (66-69).
Tevhîd inancını bozup insanların aklına şirk inancını ilk defa sokanlar şeytanlardır. Şeytân, Kur’ân’ın bir çok yerinde; “insan şeytanı ve cin şeytanı” diye de ifâde edilmektedir. Şu halde Şeytan deyince birtakım çarpık fikirleri ilk defa ortaya atanlar akla gelmelidir, ki; bunların içine, servet ve güçlerine güvenen zâlimler, diktatörler ve mütekebbirler de girmektedir. Müteâkip âyetlerde ise, isim vermeden servet ve taraftarlarının çokluğu ile övünen Kureyş asilzâdelerinin, müslümanların fakirliği ve sayıca az oldukları ile alay ettiklerine işaret edilerek bu durumun geçici olduğu belirtilmekte ve Hz. Muhammed (s.a.s.) ve onun şahsında bütün müslümanlar şöyle teselli edilmektedir: “(Ey Rasûlüm!) Bilmiyor musun ki, biz kâfirlerin üzerine onları kışkırtan şeytanlar gönderdik. Şu halde sen onlara karşı acele etme; Biz onların günlerini saydıkça sayarız” (83-84). Sûre; “Muhakkak ki îman edip yararlı işler yapanları Râhmân (olan Allah) sevgili kılacaktır.” “… Biz onlardan önce (şirkte ısrar eden) nice nesilleri yok ettik. Şimdi onlardan hiç birisini duyuyor veya hiç bir ses işitiyor musun?” (96-98) âyetleriyle son buluyor.
Bu ve diğer konular içinde sûrenin, günümüze verdiği mesajlar da şunlardır: Çocuklarımız her yaş dönemine uygun bir eğitim ve öğretime tâbi tutularak onlara Kur’ân okumasını öğretmeli, dinini tanıtmalı ve benimsetmeli, ana-baba ve diğer büyüklerine saygılı olmalarını telkin etmeli, zorba ve isyankâr değil, fakat gerektiğinde doğruyu, hakkı ve haklıyı savunmada cesur ve kendine güvenen bir kişiliğe sahip olmalarını istemeli ve bu konularda onlara örnek olmalıyız.
Allah’ın her şeye gücü yeter, istediğine her türlü nimeti verebilir. Fakat, bir şey elde edilmek istenildiği zaman, her şeyden önce, Allah’ın insanlara, sınırlı da olsa, bahşetmiş olduğu gücü kullanmakla görevli olduğumuzu unutmamalı ve şu dünyada geçerli olan kanunun bu olduğu bilinerek, buna rağmen elde edilemeyen şeyler, duâ edip istenildiğinde ne zaman verileceğinin takdiri Allah’a bırakılmalıdır.
Mal ve mülkün asıl sahibi Allah’tır. İnsanlar, geçici bir zaman için buna sahip (daha doğrusu, emânetçi) oluyorlar. Gâyelerine ulaşmak için kullandıkları mal ve mülkün çokluğu onları aldatıp kibirlendirmemelidir.
Akrabalık bağları muhakkak ki kutsaldır ve saygı göstermeye lâyıktır. Fakat bu, kişiyi Allah’ı inkârda ve O’na isyana sevk etmede baskı unsuru olarak kullanılacaksa, o kişi baba bile olsa ondan uzaklaşmak ve kopmak gerekir.
Namaz ibâdeti, günlük hayatı disiplin altına alıp düzene koyar. Bu sebeple, günde beş vakit namazı düzenli ve gereği gibi kılanlar, günah ve kötülüklerden korunmuş olurlar. O halde namazın düzenli bir şekilde kılınması gerekli olduğu gibi, çocukların da küçük yaştan itibaren namaza alıştırılması icap etmektedir.
Posted in H.z Meryem, H.z İsa | Leave a Comment »
Örnek Haya – H.z Ömer ( r.a.)
Posted by Site - Yönetici Ekim 26, 2007
Örnek Haya – H.z Ömer ( r.a.)
Mü’minlerin emiri Hz. Ömer r.a.’ın canına kastedilmişti. Ağır yaralıydı. Anladı, hissetti ki bu yara onu götürecek, son anlarını yaşıyor. Bir dileği vardı, son bir dilek. Kızı Hafsa r.a.’ı Aişe r.a.’a gönderdi. Efendimiz s.a.v.’in ayak ucuna defnedilebilmek için Hz. Aişe’den izin istedi. Zira orası müminlerin annesine aitti ve Hz. Aişe r.a.’ ın babası Hz. Ebu Bekir r.a. da oradaydı. Hz. Aişe bu isteği şöyle karşıladı:
– Aslında o yeri kendim için düşünmüştüm. Fakat Ömer’i kendime tercih edeceğim.
Ve Hz. Ömer r.a. vefat edince Efendimiz s.a.v.’in ayak ucuna defnedildi.
Müminlerin annesi Hz. Aişe r.a ., ALLAH Rasulü s.a.v.’in ve babasının kabirlerini serbestçe ziyaret ederdi. Ancak Hz. Ömer de oraya defnedildikten sonra kabirleri daha bir dikkatli ve daha bir örtünerek ziyaret eder oldu.
İnandığınız gibi yaşamazsanız,Yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız…Hz. Ömer ( r.a.)
Posted in Diger Konular, Edep - Hürmet - Saygı, Güncel, Gündem, H.z Aişe ( r.a ), H.z Ömer, İlginç | Leave a Comment »