Archive for 21 Eyl 2007
Posted by Site - Yönetici Eylül 21, 2007

O’nun Gibi Yaşamadıkça….
İslâmî yapılanmada üç unsur vardır:
1-Kur’ân-ı Kerîm,
2-Peygamberimiz Efendimizin şahsı,
3-Efendimiz aleyhisselâmın hadisleri(sünneti).
Resulullah (SAV)’ın şahsını, yaşam tarzını çok iyi bilmemiz gerekiyor. Aile efradımızı konuyla ilgili olarak bilgilendirmemiz gerekiyor.
O’nun yaşam tarzına (sünnetine) şöyle bir bakalım.
Fahr-i Kainat Efendimiz (SAV):
* İnsanların en cömerdi idi.
* Sıkıntılara göğüs germe bakımından göğsü en geniş olanı idi.
* İnsanların, sözü en doğru olanı idi.
* Üzerine aldığı işi en iyi şekilde yerine getireni idi.
* Akrabalarına en çok ikramda bulananı idi.
* Kendisinden bir şey istendiğinde, istenilen şey varsa verirdi. Yoksa, eğer bulabilecekse vereceğine dair söz verirdi. İmkânı olmadığı takdirde susardı.
* İnsanların en cesuru idi.
* Az söyler, az konuşurdu.
* İnsanların en mütevazısı idi.
* Hastaları ziyaret ederdi.
* Kölelerin bile davetine icabet ederdi.
* Evde zevcelerinin işlerine katılır ve onlara yardım ederdi.
* Çocuklara selâm verirdi.
* Kendisini çağıran (seslenen kişiye) “buyurun” diye cevap verirdi.
* Bir meclise girdiği zaman, orada hangi konu konuşuluyorsa bu yönden onların sohbetine katılırdı.
* Gülmez, daima gülümserdi.
* Yürürken sallanmaz ve adımlarını fazla açmazdı.
* Tedbirlerini muntazaman alırdı.
* Hâlis bir çöl arabı O’nu ilk gördüğünde:
“-Vallahi gördüğüm şu simâ yalancı olamaz” derdi. Görünüşü itibariyle de doğruluğuna şahadet ederdi.
* Yaşayışı gayet sade idi.
* Kendi işlerini kendi görmeye çalışır, kimseye yük olmak istemezlerdi.
* Daima şefkat ve merhametli olurdu. Şefkat ve merhametten yoksun olanlar, tevazudan da mahrumdurlar.
* Bir meclise girdiğinde baş köşeye geçmez, orada boş olan yer neresi ise oraya otururdu.
* Kendisi için ayağa kalkıp ta’zim edilmesini istemezdi.
* Övülmekten hoşlanmazlardı.
* İnsanlar arasında ayırım yapmazdı.
* İnsanların en adaletlisiydi.
* Günün ilk saatlerinde uyanır, bir daha uykuya yatmazlardı.
* Öğlen vaktinde kısa bir kaylule (öğle uykusu) yaparlardı.
* Az yer, az konuşur, az uyurlardı.
* Eve girdiklerinde selâm verirlerdi.
* Dişlerinin, tırnaklarının ve vücutlarının temizliğine çok önem verirlerdi.
* Sağlığı yerinde olduğu müddetçe kimseden emir verip yardım istemezdi.
Hz.Aişe anamız diyor ki:
-Kalkar suyunu kendisi içerdi. İçtikten sonra da bana dönüp:
“-Ya Aişe su ister misin? İstiyorsan sana da su vereyim” diye sorarlardı. İstersem getirip su verirlerdi.
* Söz verdiğinde kesinlikle sözünü yerine getirirlerdi.
* Kimseyi asla aldatmazdı. “Aldatan bizden değildir” diye buyurmuşlardı.
* Daima tebessüm ederlerdi. “Gülümsemenin de bir çeşit sadaka olduğu”nu emir buyururlardı.
Ey Müslümanlar!
Peygamberimiz Efendimizin sözünü tutalım, sünnetini yaşayalım ve yaşatalım. Çünkü mutluluğumuz buna bağlıdır.
.
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »
Posted by Site - Yönetici Eylül 21, 2007

Müslümanın Günlüğü
01. Yatağından kalkarken besmele çeker.
02. Sabah namazını camide cemaatle kılmaya gayret eder.
03. Sabah erkenden işine giderken Allah’ tan helâl rızık ister.
04. Kabir azabından her an Allah’a sığınır.
05. Cennete girmek için her fırsatta Allah’a dua eder.
06. Beş vakit namazını cemaatle kılma azminde olur.
07. Sünnet namazlarını terk etmez. Mümkünse nafile de kılar.
08. Namazını huşu içinde kılmaya çalışır.
09. Yeme, içme, giyim, kuşam ve para kazanma hususlarında Allah’a sığınır.
10. Kendisini İslâm nimetine kavuşturduğu için Allah’a hep şükür duygusu içinde olur.
11. Kulak, göz ve diğer organ nimetlerinden Allah’a şükretmekten geri kalmaz.
12. Duanın kabul saatlerini fırsat bilip o saatlerde dua eder.
13. Kur’an’dan ezberinde olanları okur ve onunla amel eder.
14. Ezberinde olan hadislerle de amel etmeyi ihmal etmez.
15. Dini bilgilerini artırmak için farzları, sünnetleri öğrenir ve ilim meclisinde bulunur.
16. Göz, kulak ve diğer organlarını haramdan hep uzak tutar.
17. Peygamberimiz (s.a.v.)’in üzerine çokça salâvat getirir.
18. Hastalarla ilgilenir ve onları ziyaret eder.
19. Din kardeşlerinin cenazelerinde bulunur ve cenaze sahiplerine baş sağlığı diler.
20. İyiyi emreder, kötüden de alı koyar.
21. Din kardeşlerine öğüt verir.
22. Din kardeşlerine yardım eder elini uzatıp sıkıntılarını giderir.
23. Sözünde durur, ahde vefa gösterir.
24. Allah’ın kontrolünde olduğunu bildiği için gizli aşikâr bütün hallerinde ihlâsı ihmal etmez.
25. Harcamalarında iktisada dikkat edip, malını saçıp savurmaz, cimride davranmaz.
26. Kendinden iyiliği kesseler bile akrabasını ziyaret eder.
27. Ne öfke ne de hoşnutluk halinde aşırıya kaçmaz.
28. Kendisine zulmedeni bağışlar. Ver meyene de verir.
29. Sevdiğini Allah için sever, yerdiğini de Allah için yerer.
30. Susması fikir, konuşması zikir ve bakması ibret olur.
31. Aralarındaki sevgi samimiyet artırmak için din kardeşleri ile hediyeleşir.
32. İyi arkadaşlar seçer, kötülerden uzak durur.
33. Çok gülmez. Bilir ki çok gülmek kalbi öldürür.
Diri tutmak istediği kalbini daima tövbe istiğfarla meşgul eder.
Kimpaş; Eğitim hizmeti-KARAMAN
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »
Posted by Site - Yönetici Eylül 21, 2007

DARU’L-HARP’TE FAİZ
Müslümanların egemen olduğu ülkelere dar’ül-İslam, yani İslam ülkesi egemen olmadığı ülkelere de dar’ül-harp, yani düşman ülkesi adı verilir. Bunların içinde müslümanlarla saldırmazlık ve barış anlaşması yapmış olanlara dar’ül-harp yerine daha çok sulh, eman ve ahid ülkesi denir.
Ebû Hanife ile İmam Muhammede göre gayrimüslimlerin ülkesinde (dar’ül-harp) bulunan bir Müslüman, o ülkenin vatandaşıyla faizli işlem yapabilir. O şahıs isterse orada müslüman olmuş ve henüz islam ülkesine (dar’ul-İslama) göç etmemiş olsun.
Ebû Yusuf bu görüşte değildir. Çünkü islam ülkesine girmesine müsade ettiğimiz bir gayrimüslim (المستأمن = müste’men) burada faizli işlem yapamayacağına göre bir müslüman da onların ülkesinde bu işlemi yapamaz. Maliki, Şafiî ve Hanbelî mezheplerine göre de faiz her yerde yasaktır. Çünkü faizi yasaklayan ayet ve hadislerde böyle bir yer ayırımı yoktur.
Eğer yiyorlarsa, dar’ul-harp ahalisine ölmüş hayvan eti ve domuz satmada ve onlarla kumar oynamada da aynı ihtilaf geçerlidir. Ebu Hanife ve İmam Muhammed’e göre bunlar da yapılabilir.
1 – DELİLLER a – Hadis
Mekhûl’un rivayetine göreAllah’ın Elçisi, ona dua ve selâm olsun, şöyle demiştir:
لا ربا بين المسلم والحربي في دار الحرب “Dar’ül-harpte müslüman ile harbî arasında faiz olmaz.”
Bu hadis hakkında çok söz söylenmiş ve bir çokları böyle bir hadisin varlığını kabul etmemiştir.
Kemaleddin b. el-Hümâm şöyle diyor: Bu hadis garibtir[1]. Bildirildiğine göre Mekhûl, Allah’ın Elçisi’nin böyle dediğini rivayet etmemiştir.
İmam Şafiî’ye göre Ebu Yusuf şunu söylemiştir: “Bu yalnızca Ebu Hanife’nin sözüdür. Çünkü bir üstad bize, Mekhûl’ün şöyle dediğini bildirdi: Allah’ın Elçisi dedi ki, “Dar’ul-harbın halkı arasında faizli işlem olmaz.” Zannederim bir de “ve müslüman halk.” dedi.
İmam Şafiî dedi ki; “Bu hadis sabit değildir. Bunun delil olacak bir yanı yoktur.” Bu sözü İmam Şafiî’ye dayandıran Beyhakî’dir.
Mebsut’a göre “Bu hadis mürseldir. Mekhûl de güvenilir (sika) bir kişidir. Böylelerinin mürseli kabul edilir[2].
Caferî mezhebine göre de dar’ul-harpte müslüman ile oranın halkı arasında faizli işlem olmaz. Onlar bunu Hz. Ali’den yaptıkları bir rivayete dayandırırlar. Hz. Ali şöyle dedi: Ona ve ailesine selâm olsun, Allah’ın Elçisi dedi ki:
ليس بيننا وبين أهل حربنا ربا فإنا نأخذ منهم ألف درهم بدرهم ونأخذ منهم ولا نعطيهم
“Bizimle, bize karşı savaş halinde olan halk (dar’ul-harp ahalisi) arasında faizli işlem olmaz. Bir dirhem verip onlardan bin dirhem alabiliriz, onlardan alırız ama vermeyiz[3].”
b – Veda hutbesi “Hz. Muhammed, ona dua ve selâm olsun, Veda Hutbesinde şöyle demiştir:
وربا الجاهلية موضوع وأول ربا أضعه ربانا ربا عباس بن عبد المطلب، فإنه موضوع كله.
“Cahiliye faizi kaldırılmıştır. Kaldırmakta olduğum ilk faiz bizim faizimiz, Abdülmuttalib’in oğlu Abbas’ın faizidir. Onun tamamı kaldırılmıştır.”
İbni Rüşd[4], bu hadise dayanarak dar’ul-halpte faiz alınabileceğine hükmetmiştir. Onun yorumu şöyledir:
Bu hadîste, Ebû Hanîfe ve Muhammed’in[5] görüşüne uygun olarak dar‘ül-harpte harbîlerle faiz işlemi yapmanın caiz olacağına işaret vardır. Çünkü önceleri Mekke dar’ül-harp idi ve Abbas (r.a.) orada yaşayan bir müslümandı. Ebû İshak’ın bildirdiğine göre Abbas’ın müslüman oluşu, Bedir savaşından öncesine rastlar. Çünkü o, Bedir’de esir alınınca, Peygamberimiz onun fidye vererek kurtulmasını emretmiş, o da özür beyan ederek “Ben zaten müslümandım. Bu savaşa istemeyerek katıldım.” demiş, Hz. Peygamber de, “Görünüşte bize karşısın, öyleyse kendini fidye ile kurtar.” demişti.
Bu rivayet doğru kabul edilmezse, İbni İshak‘ın rivayeti kabul edilebilir. Buna göre Haccac b. Allât, Hz. Abbas’ın Hayber’in fethinden önce müslüman olduğunu söylemiştir. Faizli işlem ise Hayber’in fethi sırasında haram kılınmıştır. Çünkü rivayete göre Hz. Muhammed’e Hayber’de ganimetler arasında altınlı ve boncuklu bir gerdanlık getirilmişti de gerdanlıktaki altınların çıkarılmasını emretmişti. Bunun üzerine altınlar çıkarılarak ayrıca satılmıştı. O zaman Hz. Muhammed şöyle demişti: الذهب بالذهب وزنا بوزن “Altına altın tartıya tartıdır.”
Veda Hutbesi’nde Hz. Muhammed’in, Abbas (r.a.)’ın müslüman olduğu andan itibaren aldığı tüm faizleri değil de Mekke’den cahiliyye kalıntılarının silinmesinden sonra henüz tahsil etmediği faiz alacaklarını kaldırması, onun daru’l-harpte faize müsade ettiğini gösterir[6].”
c – Hz. Ebubekr’in bahse girmesi Hz. Peygamber Mekke’de iken Romalılar Persler’e yenilmişti. Rum Suresinin başında bu olaydan bahsed=ilerek Romalıların tekrar galip gelecekleri bildirilmiştir:
“Elif lâm, mîm. Romalılar yenildiler; çok yakın bir yerde. Ama onlar bu yenilgilerinin ardından galip geleceklerdir. Hem de bir kaç yıl içinde…” (Rum 30/1-4)
Kureyşliler Ebubekr’e, “Siz Romalılar’ın galip geleceği görüşündesiniz ha?” demişlerdi. O da “Evet” demişti. Birisi, “Bizimle bahse girer misin?” dedi. O hemen bahse girdi ve bunu, Hz. Peygamber’e bildirdi. Ona dua ve selam olsun Peygamber ona, “Git, bahis miktarını artır.” dedi; o da artırdı. Romalılar Persleri yenince Ebubekr bahse konu malı aldı. Bu, Mekke müşrikleri ile Ebubekr arasında oynanan bir kumardı ve Allah’ın elçisi bunu onaylamıştı. O zaman Mekke şirk yurduydu[7].
d – Gayri Müslimlerin Mallarının Mubahlığı Dar’ul-harpte faizli işlem olmaz, diyen Ebu Hanife ile İmam Muhammed’in bir delili de dar’ul-harp vatandaşı olan kişilerin mallarının esasen mubah olduğu, yani dokunulmaz olmadığı görüşüdür. Nassların[8] mutlak, yani yasağa sınır koymayan ifadeleri dokunulmaz malla ilgilidir. Eğer onlarla bir anlaşma yapılırsa onların mallarını anlaşmaya aykırı olarak almak haram olur. Anlaşmaya aykırı değilse nasıl alınırsa alınsın helâldır[9].
Bir yabancı ülkeye vize ile, yani onların verdiği güvence (eman) ile giren kişi, o güvencenin gereğini yerine getirmelidir. O güvence, bu şahsın, o ülkenin kanunlarına ve geleneklerine göre haksız sayılacak bir yolla onların mallarına dokunamayacağı anlamını da içerir. Faizin haksız kazanç sayılmadığı bir gayrimüslim ülkeye vize (eman) ile giren bir müslüman onların mallarını faiz yoluyla alırsa bu eman anlaşmasına aykırı olmaz. Çünkü onlar faizi kendi rızalarıyla verirler.
Bizden eman (vize) alarak ülkemize gelen harbîler böyle değildir. Onların mallarını faizli işlem yoluyla alamayız. Çünkü verdiğimiz emanla onların malları dokunulmaz olur. Bizce meşru olmayan bir yolla onların malını alan, eman anlaşmasına aykırı davranmış olur.
Zina böyle değildir. Çünkü kadının helâl etmesiyle ondan yararlanmak helâl olmaz. Ama bir mal, sahibinin müsadesiyle helâl olur[10].
2 – DELİLLERİN TENKİDİ Dar’ul-harpte harbîlerden faiz alınabileceği yolundaki görüşler tenkit edilmiştir. Biri Hanefî Mezhebi içinden diğeri de bu mezhebin dışından olmak üzere iki tenkide yer verilecektir:
A – Kemalüddin b. el-Hümâm’ın[11] Tenkidi Hanefî mezhebinin önde gelen fakihlerinden İbni Hümâm bu konuda şöyle der: “Faizli işlemi yasaklayan naslar mutlaktır, yani yasağı bir şeyle sınırlamamıştır. Mekhûl’ün rivayet ettiği hadis buna ters düştüğü için bir anlam ifade etmez. Delil olabileceği ispatlanırsa o başka.
Şöyle de denebilir: O hadis delil sayılsa bile Kur’an’a haber-i vahid[12] ile ilavede bulunmak caiz değildir. Ayetlerin, “Faizi yemeyiniz” ve benzeri emirleri bu yasağa sınır koymazken dar’ul-harpte faiz yenebilir demek bir ilave olur. Bu da caiz değildir.
Dar’ul-harpte faizi haram saymayanlar şöyle kesin bir savunma yapabilirler. “Faizli işlemle ilgili yasağa bir sınır koymayan hükümlerle, sahibinin hakkı sebebiyle dokunulmaz olan mallar hedeflenir. Harbînin malı ise anlaşmayı koruma durumu yoksa dokunulmaz değildir.”
Aslında bu açıklama dikkatle incelendiğinde, Mekhûl hadisi olmasa bile yukarıdaki görüşün uygun olmasını gerektirir. Ama burada gizli olmayan bir şey vardır; o da faiz anlaşmasına girmenin helâl olmasının yalnız faizi müslümanın alacağı zamana has olması gereğidir. Ama faiz (riba) ifadesi geneldir, onu kafirin almasını da müslümanın almasını da içerir. Dar’ul-harpte faiz helâldır, demek genel bir hükümdür, almayı da kapsar vermeyi de. Kumarda da aynı durum vardır. Kafir galip gelip ortaya konan malı alabilir.
Görünen o ki, dar’ul-harpte faizli işlemin mubahlığı faizin müslüman tarafından alınmasını ifade eder. Arkadaşlar derste, illete bakarak dar’ul-harpte faizi ve kumarı helâl görenlerin maksadının, fazlalığı müslümanın alması olduğunu benimsediler. Ama o fetvanın mutlak olması yani orada böyle bir sınırlamanın olmaması buna aykırı düşmektedir. Doğrusunu Allah Teâlâ bilir[13].”
B – Abdullah b. Ahmed b. Kudâme’nin Tenkidi
Hanbelî mezhebi fakihlerinden İbni Kudâme (öl.620 h.) konuyla ilgili olarak şöyle der:
“Faizli işlem, dar’ül-islamda haram olduğu gibi dar’ül-harpte de haram olur. İmam Malik, el-Evzaî[14], Ebu Yusuf, eş-Şafiî ve İshak[15] bu görüştedir.
Ebu Hanîfe demiştir ki, “Dar’ül-harpte müslüman ile harbi arasında faizli işlem olmaz.” Şu da ondan nakledilir: “Dar’ül-harpte İslam dinine girmiş iki müslüman arasında da faizli işlem olmaz. Çünkü Mekhûl’un bildirdiğine göre Allah’ın Elçisi, ona dua ve selam olsun şöyle demiştir:
لا ربا بين المسلمين وأهل الحرب في دار الحرب “Dar’ül-harpte müslümanlarla oranın halkı arasında faizli işlem olmaz.” Üstelik onların malları mubahtır.[16] Dar’ül-İslamda onlara dokunmayı yasak kılan kendilerine verdiğimiz eman yani güvencedir. Böyle bir güvence olmayınca malları bize mubah olur.
Bizim delilimiz de Allahu Teâlânın şu ayetleridir:
(a)“Allah faizli işlemi haram kılmıştır.” (Bakara 2/275)
(b)“Faiz yiyenlerin davranışı, şeytanın peşine takılıp aklını çeldiği[17] kimsenin davranışından farklı değildir.” (Bakara 2/275)
(c)““Müminler! Allah’tan korkun, faizden geriye ne kalmışsa onu bırakın.” (Bakara 2/278)
Hadisler de fazlalığın haram kılındığını gösteriyor. Ona dua ve selâm olsun, Hz. Muhammed’in şu sözü yasağın genel olduğunu gösterir.
فمن زاد أو ازداد فقد أربى “Kim artırır ya da fazlasını isterse faizli işleme girmiş olur.”
Diğer hadislerdeki yasak da geneldir. Bir de şu vardır, dar‘ül-İslamda haram olan, dar’ül-harpte de haramdır; tıpkı müslümanlar arasında faizli işlemin haram olması gibi.
Haramlığı Kur’an ile, sünnet ile ve icma ile sabit olmuş bir hükmü meçhul, sahih veya müsned ya da diğer güvenilir hadis kitaplarında geçmeyen bir hadise dayanarak terketmek olmaz. Ayrıca bu hadis hem mürseldir[18], hem de Hz. Muhammed’in faizli işlemi dar’ül-harpte de yasakladığı anlamına gelebilir. Çünkü “faizli işlem olmaz” sözü faiz yasaktır, şeklinde anlaşılabilir. Nitekim ayette geçen,
فلا رفث ولا فسوق ولا جدال في الحج “Hacda kadına yaklaşmak, kötü söz söylemek ve döğüşmek olmaz.” (Bakara 2/197) ifadeleri bunların yasaklandığını gösterir[19].
Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır
——————————————————————————–
[1] Garib hadis, rivayet ettikleri hadisler bir çok kimse tarafından toplanan meşhur hadis imamlarından birinden yalnız bir kişinin rivayet ettiği hadistir.
[2]- İbn Hümâm, Fethü’l-Kadir, c. VII s. 38-39
[3]- Ebu Cafer Muhammed b. el-Hasen et-Tûsî (öl. 460 h.), el-İstibsâr, Tahran 1390, c. II, s. 70, (Fî enneh lâ ribâ beyn’el-müslim ve ehl’il-harb) Paragraf 230.
[4]- İbn Rüşd, Endülüste yaşamış Malikî bir fakihtir (v. 520/1126).
[5]- Kitapta Muhammed yerine Ebû Yusuf denmiştir.
[6] İbn Rüşd, Mukaddimât, III, sh. 28-29.
[7] el-Hidaye ve Fethü’l-Kadir, V sh. 300-301.
[8]- Nass, Kur’an’ın ve sünnetin ifadeleri anlamınadır.
[9] İbn Hümâm, Fethü’l-Kadir, c. VII s. 39.
[10]- İbn Hümâm, Fethü’l-Kadir, c. VII s. 39.
[11]- Kemalüddin b. el-Hümâm 788 h./1396 m. tarihinde Sivasta doğmuş meşhur Hanefî fakihidir. Kendisinde mezhep taassubu yoktur. Hanefi mezhebinin yanlış bulduğu görüşlerini ifadeden çekinmez. Feth’ül-kadîr adlı Hidaye şerhi, bugün hala Hanefi alimlerinin güvendiği başucu kitabıdır. 861 h./ 1457 m. tarihinde vefat etmiştir.
[12]- Haber-i vâhid, mütevatir olmayan hadise denir. Mütevatir, yalan söylemek için bir araya gelmeleri, adetlere göre mümkün olamayacak sayıda kişi tarafından rivayet edilen hadistir. Bu şart, senedin her tabakasında aranır.
[13]- el-Hidaye ve Fethü’l-Kadir, c. VII s. 39.
[14]- Abdurrahman el-Evzâî, müstakil mezheb sahibi olmuş tebe-i tabiîn döneminin büyük fakihlerindendir. Şam ve Mağrib halkı İmam Malik’in mezhebinden evvel el-evzâî’nin mezhebine tabi olmuşlardı. 88 h. tarihinde Balebek’te doğmuş, 157 h. tarihinde Beyrut’ta ölmüştür. (Bkz. Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukukı İslamiyye Kamusu, C. I, s. 362)
[15]- İshak b. Râheveyh büyük fakih ve muhaddistir. 237 h. tarihte Nisabur’da vefat etmiştir. (Bkz. Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukukı İslamiyye Kamusu, C. I, s. 419-420)
[16]- Yani bunlar bizim rahatlıkla el koyabileceğimiz mallardır.
[17]- Ayette geçen, يتخبطه الشيطان من المس ifadesi, genellikle “şeytanın dokunup çarptığı ” şeklinde tercüme edilir. Bize göre bu tercüme manayı doğru aktarmamaktadır. Ayette geçen يتخبطه الشيطان ifadesi Arapçada şu anlamlara da gelir: مسه بخبل, ona takılıp aklını çeldi. (Lisan’ul-Arab خبط maddesi) يفسده بخبله aklını çelerek onu bozuyor. (Muhammed Murtaza ez-Zebîdî, Tâcu’l-arûs, خبط maddesi) الخبل aklını bozma, anlamına gelir: خبله إذا أفسد عقله وعضوه (Lisan’ul-Arab خبل maddesi)
[18]- Mürsel hadis, tabiînden bir zatın, sahabe ismi söylemeden doğrudan Hz. Peygamber’den naklettiği hadistir. Yukarıdaki hadisi Hz.Peygamber’den Mekhûl b. Zeyd nakletmiştir. Bu zat tabiindendir. Yani Hz. Peygamber’i değil, onun ashabını görenlerdendir. Hanefî mezhebi tabiînden güvenilir kişilerin mürsel hadisini delil sayar. (Bkz. Ömer Nasuhi BİLMEN, Hukukı İslamiyye Kamusu, C. I, s. 140)
[19] İbn Kudâme, el-Muğnî, C. IV, s. 176,177
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Bunları Biliyormuydunuz, Diger Konular, Dini Konular, Fetvalar, Fıkıh, Güncel, Gündem, Genel, Haramlar - Helaller, Soru Ve Cevaplar, Tavsiyeler, Türkiye, Yorumlar | Leave a Comment »
Posted by Site - Yönetici Eylül 21, 2007

Bu Yüz Çiğnemeye Değil Öpülmeye Layıktır
Ebû Zerr Hazretleri anlatıyor:
Bir gün Bilal-i Habeşi ile sohbet ederken, bir mesele hakkında anlaşamayarak işi münakaşaya döktük. Bilal Hazretlerine:
Sen bundan ne anlarsın siyah kadının oğlu, diyerek hakaret ettim.
Hazreti Bilal bunu Efendimiz (s.a.v.) Hazretlerine söylemiş, Resulüllah beni huzuruna çağırdı. Hemen Efendimizin huzuruna koştum.
Peygamberimiz bana:
– Sen rengi siyah diye Bilal’i küçük görmüş ona hakaret etmişsin. Doğru mu?
Ben çok maçup olmuştum, utancımdan hiç bir şey söyleyemedim. Resulüllah devamla:
– Demek sende hala cahiliyyet devrinin adetlerinden eser var. Halbuki islamiyette insanın derisinin hiç bir ehemniyeti yok. İslamiyet ırk, renk, ve soy – sop farkını ortadan kaldırmıştır. Müslümanlıkta Allah’tan kim daha fazla korkarsa o öbüründen daha üstündür. Sen bu hali nasıl işledin? Buyurdular.
Ben Resulüllah (s.a.s) efendimizin bu sözleri karşısında ziyadesiyle üzülmüş ve ne yapacağımı şaşırmıştım. Resulüllah’ın huzurundan ayrıldıktan sonra doğru Bilal-i Habeşi Hazretlerinin evine gidip başımı evin eşiğine koydum:
– Ey Bilal, mübarek ayakların bu kaba başın üzerine basarak geçmedikçe kendimi affetmeyeceğim ve buradan ayrılmayacağım, dedim.
Biraz sonra Hazreti Bilal içeriden çıktı, beni tutarak kaldırdı ve bana :
– Ey kıymetli kardeşim ben seni affettim, Allah da affetsin. Bu yüz çiğnemeye değil öpülmeye layıktır dedi ve beni kucaklayarak içeri aldı.
Ben Bilal Hazretlerinin bu hareketine çok sevinmiştim. Bilal’in iki gözlerinden öptüm. Sevincimden gözlerim yaşarmıştı.
Share this - Lütfen : Paylaş
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...
Posted in Ashab-ı Kram, Diger Konular, Dini Konular, Güncel, Gündem, Genel, Takva, Tevazu, İbretlik | Leave a Comment »