Archive for 05 Eki 2007
H.z. Adem’in Kur’an’da Anlatılan Kıssasından Bazı Ders ve İbretler
Posted by Site - Yönetici Ekim 5, 2007
Posted in H.z Adem, Peygamberler | 4 Comments »
H.z. Âdem’in Peygamberliği
Posted by Site - Yönetici Ekim 5, 2007
H.z. Âdem’in Peygamberliği
Hz. Âdem, ilk insan olduğu gibi aynı zamanda ilk peygamberdir. Hz. Adem, yeryüzüne indirildikten sonra, Cenab-ı Allah, insan nesillerinin hepsini onunla eşi Havva’dan türetmiştir. “Ey insanlar! Sizi tek bir candan (Âdem’den) yaratan, ondan da yine onun zevcesini (Havva’yı) yaratan ve ikisinden pek çok erkekler ve kadınlar türetip yayan Rabbiniz’e ittika edin, O’na karşı gelmekten sakının.” (4/Nisâ, 1)
Allah, insanı nefsinin şehvet ve şeytanın vesveselerine mâruz kalacak şekilde yaratmış, ona bunlara karşı koyacak akıl ve vicdan (kalp gözü) vermiştir. Cenab-ı Allah böylece insanı bu dünyada imtihan alanına koyduğu için, hikmet ve rahmetinin gereği olmak üzere hayır ve kemâl yollarına irşad edecek peygamberler göndermiştir. Cenab-ı hak peygamberler göndermekle, insanın tabiatına ve halifeliğine uygun imtihan şartlarını tamamlamıştır. Neticede insan bu dünyada yaptıklarının hesabını öldükten sonra diriltilince verecek, imanlı olan, iyilik ve sevab terazileri ağır gelenler cennete girecektir. Bunları kendilerine öğretip ikaz etmek için peygamberlere ihtiyaç vardır. İlk insanlara peygamber olmaya en lâyık olan zât, Allah’ın doğrudan doğruya vâsıtasız konuştuğu ataları Hz. Adem’di.
Hz. Adem’in peygamberliği, Kur’an âyetleriyle sâbittir. Kur’an, Adem’e Allah’ın emir ve nehiylerini haber verir. Kendisine gelen o emir ve yasaklar, vahiy vasıtasıyla bildirilmiştir. Yine Kur’an’da geçen Hz. Âdem’in iki oğlunun Allah’a kurban takdim etmeleri, ikisinden birinin kurbanının kabul olunduğunun bildirilmesi (5/Mâide, 27) Hz. Adem’e vahiy ile bildirilmiştir. Kur’an’da Hz. Âdem’in peygamliğe seçildiğinin anlatılması için “ıstafâ” -seçti- (3/Âl-i İmran, 33) kelimesi ile “ictebâ” -seçkin kıldı- (20/Tâhâ, 122) kelimeleri kullanılıyor. Bu kelimeler Kur’an’da diğer peygamberler için de kullanılmaktadır. Hz. Adem’in peygamber olduğunu açıkça bildiren hadisler de vardır. Ebu Zerr, Peygamberimiz’e “Ya Nebiyyallah, peygamberlerden ilk peygamber kimdir?” diye sorduğunda, Peygamberimiz (s.a.s.): “Âdem’dir.” dedi. Ebu Zerr, “Ya Rasülallah, o nebî oldu mu?” diye sorunca, Hz. Peygamber: “Evet o mükellem bir nebî (Allah’ın kendisiyle vâsıtasız konuştuğu peygamber) idi” dedi. (Müsned-i Ahmed bin Hanbel, V/265) Diğer bir hadis-i şerifte de Kıyâmet gününde, diğer nebîler gibi Hz. Adem’in de bir peygamber olarak Rasulullah’ın sancağı altında bulunacağı haber verilmiştir (Tirmizî, II/202) Hz. Âdem’in peygamberliği hususunda bütün müslümanlar ittifak etmişlerdir.
Hz. Adem’in evlâtları onun irşâdı ile Allah’a iman etmiş, zamanlarındaki maddî ve manevî ihtiyaçlarını temin eden hükümleri ondan öğrenmişlerdi. Ebu Zerr’den rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamberimiz (s.a.s.) Hz. Âdem’e on sahifelik bir kitap indirildiğini söylemiştir.
İnsanların dinden ayrılarak ihtilâf etmeleri, hak dinin izini kaybederek bâtıl itikadlara saplanmaları, sonradan çeşitli sebeplerle meydana gelen kötü bir durumdur. Böylece beşeriyetin başlangıcının bir vahşet devri olmadığı anlaşılır. Hz. Adem’den sonra yeryüzünün çeşitli bölgelerine dağılan insanlar doğru yoldan ayrılmışlardır. Allah, onlara zaman zaman peygamberler göndermiştir. “İnsanlar (ilk önce) bir tek ümmetti. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları da gönderdi…” (2/Bakara, 213) (2)
Vahyi inkâr eden, bilimin kaynakları arasında Allah’ın kitabını kabul etmeyen câhiliyye anlayışına göre ilk insan, yarı hayvan yarı insan ilkel mağara adamıdır. O ne konuşma, ne ateş yakma, ne dünya rızıklarından yeterince yararlanabilme ve tabii ne de okuma yazma biliyordu. Bütün bu özellikler, insanın tekâmülü ve gelişmesi sonucu çok sonraları insan tarafından keşfedildi… vs.
Allah, yaratma, peygamberlik, halifelik, meleklerin bile saygı duyduğu yaratıkların en şereflisi… yoktur bu câhiliyyenin bilim diye takdim ettiği tarih kitaplarının, sosyal bilgilerin bilimsel(!) hükümlerinde. Hz. Adem’le ilgili olarak bir müslümanın tartışmasız kesin doğru kabul ettiği Kur’an’a dayanan ilimle; müslümanlara, müslümanların çocuklarına bilim diye öğretilen câhiliyyenin bu tavrı arasında cennetle cehennem kadar fark vardır. Vahye tümüyle ters düşen bu anlayışlara ve dayatmalara tepkisiz kalması müslümanların ihmal, gaflet ve hatta ihânetiyle ilgilidir. Kâfirler, müslüman mahallesinde salyangoz satabilmekte, hatta dolma yaparak bu salyangozları müslüman çocuklarına yutturabilmektedirler. Kur’an’a dayalı ilim ile, câhiliyyenin bilim anlayışlarının arasındaki uçurum için küçük bir örnektir ilk insan konusu. Bir de bilim seviyesinde olmadığı kendilerince de kabullenildiği halde insanımızın inancını zehirlemesine göz yumulan ilk insanın menşei ile ilgili nazariye/teori var ki evlere şenlik!
Yukarıda âyetlerle ifade edildiği gibi Yüce Allah, ilk insan Hz. Adem’i bizzat doğrudan doğruya çeşitli safhalardan geçirerek yaratmıştır. Darwin’ci tekâmülcülerin iddia ettiği gibi, insan maddenin kendiliğinden gelişerek tek hücreli canlı olması ve bunun da gelişerek çeşitli hayvanlar ve maymunlar oluşması ve maymunların da insana dönüşmesi yoluyla meydana gelmemiştir. Uydurma ve yakıştırmadan ibaret olan bu nazariye/teorinin doğruluğuna, deney ve gözlemlerde, delil olarak kabul ettikleri materyal fosillerinde en ufak bir ipucu bile yoktur. Bunun aksini ispat edecek fosil ve deliller ise pek çoktur. Mendel ve Pastör kanunları bunlardan sadece iki örnektir.
Evrim teorisi, ya da eski adıyla tekâmül nazariyesi, vahy terazisinde tümden bâtıl olduğu gibi; bilim ve akıl ölçülerinde de imkân dışıdır. Şöyle ki: Madde ve enerjide “emtropi” vardır. Yani gözlenen bütün doğal sistemlerde düzensizliğe, dağılıp saçılmaya doğru bir eğilim vardır. Bu gerçek, hem mikro ve hem de makro seviyelerde geçerlidir. Madde parçacıkları dağılıp saçılır gider. Enerji de akıllı birisi tarafından plânlı ve düzenli olarak kapalı duvarlar arasında ve borular içerisinde kontrol altına alınmazsa dağılır gider. Dışarıdan gelen güneş enerjisi de, bunu alıp kullanacak çok muazzam bir makine sistemi yoksa boşlukta dağılır. Bu bir fizik kanunudur (Allah’ın evrendeki yasalarından, tabiattaki kanunlarındandır). Aklı başında hiçbir bilgin bu kanuna karşı fikir ileri sürme cesareti gösteremez.
Madde âtıldır (eylemsizdir), kendiliğinden bir gücü yoktur (fizikteki atâlet/eylem-sizlik prensibi). Allah’tan başka hiçbir şeyin kendiliğinden hiçbir gücü, düzen ve nizamı yoktur (lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh). Akıllı ve şuurlu birisi tarafından plânlı düzenli bir makine sistemiyle kontrol edilmeyen enerji de her şeyi dağıtır, yakar ve yıkar. Meselâ nükleer bir santralde kontrol altına alınamayan bir atom enerjisi her şeyi yakar ve yıkar, dağıtır ve boşlukta dağılır gider. Öyle ise basit bir otomobilin bir yapıcı mühendisi olmadan demir yığınları arasından güneş enerjisi veya herhangi bir enerji ile meydana gelmesi imkânsızdır. Deney ve gözlem de akıl da bunu kabul etmez.
En basit bir canlının organizmasının (cesedinin) yanında, mükemmel bir otomobil veya en ileri seviyede yapılmış bir bilgisayar, çocuk oyuncağı gibi kalır. Bir elektronik beyin bozulduğu vakit kendi kendisini tamir edemez, kendi mislini ve benzerini, maddelerini dışarıdan toplayarak yapamaz. Çünkü âtıldır/eylemsizdir, şuuru yoktur. Bunlar akıllı birisinin yapacağı hesap ve plân işidir. Akılsız ve cansız madde kendiliğinden bir makine veya bir bilgisayarı yapamayınca, ya bunların yapıcısı olan insanı nasıl yaratabilir? İnsanın yaptığı en mükemmel bir bilgisayar, insan tarafından tamir edilip kontrol edilmezse, kendisini tekâmül/evrim ettirmek şöyle dursun, madde yığınları arasında dağılıp gider.
Bir eser, müessirinden (yaratıcısından) üstün olamaz. Bir eser de yapıcısında bulunmayan vasıflar bulunamaz. Netice, sebebinden üstün olamaz. Taş sebep olursa, parçacıkları taşın eseri (neticesi) olur. Maddede can yoktur; insanî ruh ve bunun özellikleri olan şuur ve akıl hiç yoktur; vicdan ve bunun özellikleri olan sevgi, nefret ve üzüntü de yoktur. Bir maddenin, pek çok mükemmel makine sistemi olan bir canlının vücudunu meydana getirmesi ve ona kendisinde hiç bulunmayan canı, hele akıl, irâde ve vicdanın kaynağı olan ruhu vermesi ne kadar akıl ve imkân dışıdır. Can enerji değildir. Can, canlının duyup görmesini ve gayeli hareket etmesini sağlayan, vücudunu tamir etme, kendisini koruma ve neslini devam ettirme görevini üstlenen manevî bir cevherdir.
Bir canlı sisteminin meydana gelebilmesi için mutlaka şu şartlar gereklidir:
1- Sistemin gelişigüzel değil; enerji ve besinleri dönüştürecek mükemmel mekanizması ve makine sistemi olmalıdır.
2- Otomobilin çalışması için nasıl petrol lazımsa, bunun da kullanılabileceği bir enerji kaynağı, yani besinler bulunmalıdır. Canlıların besinleri, bitki ve hayvan organizmalarıdır.
3- Bu enerjinin dönüşüm mekanizmalarını idare edip devam ettirmek ve çoğaltmak için bir kontrolcü bulunmalıdır. Çünkü Termodinamiğin ikinci kanunu olarak ifade edilen ve kâinatta geçerli ilâhî kanuna göre sistemlerin düzensizliğe doğru tabii bir kaymaları vardır. Otomobilde bu kontrolcü şoför, elektronik beyinde kontrol mühendisidir. Otomobilin şoförü veya elektronik beynin kontrolcüsü ölmüşse bunlar kendi kendilerine gayeli ve düzenli çalışamazlar. Kendilerinin benzerlerini meydana getiremezler ve kendilerini tamir edemezler. Az bir zaman sonra çürür, dağılır ve saçılıp giderler. Canlıların mekanizma ve makinelerinin kontrolcü ve idarecisi canlıdır. Canlının canı çıkmışsa, bunca muazzam zekâsına rağmen insan dahi ona canı veremez.
4- Canlı bir sistemin mutlaka akıllı ve âlim bir yaratıcısı olmalıdır. O da Allah’tır. Otomobilin yapıcısı akıllı bir insandır. Öyle ise canlıların organizmalarını, o akıllara durgunluk verecek çok muazzam makine sistemlerini, oksijen – hidrojen (yani su), fosfor, kükürt, azot, karbon, kalsiyumdan yaratan ve bunlara canı veren Allah’tır.
İnsanla hayvan arasında mâhiyet farkı vardır. İnsanlarda akıl, irâde ve vicdan vardır. Hayvanlarda bunlar yoktur. Bunların kaynağı da Allah’ın insana verdiği ruhtur. Bu insanî ruh hayvanda yoktur. Buna göre evrim teorisi/Darwinizm imkânsızdır. Darwinizme inananların, insanın maddeden kendiliğinden tekâmül ederek/evrimleşerek meydana gelişini “Akılları mı emrediyor, yoksa bunlar, azgın kimseler midir?” (52/Tûr, 32) (3)
Kur’an, sahih hadisler ve bunlara dayanan diğer güvenilir İslâmî kaynakların Hz. Adem hakkında verdiği bilgilerden çıkan sonuca göre Hz. Âdem topraktan yaratılmıştır. Konuyla ilgili âyetlerden, bu yaratılışın belli bir gelişme seyri takip ettiği ve süresi bilinmemekle birlikte belli bir zaman içinde tamamlandığı sonucu da çıkarılabilir. Ancak bu gelişme, hiçbir zaman ilâhî irâde ve kudretin tesiri olmaksızın doğal bir evrim şeklinde anlaşılamaz. Bütün ilgili âyetlerde Hz. Adem’in herhangi bir başka canlıdan tekâmül suretiyle değil; topraktan ve tamamıyla bağımsız bir canlı türün atası, öteki bütün canlı ve cansız varlıkların aksine, yeryüzünde halife kılınarak, yükümlü ve sorumlu tutulan ve bunun için gerekli manevî, ahlâkî, zihnî ve psikolojik kabiliyetlerle donatılmış bir varlık olarak yaratıldığı, tartışmaya yer vermeyecek şekilde açıklanmıştır. Bu sebepledir ki insanın yaratılışının bu özel yanını bütünüyle reddederek onu bayağı canlılar seviyesine indiren teorileri İslâm inançları ile bağdaştırmak mümkün değildir. (4)
Posted in H.z Adem, Peygamberler | Etiketler: H.z. Âdem’in Peygamberliği | 2 Comments »
H.z. Âdem’e Ruh Verilmesi
Posted by Site - Yönetici Ekim 5, 2007
H.z. Âdem’e Ruh Verilmesi
Cenâb-ı Allah, Hz. Adem’i yaratırken, maddesi olan çamuru, çeşitli mertebelerde değişikliğe uğratarak, canın verilmesi ve ruhun nefhedilmesine müsait bir hale getirdi. Nihayet şekil ve sûretinin tesviyesini/düzenlemesini tamamlayınca ona can vermiş ve ruhundan üflemiştir. “Rabbin o zaman meleklere demişti ki: ‘Ben muhakkak çamurdan bir insan yaratacağım. Artık onu düzenleyerek (hilkatini) tamamlayıp ona da rûhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal (bana) secdeye kapanın.’ Bunun üzerine İblis’ten başka bütün melekler secde etmişlerdi. O (İblis) büyüklük taslamış ve kâfirlerden olmuştu. Allah: ‘Ey İblis, iki elimle (bizzat kudretimle) yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yücelerden mi oldun?’ buyurdu. İblis dedi: ‘Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın.” (38/Sâd, 71-76)
Cenab-ı Allah, böylece Hz. Adem’i en mükemmel bir şekilde yarattı. Yaratılışı tamamlandıktan sonra Allah ona, haydi şu meleklere git, selâm ver ve onların selâmını nasıl karşıladıklarını dinle! Çünkü bu, hem senin, hem de zürriyetinin selâmlaşma örneğidir, buyurdu. Bunun üzerine Hz. Adem meleklere: “Es-selâmü aleyküm” dedi. Onlar da “Es-selâmü aleyke ve rahmetullah” diye karşılık verdiler. Adem, insanların büyük atası olduğu için, Cennete giren her kişi, Âdem’in bu güzel sûretinde girecektir. Hz. Âdem’in torunları, onun güzelliğinden birer parçasını kaybetmeye devam etti. Nihayet bu eksiliş şimdi (Peygamberimiz zamanında) sona erdi. (Buhâri, Halk-ı Âdem 2 (IV/102); Tecrîd-i Sarih Terc. IX/76, hadis no: 1367)
Kur’an-ı Kerim’de Hz. Âdem’le ilgili ayetlerde üç nokta dikkatimizi çekmektedir. Öncelikle Adem’in, önemsiz bir madde olan topraktan başlamak üzere bedenî ve ruhî yönleriyle tam ve kâmil bir insan haline gelinceye kadar geçirdiği safhalardan söz edilir ve bu suretle Allah’ın kudretinin üstünlüğü vurgulanmış olur. İkinci olarak Adem’in varlık türleri arasındaki mevkiinin yüksekliğine işaret edilir. Bu ayetlerde hem Adem’in hem de onun soyunun yeryüzünün halifeleri olduğu, Allah’ın kendilerine verdiği aklî, zihnî, ahlâkî meziyetlerden, dolayısıyla Allah’a ibadet hükümlerinin yerine getirilmesini sağlayan, ayrıca diğer birçok varlık türlerini kendi hizmetinde kullanabilen varlık olduğuna dikkat çekilir. Çeşitli ayetlerde Allah’ın emri uyarınca meleklerin Adem’e secde ettikleri bildirilmektedir.
Buna göre Allah, Adem’i meleklerden daha üstün ve onların saygısına lâyık bir mertebede yaratmıştır. Bu meziyet yalnız Adem’e ait olmayıp aynı zamanda bütün insanlığa şâmil bir şereftir. Kur’an’da başka vesilelerle de insanoğlunun bu meziyetine işaret edilmiştir (bkz. İsrâ, 70; Tîn, 4).
Kur’an-ı Kerim’in Âdem’le ilgili olarak ele aldığı üçüncü konu onun peygamberliğidir. Hz. Adem’in nebî veya rasül olduğunu açık ve kesin olarak ifade eden âyet yoksa da yine Kur’an’ın açıkladığına göre, Âdem Rabbi’nden vahiy (kelimât) almıştır (2/Bakara, 37). Allah ona hitap etmiş, yükümlülük ve sorumluluğunu bildirmiştir (2/Bakara, 33, 35; 7/A’râf, 19; 20/Tâhâ, 117). Başka bir ayette de Allah’ın Nuh, İbrahim hânedanı ve İmran’ın ehli ile birlikte Adem’i de âlemlere üstün kıldığı belirtilmekte (3/Âl-i İmran, 33), böylece dolaylı olarak onun peygamber olduğuna işaret edilmektedir.
Posted in H.z Adem, Peygamberler | Etiketler: H.z. Âdem’e Ruh Verilmesi | 2 Comments »
H.z. Âdem’in Yaratılışı
Posted by Site - Yönetici Ekim 5, 2007
H.z. Âdem’in Yaratılışı
Kur’an-ı Kerim’e göre Hz. Âdem’in yaratılışının diğer insanlarınki gibi olmadığı kesindir. “Allah nezdinde (yaratılış bakımından) İsa’nın durumu Âdem’e benzer. Allah, onu topraktan yarattı; sonra ona ‘ol!’ dedi ve oluverdi.” (3/Âl-i İmran, 59) Bu ayet, bu iki peygamberin yaratılışlarındaki olağan üstü duruma işaret eder. Allah, Hz. Adem’i topraktan yarattı (11/Hûd, 61; 20/Tâhâ, 55; 71/Nuh, 18). Yüce Allah yeryüzünde bir halife yaratacağını meleklerine bildirdiği zaman; ilim, irâde ve kudret sıfatlarıyla donatacağı bu varlığın yeryüzüne uyum sağlaması için maddesinin de yeryüzü elementlerinden olmasını dilemiştir. “Sizi (aslınız Adem’i) topraktan yaratmış olması O’nun âyetlerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılır bir beşer oldunuz.” (30/Rûm, 20)
Genellikle sahih kabul edilen bir hadis-i şerife göre Allah, Âdem’i yeryüzünün her tarafından alınan toprak örneklerinin birleşiminden yaratmıştır. Bu toprağın çeşitliliğinden dolayı da Âdem’in nesli değişik karakterler taşır. “Allah Teâla Adem’i yeryüzünün her tarafından avuçladığı bir avuç topraktan yarattı. Bunun için Ademoğulları kendilerinde bulunan toprak miktarına göre, kimi kırmızı, kimi beyaz, kimi siyah, kimi bunların arasında bir renkte; (tabiat/huy bakımından da) kimi yumuşak, kimi sert, bazıları kötü, bazıları da iyi olarak geldiler.” (bkz. Ebû Dâvud, Sünnet 16; Tirmizî, Tefsir 1, 3; Müsned-i Ahmed, IV/400, 406).
Allah Teâlâ, Hz. Âdem’i yaratırken maddesi olan toprağı çeşitli hal ve safhalardan geçirmiştir:
1- Türâb (toprak) safhası “Sizi (aslınız Adem’i) topraktan yaratmış olması O’nun âyetlerindendir.” (30/Rûm, 20)
2-Tîn safhası. Tîn: Toprağın su ile karışımıdır ki, buna çamur ve balçık denilir. Bu safha insan ferdinin ilk teşekkül ettirilmeğe başlandığı merhaledir: “O (Allah) her şeyi güzel yaratan ve insanı başlangıçta çamurdan yaratandır.” (32/Secde, 7)
İnsan hayatının ruh üflenmesinden/candan sonra iki temel unsuru su ve topraktır. “Allah her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürüyor, kimi iki ayağı üstünde yürüyor, kimi de dört ayağı üzerinde yürüyor. Allah ne dilerse yaratır. Çünkü Allah her şeye hakkıyla kaadirdir.” (24/Nur, 45) “O (Allah) sudan bir beşer (insan) yaratıp da onu soy-sop yapandır. Rabbin her şeye kaadirdir.” (25/Furkan, 54) Yeryüzünün 3/4’ü su ile kaplıdır. İnsan vücudunun da % 75’i sudur. Demek ki dünyadaki bu düzen, aynen insana da intikal ettirilmiştir. “Andolsun biz insanı (Âdem’i) çamurdan süzülmüş bir hülâsadan yaratattık.” (23/Mü’minun, 12) İşte ilk insan, yaratılışının mertebelerinde, önce böyle bir çamurdan sıyrılıp çıkarılmış, sonra hülâsadan (bir soydan) yaratılmıştır.
3- Tîn-i lâzib: Cıvık ve yapışkan çamur demektir. Toprağın su ile karıştırılıp çamur olmasından sonra, üzerinden geçen merhalelerden birisi de “tîn-i lâzib” yani yapışkan ve cıvık çamur safhasıdır. Hz. Allah, bu süzülmüş çamuru cıvık ve yapışkan bir hale getirdi. “Biz onları (asılları olan Âdem’i) bir cıvık ve yapışkan çamurdan yarattık.” (37/Saffat, 11)
4- Hame-i Mesnûn: Sûretlenmiş, şekil verilmiş, değişmiş ve kokmuş bir haldeki balçık demektir. “Andolsun biz insanı kuru bir çamurdan, sûretlenmiş ve değişmiş bir çamurdan yarattık.” (15/Hicr, 26-28) Böylece Allah, Adem’i topraktan yaratmaya başlıyor. Bunu da su ile karıştırarak tîn-i lâzib yapıyor. Sonra bunu da değişikliğe uğratarak kokmuş ve şekillenmiş hame (balçık) haline getiriyor.
5- Salsâl: Kuru çamur demektir. Cenab-ı Hak, kokmuş ve sûretlenmiş çamuru da kurutarak “fahhâr” (kiremit, saksı, çömlek, porselen) gibi tamtakır kuru bir hale getir. “O Allah insanı bardak gibi (pişmiş gibi) kuru çamurdan yaratmıştır.” (55/Rahman, 14)
Hz. Âdem’in hangi günde yaratıldığı Kur’an’da belirtilmemekte, ancak hadislerde onun Cuma günü yaratıldığı, o günde cennete konulduğu, yine Cuma günü cennetten çıkarıldığı, aynı günde tevbesinin kabul edildiği ve yine bir Cuma günü vefat ettiği haber verilmektedir (bkz. Ebû
Dâvud, Salât 207; Tirmizî, Cum’a 1; İbn Mâce, İkametü’s-Salât 79, Cenâiz 65).
Posted in H.z Adem, Peygamberler | Etiketler: H.z. Âdem’in Yaratılışı | Leave a Comment »
Hz Havva’nın, Hz. Adem’in (as) Eğe Kemiğinden Yaratılması
Posted by Site - Yönetici Ekim 5, 2007
H.z. Havva’nın, Hz. Adem’in (as) Eğe Kemiğinden Yaratılması
İnsan, tekâmül neticesi şu hali iktisap etmiş bir varlık değildir. O müstakillen, bir nev’i olarak yaratılmıştır. Yoksa, nev’ilerin değişmesi neticesinde bir şeyler iktisap ede ede bu hâle gelmemiştir. İstifa-i tabii’ye (natürel seleksiyon) uğrayarak da bu hale gelmiş değildir. İnsan, nev’i olarak, Allah tarafından yaratılmıştır. Hz. Adem de bir bakıma, Hz. Mesih gibi mucize olarak yaratılmıştır. Sebepler alemi içinde mucizeyi izah etmeye de imkan yoktur. Doğrusu, canlının meydana gelişini, ne tabiatçılar, ne de tekamülcüler pozitif olarak ispat etmiş değillerdir. Ortaya attıkları nazariyeler, ilmî bir tarafı olmayan tutarsız şeylerdir ve çok zayıf payandalar üzerinde durmaktadırlar… Yapılan haklı tenkitler karşısında da, artık iflas etmiş sayılırlar. Bu hususta yazılmış eserler, yapılmış konuşmalar var; istifade için onlara başvurulabilir…
Sebepler alemi içinde bir meseleyi ele alırken, onu illet-malul (sebep-netice) dengesi içinde “tenâsüb-ü illiyet prensibi”ne göre ele alırız. Mesela diyoruz ki; bir tohumdan bir ağacın meydana gelmesi için, Allah’ın (cc) izniyle evvelâ buna zemin, toprak, vasat, atmosfer, tohumun ve tohumun da ukde-i hayatiyesinin müsait olması gibi şartlar lazımdır. İşte bu sebepler, omuz omuza verince “illet-i tâmme” dediğimiz şey meydana gelir. Bu illet (sebep), malûlün (netice) vücudunu zarurî kılar. Yani, Allah’ın izniyle bu sebepler toplanınca, bir ruşeym bir başak, bir yumurta da bir civciv olur.
İnsanın ilk yaradılışı bir mucizedir. Bu meseleyi sebep-netice münasebeti içinde şöyle ele alabiliriz. Diyelim ki; bir canlıdan, diğer bir canlı elde etmek için, bir kuşla bir tavuğu veya bir atla merkebi çiftleştirdiniz; birincisinden hiçbir şey olmaz. İkincisinden de nesli devam etmeyecek olan katır meydana gelir. Burada illet eksiktir; yani “tenâsüb-ü illiyet” prensibine göre neticeye gitmede kusur vardır. Ama, erkek ve kadından, bir insanın elde edilmesi için, erkek spermi, kadının rahminde yumurta ile bütünleşirse, mualece tam, sebepler eksiksiz ve her şey mükemmeldir. O zaman Allah’ın emri ve izniyle cenin teşekkül edebilir, büyür.. geçireceği safhaları geçirir ve dünyaya gelir. Burada, sebepler tam içtima ettiğinden, beklediğiniz neticeyi elde etmiş olursunuz. Vakıa, harikulâde kabilinden Allah (cc) onu da değiştirebilir ve ayrı bir kabiliyette, değişik mahiyette de dünyaya getirebilir…
Evet bu, işin esbap içinde îzahıdır. Mesele, illetle-ma’lûller, sebepler-neticeler üstü cereyan ederse, o zaman evolüsyonla, natürel seleksiyonla değil, Allah’ın (cc) ve Resulünün (sav) anlattığı şekilde kabul etmemiz iktiza eder.
Allah diyor ki: “Sizin izah edemediğiniz noktayı ben size anlatayım;”bu bir mûcizedir. Hz.Adem annesiz babasız; Hz. Mesih ise babasız bir mucizedir. Allah, herhangi bir varlığı bazan anasız, bazan babasız meydana getirdiği gibi, bazen de hem anasız, hem de babasız yaratabilir. Ve işte, Hz. Adem’in yaratılması da böyledir ve bu yaratılışı sebeplerle izah etmeye, imkân yoktur. Kur’an-ı Kerim meydan okuyor. “Gezsinler yeryüzünü, hilkat nasıl başladı görsünler.” (Ankebut/20) Yokluktan varlığa geçişi nasıl izah edecekler?
Bunun gibi, Hz. Havva’nın, Hz. Adem’den yaratılması meselesi de, başka bir mucizedir. Onun için, sebeplerin cereyanı içinde bunu da, izah edemiyoruz. Tabii edemiyoruz diye inkâra kalkışmak da, safdillik olur. Çünkü aynı şey Hz. Adem ve Hz. Mesih için de bahis mevzuudur.
Hz. Adem ve Havva’nın yaradılışı unutulduğu için, Hz. Mesih’in yaratılışı ile Allah, yeniden ilk yaratılışa nazarları çeviriverdi ve Hz. Mesih’in dünyaya gelişini soranlara: “Allah’ın nezdinde Hz. İsâ’nın durumu, Hz. Adem’in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra da ona “ol” dedi ve oluverdi.” (Ali İmran/59) buyurmaktadır..
Evet, insanlık ilk mebdei unutmuştu. Hz. Mesih’le Allah (cc) onu yeniden hatırlatıverdi.
Şimdi serrişte edilmek istenen Hz. Havva’nın, Hz. Adem’in eğe-kemiğinden yaratılması meselesine gelelim: Ben bu hususta da yine bir diyalektik yapılmak istendiği kanaatindeyim. Diyalektiğe mevzu teşkil eden husus şu: Hz. Adem’in kaburgalarının en küçük, en kısa kaburgasından bir parça alınıp, ondan Hz. Havvâ yaratılıyor.. Niye eğe kemiği ve niye Hz. Adem’den? Evvelâ şuna dikkatinizi rica edeceğim; insanın Allah tarafından yaratıldığına o kadar kuvvetli deliller vardır ki, bunu inkâr etmek mümkün değildir. Ve aynı zamanda bu, Allah’ın varlığına zâhir ve bâhir bir delildir. Kâinat binlerce kanun, nizam ve prensipleriyle aynı şeyi anlatıyor. İnsanın, enfüsi hüviyeti, iç alemi, kalbi, sırrı, daha keşfedilemeyen bir sürü letâifi hep Allah’ı gösteriyor. Daha bunlar gibi Allah’ın varlığına kati şahit olacak binlerce delil var. Hemen herkes; feylesof, mütefekkir, kelamcı, bu delillerden bir kısmına tutunmuş, onlarla sahil-i selamete çıkmağa çalışıyor. Hele bunların bin tânesi bir araya getirilince, Allah’ın varlığını gösteren ne müthiş, ne güçlü bir delil olur, kıyası dahi kabil değil.
Şimdi bir kısım inkârcılar, bütün delillere gözlerini kapayarak sadece, Hz. Adem’in eğe kemiğinden, Hz. Havva’nın, yaratılması meselesini, inkâra vesile gibi göstermek istemektedirler. Bunların durumunu Büyük Mürşit şöyle bir misalle dile getiriyor: “Arkadaş! Nefsin vücudunda bir körlük vardır. O körlük onun vücudunda devam ettiği müddetçe, hakikat güneşinin görünmesine bir engel teşkil eder. Evet, müşahede ile sabittir ki; bir mimar elinden çıktığını gösteren katı, yakîn bürhan ve delillerle dolu büyük bir kalede. küçük bir taşta, küçük bir muvazenesizlik görülse, o kör olası nefis, o kaleyi tamamen inkâr eder ve altını üstüne getirir. İşte nefsin cehaleti, hamakatı bu gibi insafsızca tahribattan anlaşılır.” Bu düpedüz bir şartlanmışlık, bir peşin hükümlülük ve muhakemesizlikten başka bir şey değildir. Evet, ister insan, ister kâinat, baştan aşağıya, Allah’ın varlığı hakkında, binlerce delil, binlerce beyan olarak bu hakikatı ilân ettiği halde, her şeye böyle tek taraflı bakmak, mahrumiyet değil de ya nedir..?
Eğe kemiği meselesi, Buhari, Müslim, Ahmet b. Hanbel’in Müsned’inde anlatılıyor. Bu kitaplarda zikredilen hadis-i şerif, Hz. Havva’nın, Hz. Adem’in eğe kemiğinden yaratıldığını ifade ettiği gibi, Kur’an-ı Kerim de Nisa suresinde “Ey insanlar O Adab’a karşı gelmekten sakının, korkun ve himayesine girin ki, O sizi bir nefisten yarattı ve eşini de ondan yarattı.” Sure şeklinde meseleye temas ediyor. Burada Arap dilinin karakteristik hususlarından birisine dikkatinizi rica edeceğim. Dişiye râci zamirler “Hâ” şeklinde; erkeğe râci zamirler “Hû” şeklindedir. Bunu aşağıdaki ayette açık olarak görmek mümkündür: “Sizi bir nefisten yarattı; eşinizi de ondan yarattı.” (Zümer/6) Bu ifade üzerinde biraz duralım. Demek ki, Cenab-ı Hak evvelâ Hz. Havva’yı, zât-ı Adem’den değil de mâhiyet-i Adem’den yarattı. Çok dakik bir husustur bu… Nefs-i Adem, mâhiyet-i Adem’den başkadır. Meselâ bir insanın, “zatı budur, boyu şu kadar, kilosu bu kadar, edası şöyledir” denilir. Bir de onun mahiyeti, iç ve dış âlemi, düşünceleri, Allah’a yakınlık ve uzaklığı vardır. Eğer bir insan esas benliği ile ele alınacaksa, ikinci şıkkı, yani mâhiyetiyle ele alınacaktır. Aslında öbür yanı, sırf bir iskelettir. Şimdi bu mânâdaki bir insan, benliği ve nefsi itibariyle başka, cesedi itibariyle başkadır. Kur’an-ı Kerim Hz.Havva’nın hilkatini ele alırken:”minha”sözüyle “o nefisten” diyor; Adem’den değil.
Ayrıca, hadis mütevatir olmayıp, âhâdi olduğu için, böyle tek kişinin rivayet ettiği bir hadisi âyetle izah etmek icap eder. Bu husus ayet ve hadislerin izahında önemli bir usûldur. Ayet burada mütevatir ve Allah’ın kelâmıdır. Öyle ise, hadisi ayete ircâ etmek ve müphem noktaları ayetle aydınlatmak gerekir. Evvela, Resul-ü Ekrem’in (sav) bu Hadis-i Şerif’i ifade buyururken, bu sözün söylenmesine esas teşkil eden hususun bilinmesi çok önemlidir ve mutlaka buna dikkat etmek lazım gelir. Buyuruyor ki:”Kadınlara hayır tavsiye edin.”Yani,onlara daima iyiliği, güzelliği anlatın ve nasihatçı olun ki, istikamet kazansınlar. Çünkü kadın eğe kemiğinden yaratılmıştır. Eğer onları çarçabuk düzeltmeye kalkarsanız kırıverirsiniz; İhmal ederseniz, bu sefer de eğri kalırlar. Demek ki, burada sözün irâdına sebep olan şey, yani hadisin üzerinde dönüp durduğu husus, “menat” kadının terbiyesi ve ev siyasetidir. Evet, onu çabuk düzelteyim derseniz kırıverirsiniz; hiç düzeltmeyeyim derseniz, bu defa da olduğu gibi kalır.
Allah’ın Resulü (sav) bunu anlatmak için bir husus tespit ediyor. O da, erkeğe nispeten kadının eğriliğe daha müsait olması, inceliği ve kırılırlığı… Demek ki, esasen Hadis-i Şerifte anlatılmak istenilen şey, Hz.Havva’nın eğe kemiğinden yaratılmış olması değil; kadının kendi haline bırakılırsa eğri kalacağı, ölçüsüz bir düzeltmeye gidince de, kırılacağı hususudur.
Tabii, burada ifadenin bu şekilde irâd edilmesi ne hikmete binâendir, o da ayrı bir mesele…
Resul-ü Ekrem (sav) bunu ifade ederken,”min dal’ihî” “eğe kemiğinden” demiş. Buradaki `inin” Türkçe’mizde, “den” karşılığıdır. Ama bu bazan “teb’iz” içindir, bir şeyin bir parçasından, bazısından demektir. Bazen “beyan” mânâsına gelir, şu cins şeyden demektir. Binâenaleyh, burada Resul-ü Ekrem (sav) meseleyi kestirip atmadığına göre, başka mânâlar da akla gelebilir.
Efendimiz’in (sav) bu türden pek çok ifadeleri vardır… Meselâ buyuruyor ki, Her canlının bir şeytanı vardır. Hayvanların şeytanı da şudur.” Kaçan bir deve münasebeti ile, bunu söylüyor. Ve devam ediyor; “Deve şeytandan yaratılmıştır.” Şeytanın artığından gibi bir şey… Esasen Efendimiz (sav) bu ifadelerinde; nasıl insanların şeytanları var;öyle de, hayvanlar içinde de, şeytanların yaptığı şeyleri yapanlar vardır; diyerek şeytandan ziyade, şeytanca davranışa dikkati çekmiştir. Aslında bizler de duygusuz, hissiz bir adama: “Bu adam odundandır.” deriz. Elbette ki hiç kimse, bu adamın maddesinin odun olduğuna hükmetmez. Belki duygusuz, katı, en ufak bir hassasiyet yoktur, mânâsına hamleder ve öyle anlar. Bunun gibi “Falan insan şeytandır” dendiği zaman; iğfal, idlâl eder, insanları baştan çıkarır mânâsı kastedilmiştir.
Şimdi, başta söylediğim âyetin mânâsına dikkat ederek Efendimiz’in (sav) sözüne bakalım. Kadın, erkeğin “eğe kemiğinden yaratılmıştır. Yani, bir bakıma kadın erkeğin bir parçasındandır; yani, aynen erkeğin cinsinden ve mahiyetinden bir varlıktır. Yani onun protein çorbası ne ise, onun ki de odur. Yoksa aynı cinsten olmasalar, telkih ve aşılama olmadığı gibi nesil de üremez. Çünkü ayetin sonunda şöyle diyor:
“Sonra onlardan birçok erkek ve kadınlar üretiverdi.” (Nisa/1) Ayrı cinsten olsa üreme olmayacaktı. Demek ki aynı olması lazım…
Hadiste “dalâa” kelimesinin kullanılması, kök itibariyle eğrilik tabirinden daha çok,eğriliğe meyilli olduğuna, çabuk eğrilebilecek durumda olduğuna işaret içindir.
Resul-ü Ekrem (sav) bu tabiri seçmişlerdir. Yani kadın erkekten daha çabuk bozulabilir ki, böyle bir husus, münakaşası yapılmayacak kadar açıktır ve hal-i âlem buna şâhiddir. Evet, bugün ehl-i gaflet, ehl-i dalâlet; kadını, erkekleri baştan çıkarmak için bir olta olarak kullanmaktadır. Hele şu 20. asırda kadın, öyle pâyimâl olmuştur ki, hiçbir devirde onun bu kadar zebil olduğunu göstermek mümkün değildir. Reklamlar müessir olsun diye en âdi reklamlarda dahi onun âlet edilmesi, hadiste işaret buyurduğu gibi, onun boşluk ve zaaflarını göstermesi bakımından fevkalâde manidâr olur.. Tekerleklerin üzerine; helâ ve banyo malzemesi üzerine, sucuk ve sosis üzerine yapıştırılan kadın resimlerini izah etmek mümkün müdür? Ve bu bayağı şeylerle kadın arasındaki münasebet nedir…? Demek ki, kadın ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet tarafından bir kısım eğriliğe-büğrülüğe alet edilecekmiş ki, ileride zuhur edecek böyle bir eğriliği, Resul-ü Ekrem (sav) erkeğin en eğri tarafından alınmış diye ifade buyurdular. Evet, sanki kadın, o cinsin en eğri yanlarını nefsinde toplamış da bir mânâda eğriliğin timsali olmuş gibidir. Herhalde bu hususu ifade etmek için, bundan daha güzel ve tatlı bir tâbir seçilemezdi.
Ayrı bir hususu daha bu münasebetle ele alalım. Tevrat’ın Tekvin bölümünde Hz. Havva’nın, Hz. Adem’in bir tarafından alınıp yaratıldığı açıkça ifade edilmektedir. Esasen Hz. Adem’in herhangi bir tarafından Hz. Havva’nın alınmasında hiç bir beis yoktur. Allah’ın mucize olarak yarattığı Hz. Adem, daha su-toprak arası bir halde iken, o çorbanın bir tarafından bir parça alınıp, ondan da Hz. Havva’nın yaratılması, hiçte istiğrab edilecek bir husus değil. Aslında, ilk hilkat bir mucizedir. Hz. Adem de, Havva da bu mucizenin eseridirler. İlim, bu hususta kolsuz, kanatsız, gözsüz ve sağırdır ve ilk hilkat için bir şey söyleyememekte, ma’kul bir tefsir getirememektedir. Binâenâleyh ilk hilkati zaten mucize olarak ele alıyor ve Allah’ın dediğine teslim oluyoruz. Bunu da cetvel-kalem, körü körüne değil, bilakis, atomdan-kâinata, her şeyde Allah’ın ilim, irade ve kudretinin Kahhar hakimiyetini ilim ve fen pencerelerinden göre göre, hissede hissede kabul ediyoruz.
Doğruyu O bilir ve doğru O’nun dediklerinde aranmalıdır.
Posted in H.z Adem, Peygamberler | Etiketler: H.z. Havva’nın, Hz. Adem’in (as) Eğe Kemiğinden Yaratılması | 2 Comments »
Peygamberimizn Ayakizi
Posted by Site - Yönetici Ekim 5, 2007
Peygamberimizn Ayakizi
PEYGAMBERİMİZİN AYAK İZİ
Hz. Peygamber (s.a.s.)in ayak izi (Kadem-i Saâdet):
Hz. Peygambere izafe edilen altı tane ayak izi vardır.
Bunlardan dördü taş, ikisi tuğla nevindendir.
Hırka-i Saâdet Dairesinde mermer gömme dolapta muhafaza edilen 28×12 cm. ebadındaki, som altından bir çerçeve ve kapak içinde olanı Abdülmecid zamanında Trablusgarp tarafından getirtilmiştir. Miraç yolculuğunda bastıkları taş olduğu rivayet edilmektedir.
Posted in Mukaddes Emanetler | Etiketler: Peygamberimizn Ayakizi | 1 Comment »